Geçen hafta Diyarbakır Merkez Sur Belediyesi Eş Başkanı Filiz Buluttekin, gece evine yapılan bir baskınla gözaltına alındı. Yerine de alelacele yine kayyım atandı. Kürtlere yönelik siyasi soykırım meselesini bir kez daha, ama bir başka boyutuyla biraz ileride ele almak istiyorum. Önce Buluttekin’in avukatının baskından sonra yaptığı açıklamadan öğrendiğimiz bir noktaya, vahim bir olaya dikkat çekmek istiyorum. Baskın sırasında polisler eş başkanın kocasını ve 10 yaşındaki oğlunu yere yatırıp kafalarına silah dayamış. Bir kez daha hayal gücümüzün sınırları zorlanıyor. İktidarın Kürt siyasetine olan kini artık hastalık boyutuna ulaşmış durumda.
10 yaşında bir çocuğu uykusundan uyandırıp kafasına silah dayamak, babasını anlık da olsa oğlunun yanında çaresiz görünecek şekilde teslim almak, bu sırada annesini alıp götürmek, çocuğun sonraki hayatında kolay kolay etkilerinden kurtulabileceği bir travma değil. Burada yapılan sadece bir siyasetçiyi gözaltına alıp özgürlüğünden mahrum etmek değil, aynı zamanda bir çocuğun bütün hayatına, bütün psikolojisine kast etmek demektir. Bunu yapanların psikolojik olarak sağlıklı insanlar olduğunu söylemek zor. Onlar bir çocuğun psikolojisine kast ediyorlar ama Kürt halkına duydukları kin esas onları hasta etmiş.
Kin ve nefretin hastalıklı bir politikanın motoru olduğu bir dönemden geçiyoruz. Sadece bir siyasi soykırımla değil, çocuklara kadar uzanmış bir zulümle karşı karşıyayız bir kez daha. Kürtlere karşı yürütülen savaşta yüzlerce çocuğunu kaybetti bu halk. Uğur Kaymaz’ın, Ceylan Önkol’un ve daha nicelerinin acısı hâlâ içimizde. Bir ara Hakikat ve Adalet Komisyonları’nı yoğun olarak tartıştığımız dönemde bu çocuk cinayetlerinin faillerinin ancak evlatlarını yitirmiş aileler ile yüzleşmeleri durumunda sağlıklarına kavuşacaklarını söylerdik. Ancak hükümet bir kez daha topluma ve kolluk güçlerine kin ve nefret pompalayarak hastalık yaymaya, kendi yandaşlarını psikolojik hasta yapmaya karar verdi. Hükümet mesnetsiz iddiaları ve suçlamalarıyla, kin ve nefret söylemleri ile politika yapar gibi görünerek topluma karşı psikolojik bir savaş yürütüyor ve aslında düşman bellediklerini değil kendi destekçilerini hasta ediyor. Çocuklara kadar uzanan zulmün failleri aslında işte hükümetin yaydığı bu hastalığın taşıyıcılarıdır artık.
Hükümet diğer taraftan Kürtlere yönelik siyasi soykırımı da bir psikolojik harp yöntemi olarak programlıyor ve sürdürüyor. Sadece geçen hafta HDP’li Varto Belediye Eş Başkanı Ülkü Karaaslan Baytaş, Bulanık Belediye Başkanı Adnan Topçu, Erentepe Belde Belediye Başkanı Dilaver Kesik ile Varto ve Bulanık belediyelerinin diğer eş başkanları ve son olarak da Sur Belediye Eş Başkanları’na operasyon yapıldı. Ellerindeki bir listeyi takip edercesine zamana yayarak, tadını çıkarırcasına saldırıyorlar Kürt siyasetçilere. Amaçlanan travmayı elden geldiğince uzatmak, siyasete tedirginliği sabitlemek, siyasetçileri, yerel yönetimleri çalışamaz, işlerine yoğunlaşamaz hale getirmek. Kürt halkını da hasta etmek istiyorlar yani.
Ama Kürt halkı sadece son birkaç yılda Hacı Birlik’ten Taybet Ana’ya kadar nice ferdine yapılan ve insanın tahayyül sınırlarını zorlayan kötülükler görmesine rağmen yine de ne umudunu ne iradesini ne de onurlu bir barışta ısrar etme gücünü kaybetti. Haklı bir davası ve direngen bir geleneği olmak böyle bir şeydir. Zulmün uygulayıcıları ve destekçileri hasta olurken, Kürtler yaslandıkları demokrasi ve özgürlük talebiyle bütün Türkiye toplumunu tedavi edecek tek siyasi programı gündemden düşürmüyor.
Yine de özellikle çocuklar söz konusu olduğunda “dur” dememiz gerekiyor. Ülkedeki her Kürt yurttaş, çocukları zulme uğrayan, çocuklarına uygulanan zulmü çaresizlikle izlemek zorunda bırakılan anne babalarla sürekli empati kurmalı ve davalarının takipçisi olmalıdır.
Diğer taraftan HDP’nin de Meclis’te ve sokakta kayyım politikasının ve genel olarak siyasi soykırımın sadece teknik ve hukuki veçhelerini değil psikolojik boyutunu da gündeme getirmesi, hükümet tarafından uygulanan psikolojik savaşa karşı halkı uyarması gerekir.