Alman yazar sosyolog Jutta Ditfurth, faşizmin; milliyetçi, mistik ve insan sevmeyen yüzünü yeniden modernize etmeye çalıştığına ve örgütlenmek için ideolojik bir “dayanak”olarak ‘ekolojinin sağcı yorumunu’ kullandıklarına dikkat çekmektedir. Türkiye’nin bazı bölgelerinde MHP gibi partiler ve bazı gazeteler ile TV’ler ekoloji meselesine ilgi göstermektedir. Bu ilgi faşizmin modernizasyonuna dönük adımlar olarak değerlendirilmelidir. Faşist partilerin ‘entelektüel’ bir dil tutturma çabası ile ekoloji sorunlarını dillendirmeye başlamaları dikkat çekicidir.
Küresel ısınmanın sonuçları açıkça ortaya çıktığı günümüzde buna neden olan şeyin kapitalizmin aşırı üretim ve tüketim zorunluluğu olduğu gerçeği artık gizlenememektedir. Bu bağlamda halkların ekolojik sorunlara karşı artan tepkisel duyarlılığını saptırmak ve ekoloji sorunlarının toplumsallaşmasının önüne geçmek amacıyla, ‘eko-faşist’ ideoloji yaratılmaya ve sermaye hizmetine sunulmaya çalışılmaktadır.
Kapitalistlerin kendi deyişiyle bugün en önemli korkuları, ‘doğal kaynak arzına ısrarlı ve makul maliyetle’ erişememe korkusudur. Bu korku onları daha ‘korumacı’ yaparken korudukları tek şey ise kapitalist üretim süreçlerinde sınırsızca ihtiyaç duydukları doğal kaynaklar olmaktadır. Havza yönetim planları vb. kavramlarla halkın katılımını hedefledikleri söylenen aslında bir avuç bürokrat ve projeci dernek veya şirketin bir araya gelerek koruma söylemleri ile kapitalist yağmanın ihtiyacı olan kaynaklardan halkı uzaklaştırmaktan gayrı hedefi olmayan yöntemler, kapitalizmin son dönem de ortaya koyduğu uygulamalardan sadece birisidir.
Dünya üzerinde birçok ülkede ortaya çıkan ‘faşizm’ eğilimleri tesadüf değildir. Faşizmi hakim kılarak kapitalizmin zora dayalı biçimde sermaye birikimini sürdürmesi onlar için tek seçenek. Bugün kapitalist büyüme oranı 30’lu yıllarla aynı seviyelere düşmüş durumda. Yani dünya kapitalist büyüme, ortalama yüzde 2,5 civarında. Kapitalizmin aşırı sömürü ve saldırı politikalarına rağmen büyümeyi sağlayamamış olmasının en temel nedeni ise doğal kaynakların hızla tükeniyor olmasıdır.
Ekoloji mücadelesinin kapitalizmin hegemonyasına girmesine izin vermemek ve ciddi bir merkezi örgütlenme ile gidişata dur demenin yolu mutlaka bulunmak zorunda. Apolitik bir ekoloji mücadelesi asla yürütülemez. Bazı ekoloji mücadeleleri politikanın dışında kalmayı bir marifet gibi dayatma peşinde olmaları manidardır. Son dönem birçok ‘ekoloji’ sözcüğüyle başlayan yapılanmalar ortaya çıkarken bu çabanın bazı siyasi örgütlenmelerin bu alanda etkili olma hedefi içinde olduklarını göstermektedir.
Ekoloji mücadelesinin en geniş kesimleri bir araya getirme gücü en son Çanakkale’de yaşandı. Yüz binlerce insan altın madenine karşı birlikte başarılabileceğini gösterdi. Bugün 70’e yakın yerel örgütlenmeyi bir araya getirme başarısını göstermiş olan Ekoloji Birliği, ihtiyaç duyulan merkezi bir çatı olma özelliği göstermektedir. İlkeleri içindeki antikapitalist olmak ve fonlardan beslenmemek gibi çok önemli vurgular dikkat çekmektedir. Ekoloji Birliği içinde korunması gereken alanlar için bir arada durmak ve tartışmaları orada sürdürmek mümkündür.
Ancak geleceği kurtarmamıza elbette bu örgütlenme yetmez. Süreç, siyasi bir süreçtir. Saldırılar sermaye kesimlerinden gelmektedir. Bu bağlamda sermayenin her türden saldırısının hedefi olan kesimlerin ekoloji sorununu içerecek bir programa kavuşması yaşamsaldır. Köylülerde açığa çıkan doğa yağmasına karşı tutum halkın tüm kesimlerini kavramalı ve özellikle işçi sınıfı örgütleri de bu sürece yüzünü acil olarak dönmelidir. Parti ve siyasi hareketlerin hem ideolojik hem de stratejik anlamda ekolojik sorunları merkezine alan bir yönelime girmesi artık ertelenemez.
Özellikle sosyalist parti ve hareketlerin, ekolojik yıkıma ve buna bağlı gelişen iklim krizine dönük politikaları ortaya koymaları gerekmektedir. Geçtiğimiz günlerde sevgili Fikret Başkaya gazetemizdeki kaleme aldığı köşe yazısında, “Kapitalizm dahilinde iklim krizi, ekolojik yıkım da dahil, hiçbir sorunu çözmek, süreci tersine çevirmek mümkün değildir… Bu tehlikeli kör gidişi durdurmanın, insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmanın yegane yolu, vakitlice kapitalizmden çıkmaktır… Bunun için de komünist bir gelecek perspektifine endeksli, eko-sosyalist bir geçiş sürecine ihtiyaç var… Bunun dışında bir gelecek yok… Bilen varsa söylesin… Öyleyse, küresel işçi sınıfına, yeryüzünün lânetlilerine ve organik entelektüllere önemli bir iş düşüyor demektir… Velhasıl, insanlığın ve uygarlığın geleceği onların basiretine bağlı olacak…” sözleri önemli ve bir o kadar da öğreticidir.