2 Aralık’ta başlayan asgari ücret görüşmelerinin sonuna gelindi. Çerçeve: Bir işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım, kültür vb. temel gereksinimleri günün üzerinden en az düzeyde karşılanmasına yetecek kadar ücret. 4857 sayılı kanunla asgari ücret ödemesi koruma altına alınıyor. İş Kanunu’nun 39. maddesi, asgari ücretin Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile belirleneceğine hükmediyor. Komisyon ise işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşuyor. Ancak kararlar daha çok hükümet ve işveren ortaklığıyla veriliyor. Çünkü çoğunluk onlardı. Neden bu kadar önemli? Çünkü Türkiye’de çalışanların yüzde 45’i asgari ücretlilerden (Avrupa’da yüzde 8-15 arasında) oluşuyor. Sayıları 6 milyon 800 bini, aileleriyle birlikte 25 milyonu bulan büyük bir çoğunluk. Büyük kısmı örgütsüz. DİSK, “net asgari ücret 3 bin 200 olmalı”; Türk-İş ise “Yaşam maliyeti 2 bin 578 lira. (Bunun) altında hiçbir şeyi konuşmayız” diyor. Hak-İş ortada. Şimdi üç işçi örgütü ilk kez ortaklaştı. Türk-İş’in rakamı talep edilecek. İşveren örgütü TİSK’e gelince; “2020-2021 hedeflerini dikkate almadan bizim için bir rakam söylemek çok mümkün değil” demişti. Hükümet ise bir kişinin asgari harcama miktarını hesaplayacak olan TÜİK’i bekliyordu. TÜİK rakamı açıkladı: Bir çalışanın ortalama gideri ağır işlerde 2.331, ortalama 2 bin 88, hafif işlerdekinin ise bin 940 lira. TİSK, hemen tutum belirledi: “En fazla yüzde 12 artabilir” diyor. Ama bir şartla: 100 TL’sini devlet verecek. Yani? Mevcut asgari ücretin (bin 860 TL) yüzde 12 artışı, 223 lira ediyor. İşveren bunun yüz lirasını devlet ödesin diyor. Hükümetin 2020 enflasyon hedefi yüzde 8.5. İşçi sendikalarının gücü ortada. Ekonomik kriz ve işsizlik zirvede. Kaldı ki, kamudaki sözleşmelerin neticesi de ortada. Simit Sarayı’nı kurtarmak için parayı dert etmeyen, simit satarak geçimini sağlayan simitçiye gelince “ekmek yedirtmem” denildiği bu süreçte sizce sonuç ne olur?
Tabloda kararma artıyor
Yeni bir yıla girerken, geleceğe dair umutlar daha bir kırılgan hale gelmiş bulunuyor. Bunu artıracak yeni gelişmeler de var.
ABD-Türkiye ilişkilerinde tansiyon tırmanıyor. Sadece orası da değil, Ortadoğu’da ise Suudi Arabistan, BEA, İsrail, Mısır’dan oluşan bir ittifak ve bunlarla ortaklaşan Yunanistan ve Güney Kıbrıslı karşıtlık gelişiyor. Son gelişme ise Libya’dan. Ankara’nın UHM ile yaptığı anlaşma yeni tartışmalara yol açtı. Bu arada ABD Kongresi’nde, S-400 meselesi nedeniyle Türkiye’ye ilişkin yaptırım hükümleri içeren savunma bütçesine ilişkin onay süreci tamamlandı. Her ne kadar Trump’ın azil süreci nedeniyle ikinci planda kalsa da Türkiye’ye yatırımlar yapmayı düşünen kesim için büyük bir belirsizlik yaratıyor. Nitekim, ABD ile ilişkilere yönelik endişelerle dolar/TL 5.93’ü gördü. Ağustos ayında doların 5.45’in altını gördüğünü hatırlayalım. Son gelişmeler, yeni yıl öncesi tablonun bir önceki yıla göre çok da farklı olmayacağı yönünde. Kaldı ki, kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s de halihazırda kredi notu “B1”, kredi notu görünümünü ise “negatif” olan Türkiye’nin durumunun gelecek yıl 5 Haziran’a kadar değişmeyeceğini duyurdu. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ise dengeleme sürecinin devamı ve güçlü özkaynak ihtiyacını gerekçe göstererek bankalara 2019 kârlarını dağıtmamalarını önerdi. Bir anlamda, Moody’s’in bankacılık sistemi için yaptığı kırılganlık uyarısını teyit ediyor. Halk açısından en somut ifade ise Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in elektrik borcunu ödeyemeyenlerin sayısına ilişkin yanıtında yer aldı. Buna göre, ilk dokuz ayda elektrik borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 3.5 milyona ulaşmış. Doğalgaz borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ise 710 bin 364. Daha da somutlarsak: Genç İşsizler Platformu’nun Aralık 2019 İşsizlik Ev İstihdam Raporu’na göre, 1 yıldan fazla süreyle iş arayan üniversite mezunlarının sayısı son 1 yılda 200 bin artarken, üniversite mezunu işsiz sayısı 1 milyona yaklaştı.
Ekmek aslanın ağzında…
Geçen hafta, Çorum’da belediye zabıtalarının bir simitçinin tablasını dağıtıp simitleri yere saçan görüntüler sosyal medyada en çok dönen konu oldu. Olayın, Ziraat Bankası’nın batmakta olan Simit Sarayı’nın kurtarma girişimine denk gelmesinin de büyük payı var. Kaldı ki, yasa ve yönetmeliklerde simitleri yere savurmak diye bir düzenleme var mı? Dolayısıyla olay, zabıtanın simit tezgahlarına yönelik bilindik tavrından ziyade bu tavrı içeren güç gösterisi ve onun politik iktidarcı yansımasıdır. Zabıta sorumlusu 23 yıldır simitçilik yapan kişiye “sana ekmek yedirtmem” diyor. Ekmek yemenin zaten her geçen gün zorlaştığı, işsizliğin rekor kırdığı bir süreçte, bunları söylüyor. Eğer izni yoksa simitçi 23 yıldır nasıl orada simit sattı? Ortada bir keyfiyet var. Bu tablo, aynı zamanda keyfiliğin güce bağlı olarak tepeden tırnağa ne kadar yaygınlaştığına işaret ediyor. Tepede kayyum atama mantığı, aşağıda simitçiye müdahaleye dönüşüyor. İkisinin ortak yanı güç gösterisi. Ben ne dersem o olur… Gücü yeten yetene…