Amerika Birleşik Devletleri’nin, İran’ın Ortadoğu’daki politikalarının baş mimarı ve İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü biriminin komutanı General Kasım Süleymani’yi, Bağdat’ta düzenlediği bir İHA saldırısıyla öldürmesi, Ortadoğu’da suların bir kez daha ısınmasına neden oldu. Bu cümlenin sonunda “Ortadoğu’da suların ısınması” klişesini özellikle kullandım. Birkaç gündür medyada yine çok sık kullanılır oldu bu ifade. Ortadoğu’daki gerginlik, çatışma ve savaşlar o kadar uzun zamandır devam ediyor ve hangi çatışmanın ne zaman bitip hangisinin ne zaman başladığı o kadar belirsiz bir hal almış durumda ki, bu bölgeye dair bütün analiz ve haberler de doğal olarak klişelerle dolup taşıyor. Belli zaman aralıklarında, yeni sebeplerden, bölgenin bir kan banyosuna dönüşmesine, dünya kamuoyu artık alışmış durumda. Bölge halkları da bu gidişi kabullenmiş görünüyor.
Ortadoğu’nun bu kan gövdeyi götürür hali, bölgenin kaderi gibi görülüyor.
Ulus devletlerin, emirlik ve kraliyetlerin ve üstüne üstlük bir de süper devletlerin birbirini yediği, kozlarını bazen vekalet savaşları bazen de bizzat karşı karşıya gelerek paylaştığı bir yer burası.
Ama bir zamanlar uygarlıkların beşiği olan Ortadoğu aynı zamanda Kürtlerin anavatanı. Bölgenin dört devletindeki etkili varlıklarıyla Kürtler, politik tercih ve ferasetleri, demokratik kitlesellikleriyle Ortadoğu’nun, denilebilir ki, tek vizyon sahibi ve bir barış projesi olan gücü. Yani bir anlamda Ortadoğu’daki tek barış umudunu Kürt siyasi programı içeriyor.
Kürtler, Rojava’daki işgalci, katliamcı çeteler karşısındaki direnişleriyle de sadece Ortadoğu halklarına değil tüm dünyaya savaş cenderesinden çıkışın ve barış içinde bir arada yaşamın pratiğini gösterdiler ve bugün de Ortadoğu’nun en prestijli toplumsal gücü konumundalar.
Bunu Kürtlerin biri taktik, diğeri stratejik iki yaklaşımı sağlıyor.
Sadece Ortadoğu için değil Türkiye için de geçerli olan bu yaklaşımlar, bugün dünyanın da en modern toplumsal yaşam biçimi olan çoğulculuğu hedefliyor.
HDP’nin de ısrarla üzerinde durduğu ve sürdürdüğü ‘üçüncü yol politikası’, bölge siyasetinde önemli bir taktiktir.
Gerek bölgedeki ulus devletlerin ya da mezheplerin çatışmalarında, gerekse ülkelerin sınırları içindeki farklı kutupların birbirleriyle mücadelesinde Kürtler, halklar ve toplumlar için bu iki çatışan çizginin ortasından geçen demokratik seçeneği, yani üçüncü yolu temsil ediyor.
HDP, bu çizgisiyle yani üçüncü yol siyasetiyle kısa bir sürede ve kendisine yönelik bütün saldırılara rağmen Türkiye’de üçüncü parti konumuna yükselmiş, sadece Kürtlerin değil ülkenin bütün ezilen halklarının ve emekçilerinin umudu olmuş ve son birkaç genel ve yerel seçimde de görüldüğü gibi siyasetin belirleyici gücü ve ülkenin ana muhalefet hattı olmuştur.
Kürt demokratik siyasetinin stratejik hedefini ise Ortadoğu coğrafyasında çoğulcu, federatif bir yapılanma, ülke sınırları içinde ise özerklik programlarını da gözeten ortak vatan anlayışı olarak özetleyebiliriz.
Tam da bu stratejik hedef Ortadoğu’da akan kanı durduracak, açık yaraları kapatacak ve emperyal güçlerin bu topraklarda çıkar kovalamasını engelleyecek, emperyalizm ile işbirliği içindeki rejimleri de devre dışı bırakacaktır.
Ortadoğu’nun halkları ve demokrasi güçleri barışa ulaşmak ve evlatlarını topraklarında refah içinde yetiştirmek istiyorsa Kürtlerin bu ikili politik çizgisine sıkı sıkıya sarılmalıdır.
Bir barış mücadelecisi olarak birkaç gündür Ortadoğu’ya bakarken bölgenin geleceğini inşaada bizlere ne çok görev düştüğünü düşündüm.