Eşitliği evrensel bir değer merkezi olarak kabul etmeyen bütün tartışma ve söylemleri insanlığın ortak değeri olan demokrasiyi tehdit eden birer saldırı olarak görüyorum, çünkü bu tür totolojilerin hedefinde ne yeni bir diskur ne de yeni bir önerme bulunur, hepsinin hedefinde bariz bir hâkimiyet söylemi vardır. Yıllardır içi tamamıyla boşaltılmış devletin mevcut haline çare olarak meritokrasi önermeleri, samimi olmadığı gibi sahici de değildir.
Meritokrasi, kamu kurumlarında işçi, memur ve bürokratların “eğitim ve becerilerine” göre “özel değer atfederek” seçildiği bir adli sistemdir. Meritokrasinin diğer tarifiyse demokratik hukuk devletidir ve buna göre ideal olan, toplumun her üyesinin “hak ettiği” bir pozisyona getirilmesidir. Bu ancak bir hukuk devletinin garantiye alabileceği bir durumdur, aksi takdirde eşitsizlikleri üreten ve toplumda erk ve malların bireysel başarılara göre dağılmasını sağlayan bir mekanizmaya dönüşür. Bugün dünyanın birçok yerinde olan şey tam da budur. Oysa meritokrasinin etik ve adaletinin meşruiyet ilkesi, fırsat eşitliği ile sonuçlanan başarı ve eşitlik kombinasyonuna dayanmasıdır. Başarılara erişim şansının, kurnazlığa veya torpile göre değil bireyin kendi bilgi ve birikimiyle olmasıdır. Latince meritum (hak) kökeninden ve antik Yunancanın krateinn(kaide/kural) kelimelerinden oluşan meritokrasi terimi kural veya kaideyi hakkıyla yerine getirme anlamına gelmektedir. Kavramın bu bağlamına hiç kimsenin itirazı olmayacak şüphe götürmez bir ortak kabuldür ve bu nokta evrensel bir bilgiyi ifşa etmektedir.
Temelde pozitif bir ilkeyi baz alan meritokrasi, toplumdaki her bireyin hak ettiği yeri alması ve buna göre ödüllendirilmesi, ideal insan varlığının ölçütü değilse bile ölçülebilir üretkenliğin cazibe merkezi olduğu gerçeği acımasız bir sosyal Darwinizm olarak da karşımıza her an çıkabilir. Çünkü meritokrasi mefhumu eğitim aygıtı üzerinde bina edilen bir mekanizmayla ortaya çıkar ve ona dâhil olanlar da toplumun seçkinleri olarak kabul görür. Oysa eğitim sistemindeki eşitsizlik salt gelişmekte olan ülkelerde veya üçüncü dünya ülkelerinde değil aynı zamanda dünyanın en gelişmiş endüstriyel ülkelerinde de fırsat eşitliği sağlamamıştır. Eşitsizliğin bu bariz hali aynı zamanda demokrasi ve adalet dağılımını da etkilemektedir. Bugün dünyada yaşanan bütün zorbalıklar ve trajedilerin temel nedenlerinden biri de fırsat eşitliğinin sağlanmamış olması ve bu bağlamdaki makasın her geçen gün daha da açılıyor olmasıdır.
Oysa toplumsal kurgunun genelini kapsayan bir fırsat eşitliği nosyonu hem demokrasi hem adalet hem de bunlara bağlı olarak gelişen meritokrasi, modern dünyanın en önemli yapı taşlarından biri olabilir. Bu nedenle meritokrasi bir bilgi ve uzman piramidi olarak hem kamu kurumlarını hem de hükümeti siyasi ve ekonomik olarak dönüştürebilir.
Zira meritokrasi, toplumsal hiyerarşide her ne kadar liyakate (merite) sahip olan insanların yükselecekleri bir sistem olarak görülse de zamanla açık toplumun yolunu açabilen bir bilgi sistemi olarak görülmesi gerekir. Yeni bir diskur olarak hem toplumsal kaynakların hem de mükâfatların dağılımının bireyin ‘merit’ine (çalışma ve becerilerine) göre gerçekleşmesi olarak tanımlamaktadır. Bireylerin mesleki ve insani başarılarına göre konumlandırması demokratik toplumlarda önemli bir iş bölümüdür. Eğer eğitim alanında fırsat eşitliği sağlanmamışsa meritokratik mefhuma göre ayıklama beraberinde sosyolojik bir sınıflandırmayı getirir, ki bu adilane değildir.
Nitekim eşit koşulların sağlandığı toplumlarda, toplumsal mükâfatların dağılımı sürecinde sosyo-ekonomik statü, toplumsal cinsiyet, ırk gibi atfedilmiş (verilmiş) vasıflardan ziyade kazanılmış/başarı ile elde edilmiş özelliklere doğru bir geçiş olduğu kabul edilmektedir. Bu suretle toplumsal düzen ve toplumsal adaletin temin edilebileceği öne sürülmektedir.
Kavramın sosyolojik bağlamı temel iddialarıyla eleştirel bir yaklaşımla mercek altına alındığında, sosyoekonomik dağılımın verili toplumlarda eşitsizlikler nosyonunu ortadan kaldıramadığını görülmektedir. Başka bir ifadeyle, özellikle gelişmekte olan ülkelerde meritokrasi nosyonu bir fırsat eşitliği mekanizması olarak görülmemektedir, çünkü çok az bir kesimin eğitime erişim imkânı söz konusudur ve onlar içinde de erke yakın olanlar öncelenmektedir. Dolayısıyla demokrasi ve adalet sabıkası kabarık olan Türkiye gibi ülkelerdeki meritokratik mefhum sadece bir adalet illüzyonu olarak eşitsizlikleri meşrulaştırmakta ve ideolojik bir araç olarak işlev görmektedir.
Batı Avrupa başta olmak üzere gelişmiş demokratik toplumlarda piyasaya dayalı uzmanlık alanları üzerinde tarif edilen meritokrasi, yaşam şanslarının dağılımı (gelir, sosyal devlet hakkı vb.) gibi mesleki istihdam yoluyla gerçekleşen bir spesifik alan uzmanlığıdır. Çünkü kapitalist üretim ilişkileri öncelikli olarak eğitim ve becerilerin kazanılmasını işgücü piyasasına erişim için temel bir önkoşul olarak şart koşmaktadır. Sistem entegrasyonu ve sosyal alt sistemlerin de doğru işlemesi için meritokrasiyi bir sosyal entegrasyon modülü olarak kurgulamaktadır. Bu nedenle, toplumsal alanlara katılım, eğitime erişim ve yüksek gelir elde etmenin yanı sıra sosyal statü için de önemli bir rol oynamaktadır. Hâkim olan sosyal konsepte göre eğitim ve istihdam sistemindeki konum ve alanların dağılımı bir fırsat eşitliğidir. Buna göre, eğitime veya işe erişim ile eğitim ve gelir elde etme, malların ve sosyal statülerin dağıtımı için meşru bir mekanizma olarak meritokratik ilkeler yoluyla gerçekleştirilmektedir.
Dolayısıyla sosyal olarak tanınan statünün, gelirin, gücün ve eğitime bağlı diğer imtiyazların dağılımı, örneğin soylu bir kaynağın (örneğin, soylu menşeili “sponsorlu hareketlilik”) miras bırakma durumunun bir göstergesi olarak algılanmamaktadır. Ve hatta yer yer toplumsal cinsiyet veya etnisite gibi diğer tanımlayıcı özellikleri de kapsar. Bunun yanı sıra her geçen gün bariz bir gösteri toplumuna dönüşen kapitalist sistem cihazları meritokrasi mefhumunu salt bir rekabet performansı olarak görmediğini, özellikle pekişen rekabetin kazananlarına atfettiği prestij, güç ve zenginlikle feodal toplumlardaki geleneksel imtiyazlara dayanan “soyluluk” cazibesini de canlı tutmaktadır.
Oysa eşitlikçi bir meritokratik düzlemi esas alan bir toplumda, din, etnisite, sınıf veya ve sosyal köken üzerinde tabakalaşma yerine, özgün bireylerin bireysel başarılarının toplumsal tabakalanmasına bıraktığını görülecektir. Dolayısıyla toplumsal nizamı meritokratik terazisiyle tartan toplumlar aynı zamanda hukuk devletinin, demokratik dalganın ve çoğulculuğun da önünü açan toplumlardır, aksi taktirde meritokrasinin terazisi de vicdanları gibi hep eğri kalır.