Son zamanlarda artan intihar vakalarının sistemin yarattığı tahribat olduğunu ifade eden Sosyolog Sustam, ‘İntiharlar sadece kişisel ve toplumsal değil, politik bir vaka olarak ortaya çıkıyor’ dedi
Ekonomik yetersizlik nedeniyle İstanbul Fatih’te 4 kardeşin intihar etmesinin ardından, Türkiye’de kar topu gibi büyüyen intihar vakaları meydana geldi. Uzmanlar, intihar eden kişilerin geçinememeye bağlı yaşam kaygısından meydana geldiğini belirtirken, iktidar sadece siyanür satışını yasaklamakla yetindi. Tüm bu yaşanan süreçleri değerlendiren Paris 8 Üniversitesi Öğretim Görevlisi Engin Sustam, dayanışmanın köreltildiği bir dönemde insanların kendi içine kapandığını ve bu nedenle intihar vakalarının arttığını söyledi.
‘Sistemin yarattığı tahribat’
İntiharların sistemin yarattığı bir tahribatın sebebi ve sonucu olduğunu ifade eden Sustam, “İşsizlik ve güvencesizlikle sürekli risk altında olan ya da sadece Alevi, Kürt, çocuk ya da başka bir özne olduğu için bunlarla cebelleşip, sistemin baskısına maruz kalan insanlara sistem kendi bedenlerine zarar vermekten başka bir şey bırakmıyor” dedi.
Krizi gündelik hayatın içinde yaşayan insanların bir travmayla baş başa kaldığını belirten Sustam, “2010 krizi itibariyle dünyada yaratılan kriz yönünde yeni bir istikrar ekonomisi ortaya çıktı. Yani liberalizmin bir dönem desteklediği o sosyal devlet anlayışı bitmek üzere. Psikolojik olarak başka bir kapitalizme, yeni bir faşizme doğru gidiyoruz” diye belirtti.
‘Politik bir durumdur’
Kapitalizmin saldırılarından kitlelerin etkilendiğine dikkat çeken Sustam, yaşanan intihar vakaların sadece kişisel nedenlerle açıklamanın yetersiz kalacağını kaydetti.
Sustam, bu durumun sadece bir sosyolojik veya psikolojik vaka olarak da ele alınamayacağını vurgulayarak, “Bu işin içinde savaş, militarizm, çatışma süreci, kriz ekonomisi ve artan ırkçılık var. Çünkü bireyi oraya doğru getiren politik, ekonomik ve toplumsal bir durum var. İntihar, bizim sosyolojinin daha ilk zamanlarından itibaren Durkheim’ın söylediği sadece kişisel ve toplumsal değil politik bir vaka olarak ortaya çıkıyor ” ifadelerini kullandı.
‘Emek tamamen yok ediliyor’
Mevcut kapitalist sistemin 1950’ler kapitalizmi gibi olmadığını belirten Sustam, sosyal devlet anlayışı ile insanlara destek veren bir sistemin artık geride kaldığını söyleyerek, “Yani sadece sosyal devlet bitmedi, devletin herhangi bir minimum işleyen aygıtları da bitmiş durumda. Bunu destekleyen en önemli nedenlerin başında, ekolojik yıkım, savaş, militarizm ve ekonomi gibi birbirini besleyen, devam ettiren ve bir şekilde toplumu intihar haline sokan bir ruh halini ortaya koyuyor. Çünkü krizlerle toplumsal durumlar iyice kırılganlaşıyor. Kişilerde ve toplumsal alanlarda belirli akıl yarılmaları ortaya çıkıyor. Herkesin öyle bağımlı ve borçlandırıldığı bir zamanda yaşıyoruz ki bakkala olan borcunu ödeyemeyecek insanlardan bahsediyoruz. Emeğin tamamen yok edildiği, sömürüldüğü, çalışanların çalıştığı halde kendi kiralarını ve borçlarını ödeyemediği, zamlarla sürekli borçlanma haline getirildikleri bir dönemde bir vatandaş ne yapabilir?” diye sordu.
‘İşsizliğin vebalı Kürtlere ve göçmenlere yükleniyor’
Bu süreçlerde toplumu düşünen bir devlet değil, tamamıyla kendini çıkarlarını düşünen bir devlet örneğinin ortaya çıktığının altını çizen Sustam, şöyle devam etti: “Öyle bir toplumsal yapının içindeyiz ki her gün insanlar bir ulusal damar üzerinden, aşırı milliyetçilik üzerinden besleniyor. Bu milliyetçilik bir yandan işsizliğin sebebini göçmenlere yüklerken, diğer yandan Kürtlere yüklüyor. Böyle sebeplerin çoğalması ile birlikte, böyle bir yapı içinde intihar vakaların çoğalması bana çok normalmiş gibi geliyor. Ortada müthiş patolojikleşmiş bir toplumsal yapı var. Ondan dolayı libidinal ekonomi içerisindeyiz ve bu libidinal ekonomi dünyası içerisinde neoliberalizm bir şekilde borçlar, krediler, pazarın ihtiyaçları üzerinden ortaya zaten patolojik bir toplum çıkarıyor. Bu patolojik toplum modeli ilaçlara bağımlı da olsa, çözüm olmayan bir kriz, bu kriz hali de intiharları tetikleyen en önemli nedenlerden biridir.”
İntihar vakalarına bu yönüyle bakıldığında toplumun büyük bir kesiminin hastalıklı bireylere dönüştürülmeye çalışıldığının görülebileceğini vurgulayan Sustam, “Bu 1990’lı yıllardaki savaşlarla birlikte kendini çok ciddi olarak göstermişti. İntihar eden eski özel tim elemanlarından koruculara, polislerden askerlere kadar bir sürü vaka ortaya çıkmıştı. Bugün ise bu vakalar her alanda genelleşmiş durumdadır. Özellikle bu son dönemde ortaya çıkan ailelerin toplu intihar vakaları bunu gösteriyor” dedi.
Siyasi ve ekonomik krizin yansımasının sadece intihar vakaları olarak kalmayacağını dile getiren Sustam, “Gezi Direnişini düşündüğümüzde siyasi krize artık yeter diyenler tarafından iktidarın nasıl cevap olduğunu gördük. Şuan olan kriz ileriki günlerde bu tarz bir direnişi doğuracaktır” diye konuştu.
Türkiye’nin 9 Ekim tarihinde Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını da değinen Sustam, saldırıların devam eden ekonomik kriz ve tıkanan rejim sorununa bir cevap arama olarak okunması gerektiğini söyledi.
‘Tehdit öznelerinden biri Rojava Devrimiydi’
Erdoğan’ın 1923 – 1071 gibi tarihsel olarak ters bir kronoloji okumayla sistemi yeniden kurmak istediğini ifade eden Sustam, “Dolayısıyla bu sembolik okumalar üzerinden Türkiye’deki Pan-Türkist ve Pan-İslamist siyaseti yan yana getirmeye çalışıyor. Sanırım Erdoğan bunu başarıyor. Yani daha önce Kemalistler bunu yapamadı çünkü Pan-Türkist bir sistem yaratmışlardı. Erdoğan, ise Pan-İslamist ve Pan-Türkist sistemi yan yana getirdi ve iktidarlaştırdı. Bunu aynı zamanda paramiliter cihatçı gruplar üzerinden de örgütleyerek Ortadoğu alanında bir cevap bulmaya çalıştı. Bu cevabın en önemli tehdit öznelerinden biri Rojava ve onun devrimiydi” ifadelerini kullandı.
Kaynak : MA