Êzidîler yine ve yeniden müstakil de olsa kendi makus tarihlerinin katmerli baskı ve şiddet cenderesinin kesitlerinden birini yaşamaktadır. Batman Beşiri’de vuku bulan ve Êzidîlerin kültürel ve toplumsal hafızasını yeniden dirilten gelişmeler, yüzlerce yıldır devam eden ev içi temel bir sorunda çuvaldızları çıkarmanın zaruretini tekrar göstermektedir.
Birçoğunuz için cezbedici olmayabilir bu yazının konusu, ama ben yine de meramımı anlatacağım sizlere ve hatta sizi biraz da huzursuz edeceğim. Çünkü ben de bu yazıyı derin bir huzursuzluk sarmalı içinde yazıyorum, dolayısıyla bu yazı hissettiğim bir dünya acısının dışavurumudur. Dünyada yaşanan bunca ağır meselelerin yanında belki sıradan bir acıdır bahsettiğim bu huzursuzluk çıkmazı ama evinizin içi kadar yakın bir mesafeden yaşandığı için ağırlık tesiri daha bir keskindir.
Muhabbet divanını sarsan, dostluk ve komşuluk kıymetini yerle bir eden, çağların güvenini tehdit eden, adım adım tanıdık bir şiddete doğru sürüklenen ve sonunda dehşetin kapısını açan bir huzursuzluk bu. Burada söz konusu olan huzursuzluk kültürel huzursuzluğun verdiği bir tekrardan uyanma hali değil, yıkımın yollarına ölümün ebedi taşlarını döşeyen bir huzursuzluk. Buradaki huzursuzluk zorbaların dışsal huzuru uğruna ansızın kasap bıçağına dönüşen bir vicdan ve merhamet yitimidir. Kavimler ve soylar arası “kan davasıdır”, bir yanı ilkel diğer yanı kökenseldir, vicdanidir, genetiktir ve hatta ilahidir. Buradaki huzursuzluk bir madalyanın iki yüzü gibidir, biri mekruhların yüzündeki utanç ve zorbalık, diğeri ise madunların yüzündeki dünya acısının son tebessümdür. Her iki haliyle dünyanın huzurunu bozan hazin bir huzursuzluk halidir, çünkü içi kan, dışı yaradır.
Günümüz dünyasının mikro halinin bir izdüşümü olarak Êzidîlerin huzursuzluk hallerinin varoluşsal endişeleridir beni dehşete düşüren. Velakin Êzidîlerin son günlerde maruz kaldıkları zorbalığın hatırı sayılır kısmı “ev içi” (Kürdi) şiddetten kaynaklanıyor. Mecazi anlamdaki bu evin huzur ve nizamını bozan şiddete sessiz kalmak zamanla evin tamamını tekinsizleştiren bir mekanizmaya dönüşür. Nitekim bugün Kürdi coğrafyada olup bitenler tam da budur. Ortak dili, kültürü, tarihi, hafızayı, acı ve sevinci var eden değerlerin yıkımı, yüz yılı aşkın bir süredir o ortak evin (Kürdistan) huzursuzluğunun başlıca sebebi. Dolayısıyla günümüz Kürdistan’daki hem içsel (intern) hem de dışsal (extern) kargaşa ve çatışmaların hatırı sayılır bir kısmını, toplumsal hafızaya aktarılan kuşaklar arası huzursuzluk, tedirginlik, mutsuzluk, kaygı ve güven hallerinde bulmak mümkün.
Nitekim yaşadıkları coğrafyada asırlar boyunca sürekli huzursuz edilen, tedirginlik ve kaygı bozukluklarına sürüklenen bir toplumun ruhsal saydamlık ve kültürel huzur içinde yaşaması düşünülemez. Bu verili olguların ortaya çıkardığı çatışmalar hem bir arada yaşama koşullarını hem de tarihin uzun yolculuğu sonucunda ortaya çıkan değerlerin kaybolmasına yol açtığı çokça görülmüştür. Dolayısıyla şiddet sarmalına giren toplumlar ya karşı koyuş anlamında bir pozisyon alırlar, ki bu ancak ortak bir politik kimlik beyanıyla olur, ya da maruz kaldıkları şiddetin bir türevini üretirler. Dolayısıyla hem toplum hem de bireyler kendi dönemlerinin birer ürünleridirler, verilen (Input/Output) neyse o geri döner.
Bugün hem Kürdi coğrafyadaki toplumsal şiddetin huzursuz edici boyutları hem de Türkiye’deki toplumsal şiddetin pervasızlığı yüzyıllardır uygulanan şiddetin bir sonraki halkasından başka bir şey değildir. Tarihsel hafızamızın harabeleri üzerinden yükselen bunca okkalı söz ve gösterişli resmi geçitler insanın geri kalan huzurunu da bozan yeni bir yıkım istilası gibi geliyor insana. Belirli bir zümrenin zor üzerinde inşa ettiği yapay huzur adacıkları da toplumun geri kalan kesimlerine ebedi bir huzursuzluk olarak geri dönüyor.
İnsanın kendi soyu dâhil olmak üzere kapıldığı imha dürtüsünün neredeyse toplumun her kesimine hâkim olduğu bir çağda yaşarken, en çok ötekilerin payına düşen kısım ağırlaşıyor. Gerek geçmişte, gerekse günümüzde “ötekiler” her zaman varlık çabasıyla, kendi kimliğini majör toplumsal değer merkezine kabul ettirme arasındaki sıkışma ve çatışma çözümlemelerinin arafında kalmışlardır. Çünkü bu bağlamdaki ötekinin tarifi başlangıçta var olan ama mevcudiyeti salt mecazi olan demektir.
Bu durum her ne kadar bütün ötekileştirilenler için geçerli olsa da en iyi kalıbı Êzidîler için biçilmiştir. Dolayısıyla son olarak Batman’da Êzidîlere karşı başvurulan şiddettin bütün biçimleri ve zorbaların Êzidî ana topraklarını ilhak girişimleri tam da bununla ilgilidir. Saldırının esas hedefi her ne kadar Êzidî ana topraklarını ilhak gibi görünse de esasında hedeflenen Êzidîlerin etkin mevcudiyetleridir, çünkü Êzidîlerin salt varlıkları bile huzurlarını kaçıracak kadar tehlikelidir. Bu durum baskın kültürün alt kültür üzerinde kurduğu tanıdık bir baskı mekanizmasıdır. Dolayısıyla Batman’ın Beşiri ilçesine bağlı Kuşçukuru (Kelhol) köyündeki toprak ilhakı ve fiziksel şiddetin arka planında bu tarihsel hakikatin huzursuzluğu yatmaktadır.
Bizleri derinden huzursuz eden bu hazin olayı, “süreğen katliam” ve “süreğen sürgün” bağlamında 73’üncü Êzidî fermanının bir devamı olarak görmenin yanı sıra, ana topraklarımızı Êzidîsizleştirme pogromunun bir parçası olduğunun da farkındayız. Lakin saldırıların sistematiğine baktığımızda da bu meselenin yerel bazı aşiretlerin yaptığı bir iş olmadığı da anlaşılmaktadır. Bugün Beşiri, Midyat, Nusaybin, Bismil ve Viranşehir’de sayıları 500’e kadar düşmüş olan Êzidîler yeni saldırı ve toprak ilhaklarıyla karşı karşıyadırlar, geri kalanları da sürgün, baskı ve şiddet sonucunda topraklarını terk etmeye zorlanmaktadır. Yerel bazı aşiretlerin arkalarına aldıkları güçle üzerimize gelmelerinin sebebi budur. Bizleri huzursuz eden bu olaylar, eğer bölgedeki kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, aydınlar, rûspîler ve vicdanlı insanları huzursuz edemiyorsa demek ki sizin huzurunuz bizim huzursuzluğumuz üzerinden inşa ediliyor. Biz kendi ana topraklarımızın, hikayelerimizin ve ölülerimizin yasını tutarken hiçbiriniz huzurlu olamazsınız. Birileri avcı edasıyla peşimize düşebilirler ama melekleri asla kovamazlar, çünkü onlar bu toprakların melekleridir.
Êzidîler, salt müzelerde saklanan, arkaik tarihsel referanslı toplumsal ütopyaların ve gelecek inşa arayışlarının kullanışlı malzemesi değildir. Çoğulcu bir söylemin eksik halklarını tamamlayan, romantizmin ve nostalji arayışlarının kullanışlı enstrümanları ise hiç değildir. Hem kadim kökenleri bu kadar kutsanması, hem de bu vasıflarının mevcudiyetleri üzerinde bir risk ve tehlike oluşturması, madun olarak kendileri kadar etrafında kümelenen herkesi sorumluluğa davet etmektedir.
Her şeyimizi alabilirler ama topraklarımızı asla, çünkü toprak onurdur. Bunu iyi bilsinler, bilsinler ki öyle kuralım geri kalan ilişkilerimizi, bilsinler ki huzursuzluğumuzun hepsinin huzursuzluğu olacağını, bugün olmasa bile mahşerde olacağını iyi bilsinler…