Yerli ve milli söylemi, aslında milliyetçiliğinin AKPcesi. Daha doğrusu Tayyip’cesi… Türkiye’de üç tür milliyetçilik vardır: Milliyetçi-dinciler, dinci-milliyetçiler, bir de duruma göre sola gönderme yapanlar. Bunlardan birincisini, MHP ve türevleri, ikincisi AKP cenahı, üçüncüsünü de ‘ulusal sol’, Vatan Partisi vb. temsil, ediyor. Üçünün de ortak paydasını milliyetçilik oluşturuyor. Fakat “düzen partilerinin” geri kalanı da milliyetçidir. Zira, Cumhuriyet rejimi bidayette, Türk-Müslüman-Sünnî unsuru esas alarak inşa edilmiştir… Bu tanıma uymayanlar ‘iç-düşman’ sayılmış, gereği yapılmıştır ve hâlâ yapılıyor…
Fakat bir şey var: Kapitalizm dahilinde milliyetçiliğin bir karşılığı yoktur. Sadece kitleleri aldatmaya/oyalamaya yarayan bir ideolojik manipülasyondur. Zira, kapitalistin, sermayenin densin, milliyeti, dini, imanı, vatanı yoktur. Sermaye hiç bir sınır tanımaz. Onun kitabında öyle şeyler yazmaz! Eğer öyleyse, bu ülkenin varını-yoğunu yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çeken, yağmalayan, yağmalattıran, talan ettiren bir iktidarın “yerli”, “milli” söyleminin bir karşılığı olabilir mi? Tabii “bal tutan parmağını yalar” da denmiştir…
Bir araba üretilecek, “yerli” ve “milli” olacak, yüz yıllık otomotiv tekelleriyle rekabet edecek, ihracat yapacak, GSYH artacak ve Türkiye zaferden zafere koşacak!, “muasır medeniyetin” üstüne çıkacak! Aslında bu ‘yerli’, ‘milli’ araba söylemiyle amaçlanan, sermayeye yeni “değerlenme alanları” açmaktan başkası değildir. Bu hayli zamandır dayatılan “Büyük Projelerin” devamıdır. Aynı, yollar, köprüler, “şehir hastaneleri”, barajlar, devasa camiler, Kanal İstanbul, “dünyanın en büyük hava alanı” gibi… O zaman şu soru akla gelir: Tam bir yıkım/yok etme aracı demek olan büyük projeler neden gündeme geliyor? Sermayeye ‘değerlenme alanı’ açmak için… Zira, gelinen aşamada sermeye “değerlenme” sıkıntısı çekiyor… Kapitalizm iç ve dış sınırına dayanmış bulunuyor. Ürettiğini satamıyor, bilinen faaliyet alanlarında yeteri kadar kâr edemiyor. Malûm, sermaye değerlenemezse “değersizleşir”… O zaman kamu kaynaklarını, işte bütçeyi, hazineyi, doğal kaynakları yağmalamak, talan etmek sermaye için bir çıkış yolu olarak görülüyor… Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir…
Aslında ‘yerli’ ve ‘milli arabayla’, ‘Yapİşlet Devret’ (YİD), ‘Yap-Kirala Devret (YKD), ‘Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) denilenlerin yeni bir versiyonunu dayatmak istiyorlar. Bütün bunlar, değerlenme sıkıntısı çeken sermayenin önünü açma amacı taşıyor… Son dönemde bütçenin, hazinenin, herkesin olan/olması gereken kaynakların, araçların, meydanların, müşterekler denilenlerin sermaye tarafından yağmalanması/talan edilmesi genel bir pratik haline gelmiş bulunuyor. İşte, ‘yerli’ ve ‘milli’ söyleminin işlevi, bu yağma ve talanı görünmez kılmaktır…
Tasarımı İtalya’da yapılan ‘yerli’ ve ‘milli’ arabanın gündeme getirilmesinin bir nedeni daha var: Bununla sanki AKP ve onun lideri bir “sanayi devrimi “ başlatıyor izlenimi yaratılmak isteniyor… Dolayısıyla iktidar, bu tür bir manipülasyonla, seçmen kitlesini konsolide etmeyi, ömrünü uzatmayı amaçlıyor… Bir İtalyan tasarımını- ki, İtalyanlar çok yapar ve satar- bir dönemin başlangıcı saymak da ne demek oluyor? Ortada bir fabrika yok ama bir araba var… Asıl saçmalık da, güya olmayan arabayı satın almak isteyenlerin sıraya girmesi…
Elektrikli ‘temiz arabaya’ gelince, aslında bu dünyada ‘temiz araba’ diye bir şey mümkün değildir… Aynı “temiz savaş” diye bir şeyin de olamayacağı gibi… Elbette atmosferin ısınmasının nedeni olan karbon gazı emisyonunda, otomobilin (arabanın) bir bütün olarak otomotiv endüstrisinin önemli bir payı var ve azaltılması gerekiyor. İyi de, bu iş nasıl yapılacak? Elektrikle çalışan arabaya ‘temiz araba’ deniyor. Arabanın deposunu benzin/mazot/likit gazla doldurmak yerine, bataryaya elektrik yükleniyor. Bu durumda atmosfere daha az zarar verilmiş oluyor. Fakat, nüanse edilmesi gereken bir şey var… Zira, arabanın neden olduğu karbon emisyonu sadece araba çalışırken, yürürken ortaya çıkmıyor. Bir arabanın neden olduğu karbon gazı emisyonunun %56’ı arabanın üretilme aşamasında ortaya çıkıyor, %4’ü de araba hurdaya çıkıp, sökülünce. Sadece %40’ı, araba çalışırken ortaya çıkıyor… Birinci sorun bu. Fakat daha önemli bir sorun daha var ki, o da elektrikli arabanın bataryasına yüklenen elektriğin nasıl üretildiğiyle ilgili… Eğer, bataryaya yüklenen elektrik termik santrallerden geliyorsa, temiz araba “kirlenmiş oluyor”. O durumda elektrikli araba benzinle, mazotla çalışandan daha çok karbon gazı emisyonu yapıyor… Bu gün itibariyle Türkiye’de elektrik üretiminin yaklaşık % 80’i termik santrallerde üretiliyor… İki yıl sonra bu tablo tamamen değişmiş mi olacak? Öyle bir şey mümkün mü?
Bugün dünyadaki elektrikli arabaların % 60’ı Çin’de ve orada elektriğin çoğu kömürlü termik santrallerde üretiliyor… Bu, orada arabaların “kirli” bir enerjiyle çalışması demek. Dolayısıyla araba ‘temiz’ değil… Elektrikli araba sayısı arttıkça, elektrik üretimi de artacak… O kadar elektrik nasıl, ne pahasına üretilecek?
Bir kere, elektrikli araba üretimi hem daha zor ve hem de petrole dayanana göre daha pahalıya mal oluyor. Batarya üretimi, kobalt, ithyum, neodiym, grafit gibi değerli ve kıt madenlere dayanıyor. Bunlar da sadece Çin, Kongo, Ekvator gibi az sayıda ülkede mevcut… Bu metallerin topraktan çıkarılması ve rafinajı çok miktarda su ve kimyasal madde kullanmayı gerektiriyor… Aslında kirlilik, şimdilerde Güney denilen yoksul ülkelere transfer edilmiş oluyor… Global planda değişen bir şey yok. Batarya üretimi fazlasıyla enerji ‘yutucu’… Bir elektrikli araba üretmek için, ‘normal arabanın iki katı enerji kullanmak gerekiyor… Velhasıl, ‘temizi’ üretmek için ‘kirletmek’ kaçınılmaz… Dolayısıyla “temiz araba”, “yeşil araba” söyleminin reel bir karşılığı yok! Elektrik kullanıldığı yerde temiz olsa da, üretildiği yerde o kadar da “temiz” olmayabiliyor… Mesela Norveç, barajlardan hidro-elektrik üretiyor ama Çin’de, elektriğin %73’ü, Polonya’da %80’i kömürden üretiliyor… Aslındı ‘temiz araba’ bir oxymore… Aynı ‘sürdürülebilir kalkınma’, “yeşil ekonomi”, “yeşil büyüme” gibi…
Aslında karşı karşıya olduğumuz sorun, arabalar elektrikle mi, yoksa petrolle mi çalışmalı sorunu değil. Ulaşım politikası nasıl olmalı? sorusuyla ilgili… Ortalama büyüklükte bir araba üretmek için ağırlığının 2 katı kadar petrol ve 300 bin litre su harcamak gerekiyor. Aynı şekilde bir araba üretmek için ağırlığının 20 katı hammadde kullanılıyor. Mesela 1,5 ton ağırlığında bir araba üretmek için 30 ton hammadde gerekiyor… Bu dünyada size verilen hediyenin mutlaka bir karşılığı vardır…
Araba havayı, suyu kirletiyor. Kentleri kent olmaktan çıkarıyor, sadece yolları sokakları işgal etmiyor, kaldırımları da işgal ediyor… İyi de çocuklar nerede oynayacak? Görüntü ve gürültü kirliliği yaratıyor, insanî yabancılaşmayı artırıyor… Kazalar da cabası… Dolayısıyla önceliği toplu taşımacılığa, kamusal ulaşıma vermek ve üretimi ve tüketimi kısmak gerekiyor… Unutulmasın, kapitalistler o aracı siz rahat seyahat edin diye üretmiyor. Kâr etmek için üretiyor… Son tahlilde kâr amacıyla üretilen her şey mutlaka insana ve doğaya karşıdır… Artık pusulayı değiştirme zamanı gelmiş olmalıdır…