L. Frank Baum’un 1900 yılında çıkan kitabı The Wonderful Wizard of Oz’dan 1939’da sinemaya uyarlanan Oz Büyücüsü’nün Dorothy’si Judy Garland… Yeni neslin çok aşina olmadığı eskilerin ise ünlü Oz Büyücüsü’ndeki rolüyle bildiği Judy Garland’ın hayatını anlatan Judy; oyuncunun 1969’daki yüksek doz uyuşturucudan ölümünden bir yıl öncesine odaklanıyor.
Sahnenin ardı
Başrolünde Renée Zellweger’in oynadığı film hakkında söylenecek ilk şey “bildiğimiz biyografi” filmlerinden farklı olmadığı. 30 yıl boyunca sahnelerde yer almış, filmde giydiği ayakkabılarla ikonikleşmiş bir karaktere hayat veren Judy Garland, hayatının “bitik” dönemiyle anlatılarak acınası bir karaktere dönüştürülmüş. Elbette yaşadıklarını bir trajedi olduğu su götürmez bir gerçek; ama filmde drama o kadar çok odaklanılmış ki nevrotik bir Judy’den ötesi görünmüyor. Zira Judy yaşadığı trajedilerin ötesinde esprileriyle zekasıyla da hatırlanan biri. Elbette film acınacak bir karakter yaratma çabasında değil. Pırıltılı sahnenin arkasında yaşananları anlatıyor. Bu konuda amacına uygun davransa da Garland’ı tamamen anlamaya ise olanak vermiyor.
Amerika’dan Londra’ya…
Film, Judy Garland’ın bir şov dönüşü iki çocuğu ile gittiği otelden tahliye edilmesi, oradan eski eşinin evine gidişi ile başlıyor. Bir evi olmayan Garland, iki küçük çocuğunu bıraktıktan sonra büyük kızı, o sıralarda şarkıcı olmak üzere olan Liza Minnelli’nin evine geçiyor. Judy, eski eş ve iki çocuğunun babası Sidney Luft ile velayet tartışmasına girince para kazanmak için, çocuklarından ayrılmak istemese de 1968’de Londra’da sahne almaya gidiyor. Uzun zaman Amerika’da iş bulamamasının sebebi ise kendi deyimiyle yapımcıların ona “güvenilmez” olarak bakması. Garland, burada sahne alsa da işler istediği gibi gitmiyor.
Zellweger’in oyunculuğu
Filmin odaklandığı bu trajediye değinmek gerekirse, Garland neredeyse bebek yaşta baş- ladığı film ve şov sektörü yüzünden mahvolmuş bir hayata sahip. Film Judy’nin bugüne dair ve halinin sebeplerini flashback’lerle anlatıyor. Elbette Dorothy’nin çekildiği yıllara dönüyoruz. Judy’nin yapımcı tarafından “ya ünlü olursun ya da geldiğin yere dönersin” minvalli azarları geliyor perdeye ağırlıklı olarak. Sadece yapımcı değil, annesi tarafından de şişmanlar diye yemek yedirilmeyen, sahnede canlı olsun diye sürekli uyarıcı ilaçlar verilen, tacize uğramış ergen bir kız çocuğu… Judy’nin ölümüne yakın yaşadığı en büyük sorunlardan biri ise uyku meselesi oluyor haliyle. Uyuyamayan, sürekli sarhoş gibi ayakta sallanan bir kadın. Renée Zellweger’in filmin en iyi tarafı olduğu söylenebilir burada. Bu rolüyle Altın Küre’ye de aday olan Zellweger, başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Zaten filmi de biraz o ve şarkılar kurtarıyor. Yönetmen de Rupert Goold filmde sırtını olabildiğince Renée Zellweger’e yaslıyor ve elbette Judy Garland’ın trajedisine. Yani yönetmenin kendisinden bir bakış kattığını söylemek zor. Sadece bunları bir araya getirmiş gibi duruyor.
Bunu yapmak kolay değil
“Me Too” hareketi ile Hollywood’a dair birçok taciz gün yüzüne çıktı. Elbette Amerikan film sektöründeki kadına yönelik bu baskı sadece tacizle sınırlı değil. Zayıf, zarif, popüler bir ikon yaratma konusunda bir baskılanma da var hiç kuşkusuz. Sürekli müthiş bir performans ile seyircinin karşısına çıkarılan ikonların sahne arkasında genelde “kapris”lerini duysak da işin tamamının böyle olmadığını sadece Judy ile değil birçok örnek ile görmek mümkün. Elbette sadece yapımcılar değil, seyircinin de payını unutmamak gerekli; Judy’nin kendisini yuhalayan seyirciye dediği gibi “Sizin karşınıza hep son derece iyi şovlarla çıktım, bunu yapmak kolay değil…” *Judy Garlan’ın uzun yıllar seslendirdiği şarkının adı “Somewhere Over the Rainbow”