Sözcüğün alışılagelmiş /dar anlamıyla proleterleştirmenin nüfus bakımından sınırına gelmiş olmamıza karşılık, sermayeye dayalı üretim genişlemesini sürdürüyor. Sermayeye dayalı üretimdeki bu genişlemede, insanların mesai dışı emek ve insan çabasının meta üretimine koşulması ve bu yolla toplumsal emeği genişleten kaynaklar haline gelmesinin ciddi ve giderek artan bir payının olduğu gözleniyor.
Satın alınmış emek-gücünü kullanarak yapılan meta üretiminin yanında, birincil amacı meta üretimi olmayan mesai-dışı emek ve insan çabasının değişik düzenekler/bağımlılaştırma araçları aracılığıyla meta üretiminde kullanılmasıyla birlikte kapitalist üretimin işleyiş mekanizmasında ortaya çıkan iki önemli genişlemeye dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi, “sermayeye dayalı üretim”, iş zamanını geride bırakarak insan yaşamının bütün zamanlarını içermeye yöneliyor.
Emeğin, emek gücü biçimi altında metaya dönüştürülmesi suretiyle sömürülmesine dayanan kapitalist üretim sistemi, artık, kapitalizmin gelişmesinin tarihsel bir dönemine özgü bir somut işleyiş olarak görünmeye başlıyor. İnsan hayatının, “iş zamanı” ve “iş-dışı zaman” (1) olarak bölündüğü “sermayeye yarı-bağımlı” biçimi geride kalıyor. İnsan hayatının bütün anlarının sermayeye vakfedildiği bir zaptedilme (exorcisme) durumu ile karşı karşıyayız. Kapitalizm içindeki “toplumsal yaşamımız”, sermayeye değer kazandırmaksızın “kendimiz için” ve “kendi başımıza” olduğumuz tek bir ana bile yer bırakmayan bir sermaye istilasına doğru hızla ilerliyor. İnsan hayatının tamamını “iş zamanı” haline getiren bir istila bu.
Sermayenin “iş zamanı”nda sağladığı bu genişleme, Marxist ekonomi politik eleştirisinin kavramlarıyla değerlendirdiğimizde, artık değerin mutlak kitlesini genişleten bir hareket olarak ortaya çıkıyor.
Sermayenin organik bileşiminin sürekli yükselmesi nedeniyle ortaya çıkan kâr oranlarının düşme eğiliminin sermayeye dayalı üretim için yarattığı tehdit karşısında sermayenin (kapitalist üretim modeli içinde) iki aracının bulunduğu biliniyor. Bunlardan birincisi kapitalist meta üretimini, toplam işçi sayısını artıracak biçimde genişletmek, ikincisi ise çalışma süresini artırmak. İşçileştirilebilir nüfusun sonuna gelinen bir dünyada işçi sayısı artırılamaz. Gerekli emek süresinin sürekli azaldığı bir dünyada çalışma süresini uzun vadeli olarak artırmak mümkün değildir. (2) Ama toplumsal emeği genişletecek bir çalışma zamanını iş-dışı zamanda ortaya çıkardığınızda, çalışma süresini artırmanın bir yolu bulunmuş olur. “Hayatımızı yaşarken” çalıştığımız bu “yeni emek zamanı”nın, herhangi bir “azami süre” ile yaşla, cinsiyetle, hastalıkla vb. “sınırlanması” da sözkonusu değildir. Mesai süresi, hafta tatili, yıllık izin gibi şeylerle de bölünmez. Bu süre içerisinde sarfedilen emeğin ve çabanın yeniden üretilmesi için bir “gerekli emek zamanı” da yoktur. İnsan bu düzlemde sarfettiği emeği ve harcadığı çabayı “kendisi için”, “kendini gerçekleştirmek üzere” sarfettiği bir “özgür emek” ve keyfi bir hareket olarak hissettiğinden, sermaye için yarattığı değerin farkında olsa bile bunu kendisine “sağlanmış” eğlenme, dinlenme, alış-veriş, kültürel etkinlikte bulunma, sosyalleşme, gündelik yaşamı kolaylaştırma, “olanaklarının” mütevazı bir karşılığı olarak görür. Dolayısıyla iş-dışı zamanı “değerlendirirken” sarfettiğimiz emek ve çabamızla yaptığımız meta üretiminde temsil edilen emek zamanı neredeyse bir bütün olarak “artık emek” durumundadır. Böylece sadece çalışma süresini radikal bir biçimde uzatmakla kalınmaz, artık değer oranını da muazzam bir biçimde artıran bir yola girilmiş olur.
İş-dışı yaşamımızın sermaye tarafından işgali ve meta üretimi sürecinin bir fonksiyonu haline getirilmesi sermayenin genişletilmiş yeniden üretim sürecinin gelişen yönünü oluşturuyor gibi görünüyor.
Bu süreci kapitalizmin kaçınılmaz ilerlemesinin bir sonucu, bir “gelişme” olarak karşılayabilir, kapitalizmin değer üretiminin “özgür emeğe” dayalı yolunu da bulduğunu düşünebiliriz. Ama kapitalizmin yarattığı bu durumu, devrimci sınıflar tarafından “öldürülemediği için” yaşıyor taklidi yapan bir zonbi gibi artık sadece beynimizi yiyerek varlığını sürdürebildiğinin bir göstergesi olarak da ele alabiliriz.
Böylece kapitalist toplumun işleyiş mekanizmasındaki ikinci genişleme olgusuna gelmiş oluyoruz: Proleterleştirme kapasitesinin genişletilmesi.
1- İş zamanını “işyeri-iş organizasyonu-mesai”nin çeşitli biçimlerinin bir araya geldiği üretim süreciyle tanımlanmış hayat parçası, iş-dışı zamanı ise, bir bakış açısıyla “yeniden üretim zamanı” olarak da adlandırılabilecek ama bununla sınırlı olmayan, hayatın ekonomik bir zorunluluğun baskısı altında bir başka iradenin yönetiminde geçirilmeyen kısmı olarak tanımlıyorum.
2- Geçtiğimiz otuz yıl içerisinde yeni olarak işçileştirilen ve toplam işçi sayısını aşan bir büyüklükteki nüfusun 8 saatin çok üzerinde çalışma süreleriyle çalıştırıldığı ve böylelikle ortalama çalışma süresini yükselttiği doğrudur. Wallerstein, bugünkü küresel işçi sınıfının yüz yıl önceki küresel işçi sınıfı ile kıyaslandığında mutlak anlamda yoksullaştığını ve ortalama çalışma süresinin uzadığını söylemektedir. Ancak bu orta vadede sürdürülebilecek bir durum gibi gözükmemektedir.