Dönemin iktidarının adına “Hayata Dönüş” dediği 19 Aralık Katliamı’nı anlatan dönemin tanığı Hacer Arıkan, “19 Aralık ile yapılmak istenen tecrit ve izolasyon politikaları daha net uygulanıyor ama başaramadılar” dedi
F tipi cezaevi sistemine geçmek amacıyla 19 Aralık 2000’de adına “Hayata Dönüş Operasyonu” konulan ve 20 cezaevinde aynı anda başlatılan baskının üzerinden 19 yıl geçti. Demokratik Sol Parti (DSP)- Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi (ANAP) koalisyonun talimatıyla yapılan operasyon sonucunda 30 tutuklu yaşamını yitirirken yüzlerce tutuklu da yaralı kurtuldu. Katliam sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nde olan Hacer Arıkan ve Uşak Cezaevi’nde olan Münevvet Küçük ile Ümraniye Cezaevi’nde yaralı kurtulan Sadık Akyüz’ün ablası Aygül Akyüz Mezopotamya Ajansı’ndan Tolga Güney ve Bilge Çevik’e o dönemi anlattı.
’20 yıl önce bu kadar pervasızca değildi’
O dönem hücre tipi cezaevlerine (F Tipi) , tecrit ve izolasyona karşı mücadele yürüttüklerini hatırlatan Arıkan, “Şuan ki atmosfere baktığımızda günümüz bana daha korkunç geliyor. 19 Aralık ile yapılmak istenen tecrit ve izolasyon politikaları daha net uygulanıyor. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile insanlar işlerinden atılıyor, cezaevlerine atılıyor, çalışamaz duruma getiriliyor. Bundan 20 sene öncede insanlar sebepsiz yere gözaltına alınabiliyordu ama bu kadar pervasız değildi” dedi. Her sürecin kendine göre zorlukları olduğunu vurgulayan Arıkan, “Bizim yaşadığımız dönemde de insanların mücadele edemez duruma getirilmesi hedefleniyordu. Koğuş sisteminin de insanlar için zor yanları vardı. Ama bir arada yaşamanın verdiği dayanışma, paylaşım o zorlukların üzerinden kolaylıkla gelebiliyorduk. 20 cezaevine aynı ayda operasyon düzenlendi, politik tutuklulara karşı yapılan bu şey, gelecek olan zor dönemin insanlar tarafından sessiz kalınarak, kabullenmesini sağlamaktı” diye belirtti.
‘Başaramadılar’
Saldırıyla amaçlanan şeye devletin ulaşamadığını belirten Arıkan, “Cezaevlerinde insanlar hala direniyor. Umudumu yitirmedim, tutuklu olan insanların da umutlarını korudukları sürece başaracaklarını düşünüyorum” diye konuştu. O gün tutuklulara dayatılan koşulların bugün tüm topluma dayatıldığını dile getiren Arıkan, şöyle devam etti: “Tüm bu politikaların sonucunda insanlar birbiriyle konuşamaz, dayanışamaz hale getirilmek istendi. Ama bunda başarılı olacaklarını düşünmüyorum. 19 Aralık’ın üzerinden seneler geçebilir ama dayanışma, paylaşım ve umut her zaman insanlığımızı ayakta tutacaktır. Umudumuzu kaybetmediğimiz sürece…”
Ecevit’in katliamdaki rolü
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “F tiplerine geçiş olmazsa IMF politikası uygulanamaz” dediğini belirten Münevvet Küçük ise, “Ben o dönem Uşak Cezaevi’nde kalıyordum. Burada sadece devrimci kadın tutsaklar kalıyordu. Ramazan ayındaydık. Operasyonun olacağını Kürt annelerinden biri sahura kalkıp, tüplerin yanmadığını fark edince anladık. Kalktık, zaten uzun namlulu silahlarla içeriye girdiler. Biz o arada ölüm orucunda olan arkadaşlarla barikat kurmaya çalıştık. Zaten çok anlık bir şey olduğu içinde o barikatı açtılar. Bizleri darp ederek, işkence yaparak, havalandırmada topladılar. Saatlerce havalandırmada beklettiler” ifadelerini kullandı.
İşkence gördük
Yeni yapılan 6- 8 kişilik özel koğuşlara götürüldükleri sırada yaşadıklarını da anlatan Küçük, sözlerini şöyle sürdürdü: “Oraya gidince çok onur kırıcı aramalardan geçtik, polisin, jandarmanın, gardiyanın yaptığı çıplak aramalar, makat aramasına kadar işkenceler yapıldı. Niyetleri zaten üzerimizde bir şey var mı yok mu diye bir arama değildi. Üzerimizde çakmak olmasına rağmen hücreye koyulduk. Daha sonra arkadaşlarımız o çakmaklarla bedenlerini tutuşturdular. Niyetleri sözüm ona bunu engellemekti ama üzerimizi aramadılar. Kadınlığımıza dönük bir arama yapıldı.”
Daha kötüsü bizi bekliyordu
Sonradan operasyonun büyüklüğünü öğrendiklerini vurgulayan Küçük, sözlerini şöyle tamamladı: “Biz, konulduğumuz üç ayrı tecrit hücresinde sayım vermemeye başladık. Bu durum üç gün sürdü. Daha sonra yeniden bir operasyon yapıldı. Bu defaki operasyon 19 Aralık’takinden daha ağır bir operasyondu. Dumandan zehirlenenler, kendini yakanlar oldu. Daha sonra buradan bizi tek kişilik tecrit hücrelerine koydular. Orada da direnişe devam ettik. Onur kırıcı yapılan her aramada biz daha fazla direnişe geçtik. Çünkü biliyorduk ki en ufak bir tavizde bize daha kötüsünü yapacaklardı. Onların dönüştürmek istedikleri mekânı, biz yeni koşullar içerisinde başka bir statüye kavuşturduk.”
‘Medya 5 yıldızlı otel dedi’
Katliamda yaralı kurtulan Sadık Akyüz’ün ablası Aygül Akyüz, o döneme dair aileler olarak yaşadıklarını anlatarak, “Abim siyasal mücadeleye girmeye, sistemi sorgulamaya başladığı zaman düzmece bir nedenden dolayı tutuklandı. Tutuklandığı zaman F tipileri inşaat halindeydi, daha kurulmamıştı ama kurulacaktı. Tutuklular operasyon olacağından, bunları yaşayacaklarından haberdarlardı. Sadece bunların ne zaman olacağını bilmiyorlardı. O zaman F tipleri medyada parlatılarak, ‘5 yıldızlı oteller gibi’ olduğunu anlattılar. İnsanları öyle kandırdılar ama biz bunun böyle olmadığını biliyorduk” dedi. Tutukluların dayatmaya teslim olmayacaklarını söylediklerini anımsatan Akyüz, süreci şöyle anlattı: “Onlar bize kanlarının son damlasına kadar mücadele edeceklerini; F Tiplerinin yıllar sonra akıl hastanesi gibi bir şey olacağını; toplumdan, insandan uzak bir sistemin insanlık için iyi olmadığını, teslim olmayacaklarını ama bir şekilde operasyon yapılacağını söylüyordu. Abim açlık grevindeyken zorla müdahale edildiği dönemde şiddet ve işkenceye uğradı. Abimin her görüş gününde fiziksel olarak vücudunda morluklar, şişlikler görüyorduk.”
‘Cezaevinden duman yükseliyor’
Operasyon sabahı ailesinin daha cezaevine yaklaşmadan gözaltına alındığını ifade eden Akyüz, yaşadıklarını şöyle aktardı: “İçeriden cesetler, yaralılar çıkıyor, cezaevlerinin üstünden dumanlar yükseliyordu. Haberlerden takip etmeye çalışıyoruz. Her kanaldan cezaevinden çıkarken yanmış yüzleriyle insanlar arasından Sadık’ı görebilecek miyiz diye 4 gün boyunca abimin çıkmasını bekledik. En sonunda annem, babam ‘oğlum öldüyse cesedini alalım’ diyorlardı. Ne yaralı ne ölü olduğundan hiçbir şekilde haberimiz yoktu. O zaman da çıktığını biz yine televizyondan görüp öğrenmiştik. Abim bir ring aracından çıkarılırken gördük.”
‘Öldürmeye geldiler’
“Güya adı ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ydu” diyen Akyüz, şunları söyledi: “Sadık’ın en son Kandıra F Tipi Cezaevi’nde olduğunu öğrendik. Sadık o süreçte açlık grevine devam ediyordu. İlk görüşe gittiğimizde karşımda duran abim değildi. O zaman karşılaştık F tipleriyle, küçücük odalar, telefonla konuşmak zorundayız. Sürekli kesiliyor telefon konuşması. Gardiyanlar abimin üzerine bir kova su döküp, önümüze atmışlardı. Tavrı, duruşu değişmişti. Abim, ‘En çok onların söylemleri bizi incitti, ‘it sürüleri, teröristler, pis Kürtler’ diye ağır ithamlarda bulundular. Cezaevinde kendimizi savunacak hiçbir şeyimiz yoktu ve bize ateş ettiler. Bizi öldürmeye geldiler’ dedi.”
Ne olmuştu?
20 Ekim 2000 tarihinde F tipi cezaevi sistemini protesto etmek amacıyla yüzlerce siyasi tutuklu 19 temel taleple açlık grevine başladı. DSP- MHP- ANAP koalisyonunun Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün tabiriyle “devletin şefkatli eli”, ölüm oruçlarını sonlandırma gerekçesiyle 19 Aralık’ta 20 cezaevine aynı anda “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen bir katliam yapıldı.
Operasyonda, ağır silahların yanı sıra hala ne olduğu ortaya çıkarılmayan kimyasal yakıcı maddeler, iş makinaları, helikopterler ve gaz bombaları kullanıldı. Yüzlerce asker, polis, gardiyan ve kontrgerilla birliğiyle yapılan operasyonlarda 30 tutuklu öldürüldü, yüzlercesi ağır şekilde yaralandı.
Ölüm orucu ve operasyon sonucu, 122 tutuklu hayatını kaybetti, 500’den fazlası sakat kaldı.