‘Ne zulüm, ne merhamet yalnızca adalet’ isteniyor ama adaletsizlik açık ara önde. ‘Faili meçhul’ davaları bir bir kapatılıyor. 1990’lı yıllarda işlenen ‘faili meçhul’ cinayetlerle ilgili açılan davalar son dönemde bir bir kapatılarak, sanıklar beraat ettiriliyor. Ankara ve çevre kentlerinde 1993-1996 yılları arasında 19 kişinin öldürülmesine ilişkin açılan ve kamuoyunda “Ankara JİTEM Davası” olarak bilinen dava birkaç gün önce sonuçlandı ve daha önceki cezasızlık örneklerine biri daha eklendi. Dava dosyasındaki deliller faillerin ve kullanılan silahların aynı olduğunu gösteriyor, failler cinayetleri üstleniyor, infaz edileceklerin listesi bizzat devlet görevlileri tarafından mahkemeye sunuluyor ama mahkeme bu tür davaların hepsinde olduğu gibi sanıkların tümüne beraat veriyor.
Davanın sanıkları arasında buluna Ayhan Çarkın bu cinayetler hakkında mahkemede şunları söylemişti: “Bu cinayetler, dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakan, MGK, İçişleri Bakanlığı, İstihbarat Daire Başkanlığı ve Başbakanlığa bağlı MİT’in içinde bulunan Kontr-Terör Dairesi’nin bilgileri ve koordinasyonunun yani o dönemki devletin bilgisi dahilinde işlenmiş cinayetlerdir. Yoksa kimse pervasızca bu cinayetleri işleyemez. Herkes bilgi sahibidir. Bu cinayetleri işleyenler siyasi ve ekonomik rant elde etmişlerdir. Ellerime Kürt kanı sıçradı, şimdi o kanı temizliyorum.” Bu itiraflara rağmen, ilginçtir duruşma sonrası mahkeme davanın tutuklu sanığı Ayhan Çarkın’ın tahliyesine karar vermişti…
***
Cizre, Kızıltepe, Kulp davaları da aynı şekilde, cezasızlıkla sonuçlanmıştı. Yıllardır yüzleşme ve adalet bekleyen aileler, bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı. Türkiye’nin yakın tarihi; katliamlar, kayıplar, ölümler ve faili meçhul bırakılan cinayetler mezarlığı gibidir. Toplumun büyük bir kesimi de yaşananları normal bir şeymişçesine kanıksadı. Konuyu gündeme getirmeye çalışanlarsa baskı gördü, cezalandırıldı. Buna rağmen bundan vazgeçmeyen insanlar oldu. Yılllardır süren savaşta karanlıkta kalan birçok sayfa var. Bu sayfalar aydınlatılıp gereği yapılmadan gerçek bir barış sağlanamaz ve demokratik düzen oluşturulamaz. Baskıcı rejimlerin yaşandığı ülkelerde bu rejimlerden çıkış süreçlerinin hemen hepsinde (Şili, Arjantin, Güney Afrika, Guatemala, Endonezya, Ruanda) hakikatleri araştırma komisyonları kurulmuş ve gerçekler ortaya çıkarılmıştı. Amaç yaşanmış olan insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmak, geçmişle yüzleşmek ve toplumda bir uzlaşma yaratmaktı. Türkiye böyle bir yol izlemedi ne yazık ki. Üstelik ortadaki gerçeklerin üstünü örtmeye çalıştı hep. Gerçek bir yüzleşme, hesaplaşma ve adalet olmadığı için bugün birçok eli kanlı katil aramızda dolaşıyor.
***
Toplumun büyük kesimi yapılan bu insanlık dışı olayları, gerçekler saklandığı için hala yaşananları tüm boyutlarıyla bilmiyor ya da anlatılanları abartı olarak görüyor. Türkiye’deki insan hakları örgütleri kayıtlarında kayıp adı altında yüzlerce kişinin isim listesi bulunuyor. İsimler devlet arşivlerinde de yer alıyor. İşte adalet kıvılcımının sönmemesi için, Cumartesi Anneleri ‘kayıp’ları için yıllardır toplanıp her hafta kayıplarının akıbetini soruyorlar… Aradan geçen zaman içinde çocukları büyüdü, büyükleri yaşlandı, yaşlıları öldü… Yüzlerce insan hâlâ kayıp. Bu ailelerin hiçbirinin bir çiçek koyabilecekleri, başında dua edebilecekleri, ziyaret edebilecekleri bir mezar taşı bile yok ama kayıp yakınları mücadelelerini ve umutlarını sürdürüyorlar. Yazının son sözünü yazar ve aktivist Ariel Dorfman söylesin istiyorum: “Geçmişi yok saymak, iktidarda olan bazılarının iddia ettikleri kadar kolay değildir. Bu dünyada hala onları hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan bile varsa bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlaki çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu yeter. Tarih bizi dinliyor olabilir, tarih bize cevap verebilir.”