Zemheri, Kürtçede “çille”. Anadoluda “zemheri”, eskiden “erbain” olarak adlandırılan ve 21 Aralık’tan ocak sonuna kadar süren kırk günlük süredir. Yılın en soğuk dönemidir ama zemheri ile birlikte ülkemizde ve tüm Ortadoğu’da oldukça sıcak günler yaşamaktayız. İçte, Kanal İstanbul’la başlayan ve iktidar ile muhalefeti karşı karşıya getiren olayların baş kahramanları sayın Erdoğan ve sayın İmamoğlu oldular. Kahramanlardan biri, “çılgın proje” olarak lanse ettiği kanalı “isteseniz de istemeseniz de yapacağız” diyerek her türlü demokratik-kurumsal kaygıyı göz ardı ederek, diğeri bunun “İstanbul’a ihanet, hatta cinayet” olduğunu söyleyerek uç noktalarda yer aldılar. Bilim adamlarının eski deyimle “kâffesi”, bu kanalın hem hukuki, hem sosyal, hem askeri hem de çevresel olarak İstanbul’u felakete sürükleyeceğini söylediler. Karşı cephede Hazreti Nuh’un tufan sırasında oğluyla cep telefonuyla konuştuğunu söyleyen bös böyyyük bir porfun olumlu raporu vardı.
Devlet kendi vergi, ceza ve harçlarını yüzde yirmilerin üzerinde arttırırken, her nasılsa yüzde onları geçmeyen(!) enflasyonla bunun altından kalkılamayacağı bilinmesine rağmen karşılıklı inat sürüyor.
Yeni yılın başlamasıyla birlikte en önemli iki olay, Türkiye’nin Libya’ya asker göndermek için TBMM’den AKP ve MHP’nin oylarıyla tezkere geçirmesi ile Amerikan Başkanı Trump’ın emriyle Irak’taki İran askerlerinin komutanı Kasım Süleymani’yi ve el Muhendis’i yanındakilerle birlikte vurmasıdır.
Libya’da mevcut durumda, ülkenin bir bölümünde Trablus’ta görev yapan ve Birleşmiş Milletlerce tanınan Milli Mutabakat Hükümeti, diğer yandan da Tobruk’ta bulunan ve ülkenin çok büyük bir bölümüne hakim olan Temsilciler Meclisi’nin emrindeki yönetim var. Arap etnisitesiden olmayan ve çoğu Berberi kabilelerin kendi yörelerindeki yönetim şimdilik dikkat çekmemektedir.
Temsilciler Meclisi güçlerinin başındaki General Halife Hafter ise Türkiye tarafından terörist olarak nitelenmekteyse de Trablus’a “girdi girecek”. Hatta evvelsi gün bir askeri okula saldırarak otuz aşkın kişiyi öldürdüklerine ilişkin haberler çıktı.
Türkiye, Trablus yönetimiyle yaptığı anlaşma gereği asker göndermeye kararlı. Hatta Sayın Erdoğan, “askerlerimizi peyderpey gönderiyoruz” diyerek sürecin başlamış olduğunu da belli etti.
“İsyancı” Hafter’in tüm Arap ülkelerine çağrıda bulunarak Türkiye’ye karşı dayanışma ve içte seferberlik ilan etmesi karşısında Erdoğan’ın savaşa doğrudan katılmayıp koordinasyon görevi yapacaklarını söylemesinin bir değeri olacak mı? Hafter’in güçleri, Türk askerlerini “koordinasyon yaptıkları” için masum mu sayacaklar, yoksa onlarla çatışacaklar mı? Bu soruya olumlu yanıt verecek biri çıkar mı acaba?
Libya’da Hafter’in yanında savaşan Rus paralı askerleriyle çatışma riski yaşanabileceği Batı medyasında hayli dillendirilirken, Suriye’de gerek Rusya gerek Amerika ile ihtilaf doğacağı apaçık ortada. Stratejik derinlikli dış politikadaki değerli yalnızlık bu olsa gerek.
Kasım Süleymani, İran’da binlerce devrimci gencin yanında Doğu Kürdistan’da da onbinlerce Kürt’ün katlinden birinci derecede sorumludur. Irak’ta da başında bulunduğu Kudüs Tugayları ve Şii Haşdi Şabi milisleri aracılığıyla IŞİD’den çok Kürt öldürmüştür. Bağımsızlık referandumu sırasında Talabani ailesinin de onun tarafından tehdit edildiği bilinmektedir. Kerkük’ün Irak güçlerinin eline geçmesindeki en büyük rol de onundur.
İşte bu tip bir insanın ortadan kaldırılması birçoklarınca sevinçle karşılanacağı gibi bir kesim tarafından da büyük bir üzüntü ve öfkenin kaynağı olabilir. Nitekim İran’daki görkemli cenaze töreni ve cenaze namazının bizzat onu manevi oğlu kabul eden İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney tarafından gözyaşları ile kılınması bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bir yandan Trump’ın suikastı bu yıl sonunda yapılacak seçimler için malzeme olarak kullanması, İran’da tespit edilmiş daha elliyi aşkın hedef olduğunu söylemesi, İran’ın hiçbir zaman nükleer silah sahibi olamayacağını söylemesi, diğer yandan İran’ın İmam Mehdi’nin talimatıyla yapıldığı söylenen kutsal Cemkaran Camii’nin kubbesine savaş bayrağı çekmesi, ortalığın giderek kızışacağına delalet etmektedir. İran, Amerikan hedeflerine saldıracağını, karşılığın daha da ağır olacağını, hedefin İsrail’i de kapsayacağını, nükleer silahların sınırlandırılması anlaşmasını tanımayacağını söylemektedir.
ABD’de ise içte özellikle demokratlar tarafından Trump’ın bu “deliliği”ne karşı müthiş bir kampanya başlamış bulunmaktadır.
Türkiye, bu olay karşısında da tepki vermekte çok ikircikli davrandı. Tabii ki gönlü, Süleymani’den yanaydı. İktidar çevrelerinin gerek demeçleri, gerek sosyal medya paylaşımları bunu açıkça gösteriyordu ama hükümet, suya sabuna pek dokunmayan gecikmeli bir açıklamayla yetindi.
Sayın Erdoğan bir yandan Trump’la yaptığı telefon görüşmesinde itidal tavsiye ettiğini, diğer yandan “İran’ın bu gerilimi tırmandırabileceğinin anlaşıldığını” söyledi. Bu söylem biçimi gerilimi ne derece azaltır, bilemeyiz.
Olayın en önemli yanı ise Irak parlamentosunun, ABD askerlerinin Irak’tan çıkması yolunda aldığı karar oldu. Irak’ta IŞİD’e karşı en önemli mücadeleyi veren koalisyon ise bu karar karşısında mücadele edemeyeceklerini açıkladı.
Trablus hükümeti bu zorluklarla cebelleşirken Başbakan Faraj Londra’da alışverişte görüldü. Kaçtığı ve dönmeyeceği yolunda söylentiler var. O hükümetin düşmesi Türkiye’yi zorda bırakır.
Önümüzdeki günlerin çok daha sıcak geçeceği anlaşılmakta. Umarım Suriye’de içine düştüğümüz batağın bir benzerine Libya’da girmeyiz. Halklarımızın Libya çöllerinde kaybettiği çocuklarının arkasından gözyaşı dökmemesini dileriz.