“Bu rejimin demokratik oyun kuralları içinde değişmeyeceği sanırım artık – en nihayetinde! – anlaşıldı.”
Kim bu “devrimci” diye soruyorsunuz sanırım. Yazının yayınlandığı site ve yazar şu:
Cemaat’in tr 7 24 adlı sitesinde yazan Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman.
Quto dedi ki: “Ben Tayyip Başkan’a çok teşekkür ediyem; babam ve annemgil ile Qırıx ve de Ayşo ile ben eyle uğraştık bir tek fukara cemaatçiyi devrimci yapamadık, Tayyip Başkan koca prof’ları bile devrimci yapiy. CHP’liler ‘önümüzdeki seçime bakarken’ Cemaatçi kekolar ‘seçimle artık olmiy’ diyiler.”
Bunu söyledikten sonra “sen ne diyisin abe?” diye sormaz mı?
“Tövbe, git ulan başımdan, hadi beni yakacaksın, cevap vereyim de gazetemiz de mi yansın?” diye keratayı haşladım.
Ben haşladım ama o, vaktiyle, 70’li yıllarda Berlin İşçi Korosunun Nazım Hikmet’in bir şiirinden yaptığı marşı ıslıkla çalarak kapıdan süzülüp gitti. Sokaktan “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyen sesi yankılanıyordu.
Prof. Çaman ile Quto.
Devrimci ikiliye bakın da rejimin geldiği durumu anlayın.
Vekil Meclis’te Reis Devlet’te
Çok ciddi suratlı bir takım köşebazların yazılarında “ciddi olmayan” çok şey var.
Buna karşılık “mizah” yetenekli bir yazar var ki, onun yazılarında “ciddi çok şey” var: Aydın Engin. Okuyalım:
“Tırmık’ın bugünkü başlığı meramımı pek kestirme anlatıyor. Yineleyeceğim: Oyalamaca: Demeç ve hitabet muhalefeti!.. Yeni rejime karşı alışılagelmiş, zaten etkisi eskiden de sınırlı olan demeç muhalefetinin bugün anlamı kalmadı. Keza hitabeti güçlü parti sözcülerinin, önde gelenlerinin Erdoğan’ın yapıp ettiklerine yönelik parlak sözlerle süslenmiş eleştiriler ‘olmasa da olur’ mertebesine indi. Artık marifet AKP Reisi’ne laf yetiştirmek değil, AKP Reisi’nin tahrip ettiği çağdaş devlet ilkelerini, yani kuvvetler ayrılığını, hukukun üstünlüğünü, basın ve düşünce özgürlüğünü bir eskiye dönüş bağlamında değil, gerçek içerikleri ile kazanma mücadelesinin yolunu, yöntemini bulmakta yatıyor. ‘Şöyle şöyle yapmak gerek’ gibi bir reçete yok. Varsa bile bunu bulup çıkarmak benim harcım da değil; haddim de değil. Ancak çok bereketli, çok yaratıcı, çok derinlikli bir tartışma çağrısı yapmak yurttaş olarak da, mesleğim gereği de ödevim…” CHP’li ve HDP’li vekiller “ciddiyet ahmaklığın maskesidir” lafını unutmamalı, “ağır abi” takılanları değil, “mizah” silahını ustalıkla kullananları izlemeli. Bu Meclis’te “laf yarıştırmak”, Olimpiyat koşusu yapıyorum sanarak, “yürüyen bantta” ter dökmeye eşittir. Erdoğan milletin eline TBMM adı altında “oyalansın” diye bir “oyuncak” verdi. Kendisi “devlet aygıtının” başında Üsküdar’ı aşmak şöyle dursun, bir sıçramada 1909 “meşruti monarşi”yi bile aştı. Mevcut rejim “meşruti olmayan” bir “monarşi”ye çok benzemiyor mu?
Doların elinde ‘sopa’ askerin elinde ‘havuç’
NATO zirvesinden çıkan açıklamada Türkiye ile ilgili aslında hiçbir değeri olmayan caf caflı cümleler yer aldı. Ardından Erdoğan ile Trump “çak” yapıp, el ele tutuştu.
Neler oluyor?
NATO’cular cin gibi. Türk devletinin “çaresizliğini” gördüler. NATO’cuların “doları” rejimi delik deşik ederken, NATO’nun askeri Erdoğan’ın yaralarına merhem sürmekte.
Ne yapmak istiyorlar?
Erdoğan’ı adım adım Rusya’dan kopartmak ve avuçlarının içine almak istiyorlar. İşin tuhafı bu defa “sopa” dünyanın en “sivil” gücünün elinde: Doların. Havuç ise dünyanın en kanlı “asker” gücünün elinde.
Neden derseniz, cevap şu: NATO Türkiye’yi öyle bir kuşatacak ki, sonunda “dolar” verip, “asker” isteyecek.
Şaşırmayın. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tam da böyle olmamış mıydı? Truman doktrini, Marshall yardımı filan derken, Türkiye’den bir “tümen asker” aldılar. Kore’de harcadılar. Gidiş o gidiş. Güney Kürdistan’daki Türk birliklerinin İran sınırında “güya Kandil” için yoğunlaşması hayra alamet değil.
Kriz biraz daha derinleşince, hepimiz Havuz Medyası’nda İran karşıtı nal gibi manşetler görürsek hiç şaşırmayalım. Ardından NATO’nun emir komutası içinde İran’la Türkiye’nin cephe cepheye gelmesi durumunda ise “iş işten geçti”, “haydi bre gaziler cepheye” dendiğinde de “nedir bu?” diye sormayalım.
Trump Erdoğan’la el eleyken öyle bir sırıtıyor ki, Erdoğan’ın yerinde olsam “şimdi şapa oturduk galiba” diye korkuyla titrerdim.
Trump’a elini veren, kolunu kaptırır. Atalarımız ne kadar da uyanıkmış. Hayret doğrusu.
KHK’ler birbirini izlerken, bir de 100 maddelik bir torba yasa gündemde. Haberi okuyalım:
“Hürriyet’ten Nuray Babacan’ın haberine göre yeni Meclis’in ilk icraatı, Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik olacak. Yaklaşık 100 maddelik yasal düzenleme, TBMM’nin yönetimi ve komisyonlarının seçimi yapıldıktan sonra gündeme gelecek. Önümüzdeki hafta Meclis’e gönderilmesi beklenen teklif kapsamında sisteme ‘kısmi OHAL, kriz yönetim bölgesi veya güvenli bölge oluşturma’ adında yeni uygulamalar girecek.”
Bunun anlamı açık: HDP’ye karşı “seferberlik” ilanı…
OHAL Batı’da kalkacak, bölgede ise katmerlisi uygulanacak. “Tezkere” işlerinin de “Başkan’a” bağlandığı söylenmekte.
‘Yetmez ama gerisi nerede?’
Medya “Adnan Oktar”la yıkılıyor. Manşetler birbirini izliyor.
Neyin nesi bu Aktar Oktar işi?
Ne olacak?
Yapılmış ve yapılacak olan HDP, Cemaat, ordu, polis, akademi tutuklamaları Adnan Oktar “cemaatinin” kirli fonunda millete pazarlanacak.
Ama daha önemli ihtimaller var.
Korkusuz’da Can Ataklı, bu işin kimi zenginlere, siyasetçilere v.s. uzanabileceğini yazdı.
Nasıl uzanacak?
Adnan Oktar’ın elindeki “şantaj kasetleri” önce ayıklanacak. Yani “zülfü yâre dokunanlar” yok edilecek. Sonra kimi itibardan düşürmek ve harcamak istiyorlarsa, onun “kaseti” bunların burnuna dayatılacak. Derken teslim olan teslim olana.
15 Temmuz darbesi nasıl bir “tuzaksa”, onlarca yıldır kılına dokunulmayan Oktar ve “kedicikleri” kullanılarak hazırlanan “tuzak” da tıpkısı. “Derin devlet” onun bunun yatak odasına kurduğu “kameralarla” kimbilir neler gördü, seyretti. Kimbilir bu tuzağın içine kimler düştü, düşürüldü.
Şimdi Adnan Oktar “itirafçı” olur mu? Ya da öteki tutuklanan kadınlar ve erkekler kime ve nasıl kullanılacak? Sorular çok. Pazarlık baki. Yakında anlarız. Anlayınca “evet, ama gerisi nerede” diye sormayı sakın unutmayın.