Cezaevlerindeki hasta tutsakların durumu ve gerek Adalet bakanlığı gerekse cezaevi idarelerinin bu insanlara adaletsiz, hatta düşmanca yaklaşımı, Kürtlerin her zaman gündeminde olan ve içini yakan bir sorundur. Son günlerde art arda aldığımız iki haber de hem hasta tutsaklar konusu kapsamında hem de iktidarın HDP’ye uyguladığı düşman hukukunu net olarak ortaya koyması nedeniyle Kürt toplumu tarafından dikkatle ve üzüntüyle takip edildi.
Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde ağır bir kalp sorunu yaşadığı, bir süre için bilincini kaybettiği ve cezaevi doktorunun talebine rağmen hastaneye kaldırılmadığı haberini kamuoyu Demirtaş’ın kendi isteği doğrultusunda 10 gün sonra alıyordu. Bu değerli siyasetçimiz cezaevinde sağlık sorunlarıyla uğraşır ve Bakanlık ve cezaevi idaresinin düşman hukukuna maruz kalırken, bizim bundan habersiz oluşumuz tabii ki acı ve kaygılarımızı daha da arttıracaktı.
Selahattin Demirtaş’ın kamuoyu baskısı üzerine hastane kontrollerinin yapılması ve sağlık durumunun takibe alınmasından kısa süre sonra kendisini cezaevine ziyarete giden Demirtaş ailesi bir trafik kazası geçirdi ve anne ve babası dahil aile fertleri hastaneye kaldırıldı. Bu da iktidarın Kürtlere uyguladığı bir başka zulme işaret ediyordu. Kürt siyasi tutsaklar senelerdir yakınlarının ve kendilerinin de yaşadığı yerlerden çok uzak cezaevlerine sevk ediliyor ve görüş ve ziyaretler hem tutsak, hem ailesi ve yakınları, hem de avukatları için zulme dönüşüyor.
Selahattin Demirtaş’a yönelik kamuoyundaki teveccühe yaslanarak Kürtlerin bir kez daha cezaevlerinde uygulamada olan düşman hukukuna yüksek ses çıkarması zamanı gelmiştir.
Aynı günlerde Demirtaş’ın, gazeteci Mehveş Evin’e verdiği cevaplar yayımlandı. HDP’nin bir süre önce yayınladığı 12 maddelik deklarasyonda erken seçim talebine ilişkin Demirtaş’ın söylediklerinin önemli saptama ve öneriler içerdiğini düşünüyorum.
Evin’in bu konuya ilişkin sorusuna Demirtaş’ın verdiği cevap şöyle: “HDP’nin erken seçim çağrısı meşru ve doğrudur. Bundan sonra bunun altını dolduracak mücadeleyi örgütlemek, büyütmek ve demokratik iktidar alternatifini güçlü, inandırıcı ve ikna edici argümanlarla halkın önüne koymak gerekir. Yani HDP’nin hedefi artık kayyum atamalarını durdurmak için mücadele etmek değil, bizzat iktidara gelerek tüm sorunları çözmektir. HDP demokrasi ilkeleri çerçevesinde istisnasız tüm kesimlerle işbirliği ve ittifak yapmaya hazır olmalı ve ülke yönetimine aday olduğunu ortaya koymalıdır.”
Bu söyleşide Demirtaş’ın söyledikleri, Ocak 2015’te Halkın Nabzı için uzun bir söyleşi yaptığım Selahattin Demirtaş’ın o sırada bana söyledikleri ile paralellik taşıyordu. Bu söyleşide de Demirtaş şöyle ifadeler kullanmıştı:
“Türkiye’de yeni bir siyaset alternatifi doğmuş oluyor. CHP, MHP, AKP’ye mahkum kalmış, mecbur kalmış, çaresiz kalmış halklar için gerçek bir iktidar alternatifi doğuyor. Yani biz barajı geçip parlamentoya kapağı atmış bir parti olmayacağız. Hayır, biz geleceğin iktidarının temellerini atmış oluyoruz, yoksa biz olmasak düşünün 50 sene daha AKP iktidarda kalabilir. Şu anda tek umut biziz, bizi çıkarın şu siyasetten ne kalıyor geriye? Hiçbir şey. Çaresizlik kalıyor.”
HDP tabii ki özellikle CHP gibi bir muhalefet rehavetine hiç kapılmadı. Muhalefet rehaveti muhalif partilerin sık sık yakalandığı bir hastalıktır. Muhalefet bir siyasi partinin hedefi olamaz. Ancak AKP, kamuoyunda öyle bir özgüven sarsılmasına yol açtı ki, muhalif partiler belli bir vekil sayısına, belli bir oy oranına ulaşmakla yetinir oldular. HDP, kendisinin bir iktidar alternatifi olduğunu asla gözden kaçırmamalıdır. Bu onu önemli bir risk olan mağduriyet psikolojisinden de koruyacak ve ezilenlerin iktidar yürüyüşü olma niteliğini pekiştirecektir. Bu nitelik, HDP’ye, AKP/MHP bloğu karşısında kurulacak her ittifakta sadece anahtar değil kurucu parti olma rolünü ve gücünü kazandıracaktır.
Selahattin Demirtaş ve ailesine “geçmiş olsun” derken, halkımıza da iktidar yürüyüşünde “kolay gelsin” demek isterim.