“Özel Harp’te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela.”
Bu sözlerin sahibini çoğumuz tanıyoruz artık. Özel Harp Dairesi’nin Başkanı Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu… Hani şu, “6-7 Eylül bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi” diyen adamdan söz ediyoruz, kontrgerillanın pirinden…
Çoğumuz biliriz bu sözleri de, o bombalanan, yakılan camilerin nelere mal olduğunu o kadar merak etmeyiz. Oysa iki pırıl pırıl avukatın, Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan’ın canına mal olmuştu o camiler.
Kanlı oyunun mimarları
Kıbrıs’ın adım adım bir kontrgerilla üssüne çevrildiği zamanlardan söz ediyoruz. 24 ve 25 Mart 1962 tarihlerinde Lefkoşa’daki Bayraktar Camii ve Ömeriye Camii’nde patlamıştı Yirmibeşoğlu’nun söylediği bombalar. Ada, uzun süredir, Türkiye ve Yunanistan’daki milliyetçi yönetimler tarafından arı kovanı gibi kızıştırılıyor, bir yanda Türk Özel Harp Dairesi’ne bağlı Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), diğer yanda Yunan faşist örgütlerine bağlı EOKA tarafından nefret atmosferiyle zehirleniyordu. Birini Rauf Denktaş, diğerini ise Yeoryos Grivas yönetiyordu ve nedense her iki örgüt de daha çok kendi ‘hain’lerini vuruyordu!
Bu koşullarda Denktaş’ın başını çektiği Özel Harp bağlantılı ekip, cumhuriyeti yıkıp adayı ikiye bölmeye çalışırken, Kıbrıs’taki TSK komutanı Turgut Sunalp tarafından da destekleniyordu. Hani şu 12 Eylül’de “Neden sanıklara copla tecavüz edelim ki, elimizde taş gibi askerler varken” sözleriyle meşhur olan general…
Seri cinayetler
Ama farklı düşünenler de vardı Kıbrıs’ta. AKEL (Emekçi Halkın İlerici Partisi) ve ilişkili PEO (Kıbrıs İşçi Federasyonu) gibi iki halkın emekçilerini buluşturan örgütlerin yanında, iki tarafta da iki halkın birlikte yaşamasını savunanlar…
Hatta o dönem Türkiye’nin Kıbrıs Büyükelçisi olan Emin Dırvana gibileri de, “Kıbrıs iki halkın sığacağı ve yaşayacağı kadar büyüktür” diyor ve şiddet eğilimlerini reddediyordu.
Bu sıralarda Kıbrıs Türk Halk Partisi’ni ve Cumhuriyet gazetesini kuran Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan da, Kıbrıs’ın birliğinden yanadırlar. Cumhuriyet, bağımsız-birleşik Kıbrıs’ı savunan tek gazeteydi. Gürkan, ta o zaman saldırıya uğramış ve bir bildiri dağıtan TMT, “Böyle devam ederlerse öldürülecekleri şüphesizdir” demişti.
Daha sonraları ise Denktaş ekibinin hazırladığı gizli bir belgede, “Rumların meftunu ve hayranı olduğu, İngiliz İntelijansı ve Rum müfrit Enosis liderleriyle irtibatı bulunduğu tespit edilen Dr. İhsan Ali ve onun hampacısı kesilen bir cinsi sapık (Muzaffer Gürkan) ile komünistlerle ilişiği olduğu tespit edilen Ayhan Hikmet Rum ameline hizmet eden faaliyet ve yazılarından vazgeçirilmeli; milli bir davanın varlığına inanmıyorlarsa susturulmalıdırlar” deniliyordu.
Bombalar patlıyor
Bombalar o zaman patladı işte ve bir süre sonra Denktaş’ın olaydaki parmağı görünür olmaya başladı. Gürkan ve Hikmet, bombaların sorumlusu olarak TMT’yi ve Denktaş’ı görmekteydi. 23 Nisan 1962’de gazetede, “Evet tekrar ediyoruz: Bomba hadiselerinin sorumlusu alçak, adi ve satılmış herifin kim olduğunu aklıselim sahibi herkes tahmin etmiştir. Bu alçağın, bu satılmışın yüzündeki maskenin indirileceği gün yakındır” diye yazdılar ve bu ikisinin de sonu oldu.
Önce sabah 08.30’da Gürkan, evinin garajında vurularak öldürüldü. Eşi duymadı silah seslerini, saatler sonra anlaşıldı cinayet. İkinci cinayet, 01.45’te Hikmet’in evinde gerçekleşti. İki maskeli saldırgan, eşiyle yatakta uyuyan Hikmet’e dört el ateş etti. Katiller kaçarken eşi doktor bile çağıramadı, çünkü telefonları da kesmişlerdi.
Ertesi gün, Bozkurt, Halkın Sesi gibi gazeteler sözde birkaç kınama yayınlarken, Denktaş’ın sesi Nacak gazetesi, öldürülenleri açıkça “yanlış ve Türklüğe zararlı bir yoldaydılar” diye suçladı ve tümü birden bu işi Rumların yaptığını söylediler.
Bu arada, öldürülen gazetecilerin eşleri, cinayet sonrası “hain karısı” olarak yaftalanıp tacize uğradı. Hikmet’in eşi Sabiha Hanım, dayanamayıp Rum kesimine geçti örneğin. Denktaş’a “Bu işin arkasından siz çıkarsanız Kıbrıs’tan sizi sürdürürüm” diyen elçi Dırvana, kendisi sürüldü. Dosya kapatıldı. Bütün bunlar olurken, camilerin bombalandığı akşam “Yakında kanlı olaylar olacak” diye hazırlık emri veren Turgut Sunalp’i kimse sorgulamadı. Yirmibeşoğlu da görevinin başındaydı.
Onlar ilk değildi, son da olmadı. 1974’e uzanan yolda TMT daha birçok cinayete imza attı. Kıbrıs’ın ikiye bölünmesi böyle örgütlendi. Ne tesadüf! Tam da 1960’da Kuzey’i karış karış gezen Sunalp’in hazırladığı ‘taksim’ haritasına uygun olmuştu o bölünme…