Kötülük yarattığı girdapta tükeninceye kadar, gelen gideni aratır. Bu yaşadığımız zaman aralığı için de siyasal ve sosyal düzen için de böyle. Türkiye, bölge ve dünya son 10 yıldır kesintisiz bir siyasal buhran, karmaşa hali yaşıyor. Kaos aralığı daralmaya başladı. Fırtınanın ne zaman dineceğini bugünden kestirmek zor ancak saldırılar her alanda zirveleştiğine göre, bu döngü artık tamamlanmak üzere.
Yeni evreye girildi İktidarın
2015 yılından beri Kürtleri merkeze alarak tüm topluma karşı başlattığı savaş konsepti ve saldırılar 2019 ve sonrası için artık yeni bir evreye girdi. Savaşı çıkaranlar için “kazan kazan” durumu sona erdi. Her savaşın temel karakteridir; önce savaşı başlatanı büyütür, savaşçı güç elindeki bu imkanla alan ve imkan kazanır. Türkiye’de savaşla palazlanan bütün iktidarların sonunu yürüttükleri bu politika getirdi. 1990’lı yıllarda savaşı tırmandıran Tansu Çiller bunun en bariz örneğidir.
Zirveleşen saldırılar
AKP, 2019 yılında Kürtlere karşı başlattığı savaşı sınır ötesine taşırdı ve haliyle savaşta zirveyi gördü. Savaş ve baskı politikalarında denenmemiş hiçbir yöntem kalmadı. 2019 yılı iktidarın savaş gücünü test ettiği, dünya egemenlerinin nereye kadar ve hangi sınırlar dahilinde bu saldırılarına göz yumacağını ölçtüğü bir yıla dönüştü. Bu da Kürt dinamiğinin sınırlarını, etki gücünü de teyit etti. 2019 yılının ayırt edici özelliklerinden biri Kürt sorununun sadece Türkiye’de değil bölgesel ve küresel düzeyde ittifakları etkileme, uluslararası ilişkileri belirleme gücünü ortaya koydu. Kürt sorunu derken artık çok aktörlü, çok taraflı bir küresel sorundan bahsediyoruz. Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik saldırının startı Ankara’dan değil, BM Genel Kurulu’nda gösterilen harita ile verildi. Trump’ın Erdoğan ile görüştükten sonra “Kürtleri haritan silmek istiyor” açıklaması sadece amaçlanan saldırının boyutlarına işaret etmekle kalmadı, aynı zamanda saldırının hangi pazarlıklar sonucu başlatıldığını da gösterdi.
Kürt meselesi küreselleşti
Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarda Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin Ekim 2019 raporuna göre 272’si sivil 980 kişi hayatını kaybetti. 300 bin sivil yerlerinden edildi. Ancak 9 Ekim tarihinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen uluslararası komplonun 21. yılında Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıda kimin neyi kazandığı, neyi kaybettiği sadece 2019 yılındaki gelişmelere bakılarak ölçülemez. Bu mesele önümüzdeki 10 yıllarda etkisini gösterecek bir içeriğe sahip ve bu etki sadece yaşadığımız coğrafyayla sınırlı kalmayacak. Bu mesele neredeyse Trump’ı koltuğundan edecek boyutlara ulaştığına göre, artık bir Amerika sorunudur, Rusya sorunudur, Avrupa sorunudur. Bu güçlerin soruna nasıl yaklaşacakları, nasıl bir çözüm önerdikleri kendi iç politikalarının da bir parçasıdır.
Kayyum Darbesi
2019 yılında Kürtlere yönelik Türkiye sınırları içinde yaşanan saldırılar da tavan yaptı. Gözaltılar, onur kırıcı saldırılar, kumpaslar, kayyumlar… Hepsinin bir arada yaşandığı bir yılı geride bıraktık. Sadece son bir yılda HDP ve Kürt siyasetine yönelik saldırılarda 4 bin 500’den fazla insan gözaltına alındı, çoğu siyasetçi en az 800 kişi tutuklandı. 2016 yılında başlayan Kayyum Darbesi ve saldırıları 2019 yılında kaldığı yerden devam ediyor. Halkın 31 Mart’ta HDP’ye iade ettiği 65 belediyeden 6’sı KHK’li oldukları gerekçesiyle YSK marifetiyle gasp edildi.
31 Mart’tan beri HDP’li 32 belediye gasp edildi, 26 belediye eşbaşkanı, 8 belediye meclis üyesi, 2 il genel meclis üyesi tutuklandı. KHK’li oldukları gerekçesiyle 47 belediye meclis üyesine mazbataları verilmedi, 34 belediye meclis üyesi uzaklaştırıldı. Kayyum darbesini salt belediyeye el koymak ya da ekonomik boyutlar üzerinden okumak eksik bir yaklaşımdır. Kayyum darbesiyle seçmen iradesi etnik aidiyetlere göre sınıflandırılan bir yönetim biçimi haline gelmiştir. Kürt seçmene “senin iradenin hangi yönde tecelli edeceğine ancak ben karar verebilirim” mesajı verilmiş ve 1925 inkar politikalarının bütün çıplaklığıyla devrede olduğu gösterilmiştir. Haliyle kayyum darbesi, seçmen ve sandık güvenliğinin bizzat iktidar eliyle, yasaya ve anayasaya aykırı yol ve yöntemlerle yok sayılması, ihlal edilmesidir. Zaten iktidar da bu görüntünün oluşmasından rahatsız değildir. Halkın, seçmenin sandığa olan güvenini sarsmak, sandıkla gitmeyeceğini göstermek için elindeki zor aygıtını her halükarda kullanacağını ayan beyan göstermektedir.
Entegre saldırı politikası
İktidarın bu saldırılar için ileri sürdüğü “terörizm, milli güvenlik, sınır güvenliği, beka sorunu” gibi aslında hiç kimse için bir anlam taşımayan gerekçeleri bir tarafa bırakırsak, meseleyi tek bir gerekçe üze- rinden ele alamayız. Mesele ne tek başına iktidarın kendisini kurtarması ne de tek başına tarihsel Kürt düşmanlığıdır. Yürürlükte olan konsept bütün bunların iç içe, birbirini kesen ve besleyen “entegre” bir saldırı konsepttir.
Öcalan efsunu
Kürtler de meseleye salt bir boyut üzerinden yaklaşmıyor. Saldırı koşullarında “aman dilenmek” mücadele edenlerin kimyasına aykırı olduğu gibi Kürtler bunun imhayla eş değer olduğunu tarihsel mücadele deneyimlerinden biliyor. O yüzden 2019 yılı, saldırılara karşı direniş yılı oldu. 2018 yılında başlayan ve 2019 yılında kitleselleşen açlık grevi direnişi binlerce kişinin sadece çıplak bedenleriyle ve hiçbir mücadele imkanları kalmazsa bile dayatılan onursuzluğun kabul edilmeyeceğinin mesajı verildi. 200 günü aşan ve en az 3 bin insanın katıldığı bu direniş katı tecrit politikasını bir nebze gevşetti. İmralı’nın kapıları bir anlığına açıldı. Öcalan’ın kamuoyuna yansıyan birkaç mesajı bile ülkede psikolojik rahatlama yaratmaya yetti. Öcalan bu mesajlarında çözümün yolunu gösterirken, aynı zamanda Kürtlerin izlemesi gereken yol ve yöntemlere ilişkin de esaslı önerilerde bulundu. 2019 yılı Öcalan’ın çözüm gücünün bir kez daha teyit edildiği bir yıl oldu.
Seçimi Kürtler belirledi
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin belirleyeni de yine Kürt sorunu oldu. Seçim süreci boyunca “Kürdistan” meselesi tartışıldı, milliyetçilik “defolup Kürdistan’a gidin” ezberiyle zuhur etti. Ancak bu seçimlerde her şeye rağmen AKP ölümcül darbeler aldı. AKP, 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde yürüttüğü savaş politikalarına ve milliyetçi söylemlerine rağmen halk desteğini yitirdi. Tarihinde ilk kez, İstanbul başta olmak üzere Ankara, Mersin, Adana gibi can damarı olan pek çok büyükşehiri kaybetti.
Türkiye’yi ne bekliyor?
Bütün bunlar 2020 yılı için önemli göstergeler ve verilerdir. 2020 yılında saldırılar bir şekliyle devam edecek çünkü iktidarın başka çaresi yok. Suriye’ye yönelik müdahaleden sonra bir de Türkiye muhtemelen Libya bataklığına sürüklenecek. Doğu Akdeniz muhtemelen daha fazla ısınacak. Sadece Kürtlere karşı savaşla ayakta kalmayı garantileyemeyen AKP, savaşı daha geniş bir coğrafyaya yaymanın arayışındadır. 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin verilerinden hareketle bunların da AKP’yi kurtarma ihtimali yok. 2020 yılında bir erken seçim ihtimali güçlü bir şekilde belirmiş durumda. AKP sadece içeride değil uluslararası alanda da daha fazla meşruiyetini yitirecek bir kulvara girmiştir ve buradan çıkışı da zordur. Ancak sonucu toplumsal güçlerin duruşu ve mücadelesi belirleyecektir. Bu çerçeveden bakıldığında 2020 yılının Türkiye toplumu açısından önemli gelişmelere ve bazı sürprizlere gebe olduğunu öngörmek mümkün.