Akademisyen Sibel Özbudun, dünyada yükselişe geçen sağ popülist partileri, “neo-faşist sağ partiler” olarak tanımlayarak, Türkiye’deki mevcut siyasal iktidarın da bu yükselişten bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi.
Avrupa kıtasında yapılan son seçimlerde merkez sol partiler, İngiltere’de 1935’den, Avusturya’da 1945’ten, Almanya’da 1949’dan, İsveç’te 1908’den, Finlandiya’da 1962’den ve Fransa’da 1975’ten bu yana tarihinin en düşük oyunu aldı. Bu verilerin ardından dünya kamuoyunda sağ popülist partilerin yükselişi tartışma konusu haline geldi.
Dünyadaki sağ popülist yükselişi Mezopotamya Ajansı’ndan Lezgin Tekay’a değerlendiren akademisyen Sibel Özbudun, Türkiye’deki mevcut siyasal iktidarın da bu yükselişten bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi. Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte kapitalizmin neoliberal versiyonunun zaferini ilan edişiyle her şeyin başladığını söyleyen Akademisyen Sibel Özbudun, “Yani o güne kadar sosyalizmin de etkisiyle sınıf eksenli politikalar izleyen merkez sol neoliberalizmin hükmü altına girdi. Fakat 1980’lerden beri yeryüzü ölçeğinde uygulanan neoliberal politikalar gelir dağılımını o kadar eşitsiz bir hale getirdi ki o kadar yoksulluğun çapını genişletti ki 2019 yılı başlarında dünyanın en zengini konumundaki 26 multimilyarder dünya servetinin yüzde 50’den fazlasına hükmeder hale geldi” dedi.
‘Solun bu eksikliğini neofaşist partiler doldurdu’
Özbudun, merkez sol partilerin, sosyalist sistemin çöküşünün ardından işçi sınıfının yaşadığı sorunlara hitap etmektense neoliberalizmin etkilerini hafifleştirip insanileştirme çabasına giriştiği değerlendirmesi yaptı. Bu nedenle de sol partilerin büyük bir hızla güven yitimine uğradığını dile getiren Özbudun, “Tarih boşluk tanımaz. Toplum da boşluk tanımaz. Solun bu eksikliğini neofaşist partiler doldurdu. Şimdi dolayısıyla iş güvencesini yitiren, göç tehdidiyle karşı karşıya kalan orta ve alt sınıflar, kendileri için eski hayata dönüş, eski istikrarı, eski güvene dönüşün çağrısını yapan neofaşist odaklara daha fazla kulak vermeye başladı” şeklinde konuştu.
Özbudun, sağ siyasetin bugün birçok versiyonunun yükselişte olduğunu, merkez sağın çöktüğünü ancak neofaşizan sağın onun yerini aldığını kaydetti. Özbudun, neofaşizan sağ partilerin bir yandan ezilen konumlarını yitirmekte olan sınıfların güvence ihtiyaçlarını karşılarken diğer yandan ise yükselen sınıfların pastadan payını arttırma heveslerine de tercüman olduklarını söyledi. Bu partilerin “yerli ve milli” söylemlerinin sadece birer söylemden ibaret olduğunu ekleyen Özbudun, “Daha yerlici ve daha korunmacı bir söylemle geleneksel sağdan kendilerini ayrıştırıyorlar. Bir yandan çok uluslu şirketler karşısında payını arttırmak isteyenlerin ve yeni sektörlerin önünü açıyorlar. Bir yandan da kapitalizm tarafından, yoksullaştırılmış, yersizleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş, hayatları tarumar olmuş insanlara karşı, eskiye dönüş, eski dengeleri bulma vaadi yaratarak bu iki kesim arasında bir çıkar ortaklığı sağlıyorlar” dedi.
‘Hegemonya savaşı’
Bahsi geçen sağ partilerin Rusya ile iletişimlerinin kuvvetli olmasını da yorumlayan Özbudun, “Rusya bir kapitalist ekonomi politikası uyguluyor. Ortada bir çıkar ortaklaşması olduğu kanaatindeyim. Yani Rusya dünya sisteminde ABD’nin hegemonya alanını daraltarak, kendi hegemonik alanını genişletme çabası içerisinde. Bu bir hegemonya savaşıdır. Bunun ötesinde bir anlam ürettiğini zannetmiyorum” dedi.
‘AKP incelenmesi gereken bir vaka’
Dünyadaki bu sağ partilerin yükselişinden Türkiye’nin de bağımsız olmadığını ifade eden Özbudun, mevcut siyasal iktidarın 2002 yılında geldiği zaman askeri vesayet rejimini geriletecek demokrat bir parti izlenimi yarattığı için birçok liberal tarafından desteklendiğini hatırlattı. Özbudun devamla şunları dedi: “İktidar, Kürtlerle masaya oturdu, askeri vesayet sisteminin düğüm haline getirdiği Kürt sorununu ‘Ben çözüyorum’ dedi. Sonra masa devrildi. Ergenekon ile yanaşmaya başladı. Arkasından hendek bahanesiyle Kürtlere karşı çok ciddi bir savaşa girişti. Arkasından Fettulah Gülen’in sarkık darbe girişiminin ardından başkanlık sistemine dönüştü. Şimdi mevcut iktidarın dünyadaki bu yükselişin neresinde durduğunu söylemek gerekirse tam ortasında duruyor aslında. Yani bu bize, neofaşizan sağın statik bir oluşum değil, dinamik bir oluşum olduğunu gösteriyor.2002’den 2019’a kadarki gelişme hattı bu hareketlerin son derece esnek son derece kendilerini durumlara göre adapte edebildiğini gösterdi. Geleneksel faşist partilerden farkları olarak bu söylenebilir; çok esnek oldukları, çok pragmatik oldukları, çok koşullara uyarlanabilir oldukları. Bir yandan gelişmelere ayak uydururken asli öğelerinden vazgeçmediğini gösterdi. Dolayısıyla bu anlamda Türkiye’deki çok tipik bir vakadır. Çok incelenmesi gereken bir vakadır. Prototip olarak ele alınması gereken bir vakadır.”
‘Panzehir, emek eksenli taleplerin yükselmesi’
Özbudun dünyada çok ciddi bir şekilde emek hareketinin baş göstermeye başladığını ifade ederek, yükselmekte olan neofaşizme karşı panzehir oluşturacak olan gücün emek eksenli taleplerin yükselmesi olduğunun altını çizdi. Özbudun son olarak, “Tabi ki ekolojik, feminist, etnisist taleplerin bir kenara bırakılması gerektiğini söylemiyorum. Ama bu iki eksenin birleşmesi, kimlik bazlı hareketlerin emek ekseni etrafında toplanmaları gerektiği kanaatindeyim. Faşizmin kadın düşmanlığının, yerliciliğinin, yabancı düşmanlığının, çevreye karşı hoyratlığın benzeri bir dizi hoyratlığın son bulmasında çeşitli muhalefet eksenlerinin, emek omurgası etrafında emek eksenli bir reddediş, itiraz hareketi etrafında birleşmesi ile ben geriletileceğini düşünüyorum” diye konuştu.