İnsan aklının insana oynadığı oyunu, oyunları düşünüyorum nicedir. Kendi yapar, kendi tapar halleri insanın ne denli aldanmaya teşne bir yaratık olduğunun göstergesi sayılabilir. Eski çağlarda, çoğunlukla korku ve yetersizlikten kaynaklanan gereksinimlerle, elleriyle yonttuğu toteme tapınan insan olgusu günümüzün bilinç ve değerler dünyasından baktığımızda bir hayli tuhaf görünüyor. Yarın da şimdiki hallerimizin henüz tanımadığımız, neye benzeyecekleri konusunda fikrimiz dahi olmayan torunlarımızın torunları tarafından nasıl değerlendirileceğini tahmin etmek güç olmasa gerek.
Doğanın kendi ritmi, dünyanın ekseni etrafında dönüş döngüsü basit bir zaman algısıdır sadece. Ama şu kısacık ömrümüzde bütün zaman dilimlerine anlamlar yüklemekteyiz. Sabahları ‘günaydın’, gün bitiminde ‘iyi akşamlar’ diye selamlaşmamızın ardında da bilinçaltımızın yüklendiği bu algılar yatmakta. ‘Yeni bir gün doğuyor, güne merhaba’ diye türküler söylüyor, ‘Düşmana inat bir gün fazla yaşamak’ diye mısralar diziyoruz. Hatta ve hatta gaipten bir ses duyduğumuzda, beklenmedik bir hal oluştuğunda, cinler ve periler dünyasının sanal varlıkları kızmasınlar diye ‘İyi saatte olsunlar’ diyerek, adlarını vermeden anıyoruz kendilerini.
İstanbul Zeyrek’teki tarihi Meryem Ana Manastırı, halk dilindeki adıyla ‘Ay bir kilisesi’ olarak bilinir. Geleneğe göre inanç sahipleri her ayın ilk günü o kiliseyi ziyaret edip bir mum yaktıklarında, o ay işlerinin iyi gideceğine inanırlar.
Zaman ile böyle bir ilişki kurunca, dünyanın güneşin etrafında bir tur atmasına denk gelen yıl kavramı da, saatten, günden, haftadan ve aydan daha büyük bir anlam yükleniyor şüphesiz. Doğum günümüzün tekrarlanması kişisel olarak anlamlı iken, koskoca bir yılın devrini doldurup geçmişte kalması toplumsal olarak özel bir anlam içeriyor. Yaşamımızda ters giden şeylerin geçen yılla birlikte geride kalacağına, yeni yılla iyi, hayırlı gelişmeler yaşayacağımıza dair safça bir inançla karşılıyoruz gelmekte olan yılı. Şimdi uğurlamaya hazırlandığımız yılı da aynı duygularla karşıladığımızı aklımıza bile getirmiyoruz.
Yıl içinde yaşadığımız tüm melanetlerin günahını, masum bir zaman diliminden ibaret olan geçen yıla mal edip, henüz kirlenmemiş yeni yılı umutla, sevinçle, coşkuyla karşılamak insan aklının tuhaf bir tezahürü. Oysa silah fabrikaları geçen yıl aldıkları siparişlerin teslimatını bu yıl yapacaklar. Bankalar geçen yıl verdikleri kredilerin faizi ile birlikte tahsili için bu yılı beklemekteler. Büyük insanlık bitmeyen umutları ile yeni yıla dair mesnetsiz, dayanaksız beklentilerini büyütürken, sermaye sahipleri de geçen yıla kıyasla daha büyük kâr elde etmenin, cirolarını artırmanın hesabındalar. İkisinin de yan yana aynı yeni yılı karşılamaya hazırlandıklarını görerek yanılmayın, koyun can derdinde, kasap yağ derdinde.
Çark bu şekilde döndükçe, bu yıl da gülen taraf koyun değil, elinde bıçak olan kasap olacak. Bunu ben söylemiyorum, iki asır önce doğan Karl Marx söylüyor. O söylüyor da, kim duyuyor? Esas sorulması gereken bu. Görünüşe bakılırsa yanlış muhatapların kulakları daha iyi duyuyor. Sermaye Komünist Manifesto’yu daha erkenden, daha doğru anlamlandırarak okudu ve işlettiği çarkların dişlilerini de neoliberal sentetik makine yağları ile yağladı. Çark şimdi daha da iyi işliyor. Dişlileri arasında daha çok emekçi öğütüyor. Ürettiği bölgesel savaşlarla, doğa kıyımı ile kâr hanesini daha da büyütüyor.
Yazının yazıldığı saatlerde Türkiye’de emek örgütlerini temsil eden DİSK, Ankara’da yoksulluk değil, açlık sınırının üstünde bir asgari ücret temin etmek için eylem düzenliyor. Diğer işçi örgütleri açlık sınırına razı gibi görünüyorlar. Onu sağlamak bile başarı kabul edilecek.
Yarın, Ermenilerin de bir üyesi olduğu doğu kiliseleri değil ama tüm dünya Hıristiyanları Noel yortusunu kutlayacak. Bu hafta yazıyı yine de geleneğe sadık kalarak, biz koyunlar için bayram tebriki ile noktalarken yeni yıl kutlamasını da bir sonraki yazıya bırakalım.
Bu arada koyun sıfatına kızmayın lütfen. Aziz Nesin “Koyun dendiğinde kızıyoruz, ama koç dendiğinde hoşumuza gidiyor. Sanırsın koç koyunun erkeği değil de bilim insanı” demişti. Koçun bilim insanı olmadığını biliyoruz ama sermayenin yağcıbaşı olması ihtimali bir hayli yüksek.