Diaspora, sözcük dağarcığımıza giren yabancı terimlerden biri. Anayurdundan uzakta kümelenen insan topluluklarını tanımlamak için kullanılıyor. Türkçe sözlüklerde bu tanım yapıldıktan sonra, bir de açıklayıcı sözcük öneriliyor: ‘Kopuntu.’ Bilgisayarda Word programı ile yazarken de aynı uyarı karşımıza çıkıyor. Diaspora yerine Türkçe ‘kopuntu’ yazmamızı öneriyor makine. Belli ki sözcüğe duyulan öfke dile de yansımış, biraz da aşağılama ifade eden bir tanım icat edilmiş. Sonuçta kopuntu ile ait olduğu yerden kopmuş, öteye düşmüş bir şey çağrışıyor aklımızın derinliklerinde.
Kopmak fiilinin ilk çağrıştıracağı nesne ise giysilerimizin düğmeleridir. Malum, kolayca kopabilirler ve çoğunlukla kaybolurlar. Çocukluk yıllarımızda, ilkokul sıralarındayken sıkça kavga ederdik arkadaşlarımızla. O kavgaların ilk mağdurları da siyah önlüklerimizin beyaz, polyester düğmeleri olurdu her zaman. O yaşlarımda da sahip çıkardım kopuntularıma, özenle toplar, önlüğümün cebinde eve getirirdim her defasında. Rahmetli annem kavga ettiğim için kızsa da, düğmelerimi kaybetmemiş olmamı takdir ederdi.
İlkokul haytalarının kavgası sonucu giysimizden kopmuş bir düğme dahi kendince bir değer ifade ediyorken, egemen iktidarların kendi yurttaşlarına, vatandaşlarına reva gördüğü zulümle anayurdundan kopmuş insanları dışlamak hiç de adil görünmüyor.
Sonuçta tamamı bu ülke insanlarından oluşan diasporaları dışlamak, yabancılaştırmak ve hatta şeytanlaştırmak yerine dinlemek, anlamaya çalışmak, ihtiyaç halinde el uzatmak hepimizin görevi olmalı.
Osmanlı ve Cumhuriyet ayrımı yapmadan, ülkemizde egemenlerin iktidarı oldum olası her türlü aykırılığı zorla baskılamak gibi hoyrat bir geleneğe sahip. Ayrımcılık kimi zaman dinî, kimi zaman etnik veya mezhepsel kaynaklı olabilir. Tüm bunlardan bağımsız olarak geçim derdi ve yoksulluk da insanların ülkelerinden kopmalarına yol açan bir etken.
Her biri başka bir etmenle, ama en çok da ulus devletin inşası sürecinde Aleviler, Ermeniler, Ege ve Karadeniz Rumları, Yahudiler, Êzidîler, Tur Abdin’in Süryanileri, Araplar, Kürtler ve daha niceleri anayurtlarını terk edip hiç de aşina olmadıkları coğrafyalarda ve kültürlerde yaşama tutunmaya çalıştılar. Üstelik bu süreçte anayurtlarına ve kültürlerine bağlılıklarını da yitirmediler. Dillerini, geleneklerini, mutfak alışkanlıklarını nesiller boyunca aktararak var ettiler. Görülmek istenmeyen gerçeklik, onların yurt sevgisi, yurdun insanına karşı duydukları sevgi. Görünen, daha doğrusu gösterilmek istenen ise kendilerini kopuntu haline getiren egemen siyasete, o siyasetin uygulayıcılarına duydukları öfke. Öfkenin yöneldiği siyasi odak, varlığını ve gücünü bütün zamanlarda korudu. Bir anlamda ülke ile özdeş hale geldi. Dolayısıyla da kendine yönelik nefreti gerisin geri, mağdura yönelterek bir süreklilik oluşturdu. Yurdum insanının diaspora sözünü her duyduğunda cin çarpmışa dönmesi de bundandır.
Siyasi akıl son yıllarda bir kez daha yanlış hesap yaparak karşı diaspora oluşturma seçeneği üzerine çalışıyor.
Bilindiği gibi 1963 yılında başlayan işçi göçü sonucunda, başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde Türkiye kökenli insanların oluşturduğu kitleler var. T.C. Dışişleri Bakanlığı ve Diyanet, bu toplumlardan Türk ve Sünni olanlar üzerinden bir karşıt diaspora oluşturmaya çalışıyor. Başka bir deyişle, Avrupa ülkelerinde beşinci kol yaratmaya yelteniyor. Diasporanın iç dinamikleri ile değil, Türkiye hükümetlerinin talepleriyle oluşturulan bu yapay karşı diaspora asla kitleselleşemiyor, olsa olsa militanlaşıyor.
Tüm dünyaya yayılmış Ermeni diasporası da, tıpkı anayurdundan zorla koparılmış diğer halklar gibi adalet talep ediyor. Bu talep gidenlerden geriye kalanları gasp edenler için bir kabus olabilir ama böyle bir utancı taşımayanların diasporadan korkmasına gerek yok. O sözü edilenler bizim akrabalarımız. Yerlilik konusunda hepimizden daha fazla yerliler. Milli meselesine gelince, bırakın da bari gittikleri yerlerde sizin dayattığınız ‘milli’ anlayışa boyun eğmesinler.