Lezgin Akdeniz/Diyarbakır – MA
Prof. Dr. Arif Nacaroğlu, Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde yapılan barajların binlerce yıllık Mezopotamya topraklarını sular altında bıraktığını belirtti. Barajların yarattığı sonuçlarının ise Urfa’da çölleşen topraklar olarak karşılarına çıktığını ifade etti
Antep Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektrik ve Elektronik Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Arif Nacaroğlu, Mezopotamya barajlarının Mezopotamya’daki etkilerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Türkiye’nin elektrik enerjisine ihtiyacı olmadığını söyleyen Prof. Dr. Nacaroğlu, Dicle Nehri üzerine inşa edilen Ilısu Barajı’na dair gösterilen tepkilere yanıt olarak iktidarın sürekli büyüyen ve mutlaka karşılanması gereken elektrik ihtiyacını göstermesinin doğru olmadığını ifade etti. Nacaroğlu, Süleyman Demirel döneminden bu yana ‘her an karanlıkta kalacağız’denilerek, halkta böyle bir karamsarlık yaratılarak enerji yatırımlarının şart olduğu algısı yaratıldığını dile getirdi.
‘Barajların enerjiyle alakası yok’
‘Enerjiye ihtiyacımız var’ talebiyle çok kolay kâr elde edebilecek alanların sermayeye açılması için bu politikaların üretildiğini söyleyen Nacaroğlu, “Türkiye’nin genel enerji politikası böyle ama bölgeye rakamsal olarak baktığımızda mesela 1200 megavatlık Ilısu Barajı yapılırsa Türkiye ihtiyacının binde 8’ini karşılayacak. Binde 8 demek yani bin odalı bir evde 8 tane odanın elektriğini kapatmak anlamına geliyor. Türkiye’nin hiç böyle bir enerjiye ihtiyacı yok. Kaldı ki bu ısrarın arkasında aslında bu çok da gizli saklı olmayan, MGK toplantısında bu açıkça dile getiriliyor. Bu barajların yapılmasının elektrik enerjisiyle çok doğrudan bir alakası olmadığı görülüyor” diye konuştu.
‘Su silah olarak kullanılıyor’
Su varlığının sınırlı olduğu Mezopotamya’da, bu kadar suyu harcamaya çalışmanın su hakkına erişimde büyük sorunlar yarattığını belirten Nacaroğlu, şunları ekledi: “Şu anki siyasete baktığınızda tabii ki suyun bir silah olarak kullanılması söz konusu. Bunun en somut örneği baba Esad zamanında Suriye’de yapılan saniyede 500 metreküp su verme anlaşmasının imzalanıyor olmasıdır. Yani ‘su benim ve ben bu musluğu istediğim kadar açarım. Bunu yaparsan kapatırım’ gibi siyasi pazarlık konusuydu. Ama artık dünya daha bir bütün. İnsanlar sınır tanımadan daha anlamlı birliktelikler oluşturuyorlar. Yani dünyanın hiçbir insanı, yakın gelecekte hemen aşağımızda belli halklar susuzluktan yok olurken, burada anahtarı belirli kişilerin elinde tutmasına kimsenin izin vermeyeceğini düşünüyorum. Dolayısıyla suyla aşağı Mezopotamya’da yaşayan insanların tehdit altına alınabilmesini bir masal olarak görüyorum. Yani bu yöntemle hiçbir halk esir alınamaz.”
‘Tarım arazileri yok ediliyor’
Dicle ve Fırat nehirleri üzerine yapılan barajların tarım arazilerini çölleştireceğini söyleyen Nacaroğlu, “Hidrolik barajların bir yaşam ömrü var, 50 ila 70 yıl. Ama koskoca tarım arazileri yok oluyor. Belki biz görmeyeceğiz ama 100 yıl içinde dünyanın en büyük sorunu tarım arazileri sorunu olacaktır” diye konuştu. Buna rağmen göz göre göre binlerce yıllık Mezopotamya tarım topraklarının sular altında bırakıldığını kaydeden Nacaroğlu, “Bunların sonuçları yavaş yavaş Urfa’da, Harran’da, GAP projesinde ve çölleşen topraklar olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bugünü kurtararak, aslında yarınımızı feda ediyoruz. Hidrolik barajların, çok büyük su gölleriyle tarım topraklarını yok ediyor olması gelecek için bir faciadır” uyarısında bulundu.
Teknoloji siyaseti yener!
Enerji politikalarındaki temel eksikliğin tasarrufa gerekli önemin verilmemesi ve enerjiyi harcama gerekliliğini ortadan kaldıran politikaların uygulanmaması olduğunu vurgulayan Nacaroğlu, “Artık insanlar daha az enerjiyle yaşamlarını sürdürmenin yollarını üretmeli ve hükümetler bunlara önayak olmalı. Küçük ölçekli binalarda, mahallerde insanlar kendi çatılarına koyacakları güneş panelleriyle kendi ihtiyaçlarını karşılayacak mikro ölçekte santraller yapmalı diye düşünüyorum. Gelecekte bu yöne doğru gidiyor. Yani ne alan ne veren, sıfır enerji için projelendirilmiş binalara ihtiyaç var. Batı çoktan başladı yapmaya. Bizim de kaçınılmaz olarak buraya gideceğimizi düşünüyorum. Çünkü teknoloji, siyaseti zaman içinde her zaman yeniyor. Sonuç bu şekilde olacak. Dolayısıyla gelecek dönemde, mutlu insanın az enerji kullanan insan olacağı ve bunun herkes tarafından fark edileceğini umut ediyorum” diye belirtti.
‘Dicle ve Fırat da elimizden gidecek’
Baraj projelerinin sebep olacağı ekolojik, sosyal, psikolojik yıkımların yanı sıra binlerce yıllık kültürel ve arkeolojik alanları yok edeceğine de dikkat çeken Nacaroğlu, “Sümerlerden gelen yazıtlardan oluşan kutsal kitaplarda Dicle ve Fırat’la beraber burada üçüncü bir nehir olduğuna dair ibareler vardı. Ve üçüncü nehir kurudu, yok oldu. Yakın bir zamanda Dicle ve Fırat da maalesef insanlığın elinden gidecek gibi görünüyor. İklim değişikliği, ozon tabakasının delinmesi ve suların çekilmesi yani bunlar su kaynaklarını ciddi bir şekilde tehdit ediyor. Aslında bu talan, Fırat ve Atatürk Barajı’nın yapılmasıyla başladı. Adıyaman’ın koskoca ilçeleri yok oldu. Birecik Barajı’yla koskoca bir Halfeti ilçesi yok oldu. 10 bin yıllık medeniyet yok oldu. 2500 yıllık Zeugma kenti göz göre göre ve insanlar seyrede seyrede Birecik Barajı’nın suları altında kaldı” dedi.