Siyaset tarihinin derinliklerinde birçok ders var. Yeter ki ihtiyacımızı iyi tespit edip, tutarlı sorularla tarihin sayfalarını karıştıralım. Konumuz itibarıyla sayfalardan biri tarihin trendlerine ilişkindir. Der ki, “eğer siz güçlü iseniz, trendleri de tarihi de belirlersiniz, öyle değilseniz trendlerin rüzgarına uygun yelken açın, o da sizi bir limana ulaştırır.”
İkinci bir konu ise tarih okuyuculuğu yaparken hep zafer kazananların örnek alınması ve inceleme konusu olmasıdır. Oysa zayıfların ya da çürüme sürecine girenlerin tarihine bakarsak, görürüz ki çoğu zaman muzafferlerin hesabına yazılan zaferin kaynağı, kazananın eseri değil, çürüyenin yok olma sürecinin yarattığı fırsatla ilgilidir.
İşçi sınıfının devrimi Rusya’da beklenen bir durum değildi. Buradaki başarının özü devrimcilerden ziyade çarlık Rusya’sının krizinden kaynaklanan boşluğun doldurulmasıdır.
İslam’ın doğuşu ve yükselişinde Roma ve Pers imparatorluklarının kendilerini üretme süreçlerinin bittiğini, ulaşabilecekleri üst sınıra ulaştıklarını, iç kriz yaşadıklarını, Roma’da Hristiyanlığın etkili olmasına rağmen sistemi ayakta tutamadığını, Perslerin de geçmişteki ihtişamlarından eser kalmadığını, her düşünsel, eylemsel harekete açık hale geldiğini, artık gücün de tekrara düşüp çöküş süreçlerine girdiklerini, dolayısıyla da pata durumun oluştuğunu ve İslamiyetin bu boşluktan kaynaklı olarak yükselişini gerçekleştirdiğini görmek gerekir.
Uluslar, büyük toplumsal yönelimler ve onların siyasal iz düşümlerinde kendilerine yer bulabilmeleri için çeşitli yöntemler izlemiş ve sonuçta ya yeniden var olabilmiş ya da yok olmaktan kısmen kurtulup küçük bir topluluk halinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Dinlerin ulusların varlığına etkisi ve İslam’da Kürtler
Gerçekten bazı uluslar zamanın gereklerine ayak uydurarak büyük sıçramalar yaparken, bazıları ise ters düşmüş güçleri ne olursa olsun dayanamamış ve tarihin kalıntıları sayesinde kendilerinden haberdarız. Mesela devasa bir imparatorluk kurmuş Asuriler vakti zamanında değişimlere ayak uyduramayınca önce imparatorluğunu yitirmiş, sonra da topluluk olarak erimekten kurtulamamıştır. Bir başka örnek Ermeniler, Hristiyanlığı kabul ile adeta bir savunma kalkanına kavuşmuş ve kendi yaşam alanını genişletebilmiştir. Aynı Ermeniler uluslaşma sürecinde zayıf bir halka ile eklemlenince ve Hristiyanlık kalkanından yeterince destek de görmeyince soykırıma maruz kalırken, Kürtler İslamiyetin kalkanıyla egemen trende müttefik olmuş, kendi yoluna uzun süre devam etmiştir.
Kürtlerin günümüze değin varlıklarını sürdürmesinde Müslüman olmalarının etkisi basite indirgenemez. İslam’ın yükselişiyle Kürtlerin Ezidi ve Alevi kimliği başlangıcından günümüze değin hep şiddete, soykırıma maruz bırakılırken, Sünni ayağı oldukça geniş bir hareket alanı bulmuştur. Selahattin-i Eyyubi ile de gücünün zirvesini yakalamış ve dünya siyasetinin trendlerini belirlemiş, günümüze de iz bırakmıştır.
Kürtlerden Türklere destek Araplara darbe
İslamiyetin yarattığı havzadan belki de en çok yararlanan Türklerdir. Müslümanlığı benimsedikleri için Turani aşiretler Anadolu ve Balkanlara kadar yürüyüşlerinde hep kollanmışlardır. Hatta yönetici olmaya adeta zorlandıklarını, devlet kurmaya itildiklerini söylemek abartı sayılmayacaktır. Mesela salt göçebe olan Selçukluların devlet olmasını gerektirecek belirleyici bir özelliği yoktur aslında. Ama Arap yarımadasından, Afrika’ya, Mezopotamya, Kafkaslar, Zağralar ve İran yaylalarına kadar olan topraklarda birçok İslami mezhep, tarikat, güç birimi ve devletçik var idi. Yenişemiyor, paylaşamıyor, uzlaşamıyorlardı. Dinle pek ilgileri olmayan, ama dini kendilerine kalkan edinen Selçukluları pata durumdaki güçlerin, yönetici olarak ataması ve kendi iktidar mücadelelerini bunun gölgesinde yapmaları bir fırsattı. Mesela tebaa Farslar, Kürtler, Araplar ve farklı halklardan ibaretti ki aralarında Turanilerin sayısı oldukça azdı ve bunlara dayanarak devlet kurmak Selçuklular için mümkün değildi. Hakeza bürokrasi, kanun yapıcılar, ekonomi de Farsların ve Kürtlerin elindeydi ki bu sayede aslında ilk kez Araplardan ibaret egemenlikçi İslam’a karşı farklı halklar güç alanı oluşturuyorlardı. Ve bu nedenledir ki, Kürtlerin ve Farsların; Türkleri Anadolu’ya geçişte ittifak yapmaları, hatta Bizans’a karşı desteklemeleri biraz da İslam’da Arap egemenliğini kırmak içindir. Nihayetinde Anadolu’nun içlerinde ve batısında Kürtlerin Türklerle hareket ettiklerini, birlikte çalıştıklarını görmek mümkün. Birçok beyliğin Kürt olduğu belge ve bilgileriyle zaman içinde daha da açığa çıkacaktır. Nihayetinde Osmanlı’nın iktidar alanını büyütmesi Araplara ve Safevilere yönelmesinde Sünni Kürtlerin desteği meşhurdur. Ama bundan yararlanmışlardır. Çünkü Arap ve Farslara karşı Osmanlı ittifakıyla güç alanı olmuşlardır. Yine kendi içlerinde Alevi ve Ezidilere karşı Sünni Kürtler iktidar alanı oluşturmuştur. Ve bundan dolayıdır ki, Osmanlı toprakları içinde hem özerk kalmış hem de isimleriyle, sembolleriyle varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hamidiye Alayları belki bu sürecin son noktasıydı.
Ama aynı Kürtler trendin gereklerini yerine getiremedikleri için 20. yüzyılla birlikte günümüze değin katliam, asimilasyon ve parçalanma sürecine tabi olmuştur. İmparatorluğa karşı Kürdi motiflerle gerçekleşen isyanlar ulusal taleplerden ziyade zaten çökmekte olan Osmanlı’nın benzeri hakimiyet talebine dayanmaktaydı. Mir Muhammed’den Bedirhan Bey’e işleyen süreç bir nevi böyledir. Bu sadece Kürtlere ve Osmanlılara has değildir. Koskoca Mısır’da hakimiyetini kurduktan sonra Kütahya’ya kadar gelip Osmanlı tahtını tehdit eden Kavalalı ve ardılları da sürece ters düştüğü için tutunamamıştır.
Kürt siyasetinde yapı ve dönüşümün realitesi
Günümüz Kürt siyasetinin derin sancısı da dünyadaki büyük yönelimi tanıma, kavrama ve ona ayak uydurma ile ilgilidir. PKK, PDK, YNK başta olmak üzere, dünyadaki bağımsızlık mücadelelerine paralel olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyaset sahnesine çıkan tüm Kürt hareketleri sol tandanslıdır. İdeoloji, lider, parti, ordu, cephe esaslı örgütlülükleriyle adeta tipik birer sol hareket görünümündedirler. Çünkü bu yolla bağımsızlık elde edilebilir düşüncesi hakimdi ve örnekleri de fazlasıyla vardı. Ama pratikte mekanizmayı kendi şartlarına uydurdular. Mesela politbüro ile yönetilen PDK’nin özünde Bedirhan Bey gibi bir krallık özleminin olduğunu görmek gerekir. Bundan dolayıdır ki, aile iktidarı ve onun ordusunu esas alıyor. Günümüzde ABD ve büyük devletlerin ısrarına rağmen bir türlü peşmergeyi, maliyeyi, bürokrasiyi diğer Kürt siyasi gruplarıyla paylaşmıyor, bütünleştirmiyor. YNK’yi ise Şeyh Ubeydullah’ın bir iz düşümü, daha çok aşiretlerin birliği ama başka bir ekol üzerinden onun dönemindeki din ve şeyhliğin birleştiriciliği YNK’de Soran ve seküler zeminde kendine bir iz buluyor ki, PDK ile aslında ortak bir zeminde buluşamamanın haklı nedenleri var. Ancak ikisi de bu durumdan vazgeçmezler ise güney merkezli Kürt ayağı çöküşle karşı karşıyadır.
PKK’deki dönüşüm evreleri birden fazladır. Yönetim biçimi sosyalizm olmak kaydıyla Bağımsız Birleşik Kürdistan’la yola çıkan PKK 1993 yılında ilk ateşkes ile belirgin bir değişim sürecini esas aldı. Ama çok da başarılı değildi ve kendini tekrar yaşadı. Fakat 2000’lerden itibaren başlayan değişim birçok boyutuyla etkili oldu. Öcalan’a komplonun ardından başkan seçmeyip Konsey ile devam etmesi, ardından eşbaşkanlık sistemiyle örgütü birey, cins, aşiret ve hizip tekelinden kurtardı. Legal siyasete destek vererek kazandığı belediye ve parlamenterler sayesinde Kürtleri ve siyasetlerini görünür kıldı, alan hakimiyeti kazandı. İdeolojik tanımlama ve kapsayıcılığı yeniden şekillendirerek, Kürt toplumunun kadın işçi, işveren, köylü, genç, yaşlı, dindar, seküler her kesimin yanı sıra, Arap, Türk, Fars bölge halklarını da katarak ya da diyaloğa açık hale gelerek ilişki ve destek alanını yaydı. Sayı nitelik ve tarz değişse de askeri gücünü tasfiye etmeyerek bir nevi hem kendisinin hem de halkın güvenliğini teminat altına aldı.
Ancak Arap baharı global siyasette yeni bir sürecin önünü açtı. Bütün dünyayı etkilediği gibi Kürtleri de etkilemektedir. Bu trendi anlama düzeyi nedir? Buna göre değişim nasıl oluyor? Vb. soruları da başka bir yazının konusu olarak ele alacağız.