Kazanılmış madalyalar, büyük başarı hikâyeleri ya da kahramanlık gösterileri dışında onları kolay kolay göremezsiniz. Nüfusun yüzde 13’ünü oluşturan yaklaşık on milyon kişilik bir kalabalığı oluştursalar da sokakta, okulda ve işyerlerinde izlerine pek rastlanmaz. Nadir olarak görüldükleri her yerde şefkat ve acıma ile karışık bir sahte yüce gönüllülük duygusu ve derinden gelen “Allah korusun” dileğiyle karşılaşırlar. Engelliler, toplumun en görünmez tabakasını oluşturur.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü geride kaldı. Basında ve televizyonda söz alan hemen herkes, sevgi ve dayanışmanın bütün engelleri kaldıracağından dem vurup, engellerin toplumun şefkati ile aşılacağını anlattı. İyi niyet duyguları altında tüm sorunların çözümü gelecek 3 Aralık’a ertelenip olağan hayata dönüldü. Süreğen görünmezlik sürekliliğine devam etti. Ne yazık ki, toplumsal hayatın görünmez öğesi olan bu geniş kalabalık, toplumsal muhalefet açısından da görünmez kalmaktadır. Siyasal gündeme yoğunlaşmış toplumsal muhalefet ve devrimci hareketler, bu devasa kitlenin sorunlarını temel alan çözümler ve mücadele önerilerine sahip değillerdir. Engelli örgütleri de devlet ve yerel yönetimler ile kurduğu iyi ilişkiler üzerinden birtakım kazanımlar elde etme çabasıyla verili siyasal yapının içerisine girmişlerdir. Bu ikili durum birbirini beslediği için engelli mücadelesi iktidarların bahşedebileceği kısmi halk talepleri ile sınırlı kalmakta, gerçek anlamda siyasallaşmayı başaramamaktadır.
Engellilik, kişinin uzuv kaybı ya da başka sebeplerle oluşan fiziksel-zihinsel durumun yol açtığı yeti kaybı değildir. Engellilik, bireysel değil toplumsal bir olgudur. Engeli yaratan yeti kaybı değil, yaşanan yeti kaybının toplumsal yaşama katılmayı engellemesidir. Doğal olarak bu sorunu çözmesi gereken toplumun kendisidir. Bu nedenle engellilik meselesi esas olarak toplumun siyasal örgütlenmesi ve üretimin yapılış tarzıyla doğrudan ilişkili ele alınmalıdır. Toplumun üretim ve yaşam alanlarında engellilerin toplumsal hayata eşit bireyler olarak katılmasının sağlanması, toplumsal örgütlenmenin ve doğal olarak devletin sorunudur. Toplumsal yaşama eşit katılım üzerinden hareket eden engelli mücadelesi bu nedenle kaçınılmaz bir şekilde yüzünü devlete dönmek zorundadır.
Toplumu, doğayı ve insanı metalaştıran, kâra dayalı üretim yapan kapitalist üretimin hareket noktası, artı değeri artıracak olan sömürünün bütün sınırlarının zorlanmasıdır. Basit bir makineden farkı olmayan işçinin çalışması, verimlilik üzerinden değerlendirilir. Bu noktada engelli emeği salt sömürü ve kâra göre örgütlenmiş kapitalist üretim için verimliliğin düşmesi ve üretimin örgütlenmesinde maliyeti artıran ek düzenlemelerin yapılması anlamına gelir. Engelli emeği, kapitalist için rantabl değildir. Üretim sürecinde verimli olmadığı için sürecin dışına itilen engelli birey, üretimin şekillendirdiği toplumsal süreçte de aynı kaderi yaşar. Yaşamak için emek gücünü satarak geçinen büyük çoğunluk açısından bakıldığında, bu çoğunluğun parçası olan engelliler için emek sürecinden dışlanmak toplumsal hayattan dışlanmakla eş değerdir.
Engellilik, kişinin toplumsal hayata eşit koşullarda katılım imkânlarının ortadan kalkması ile bir görülüyorsa bu sorunu esas olarak yaşayanlar, yoksullardır. Zira üst sınıflar, kendi engelli üyelerinin yaşamsal ihtiyaçlarını toplumsal dizayna ihtiyaç duymadan teknolojik ve ekonomik imkânlar yaratarak kısmi düzeyde aşmaktadırlar. Üst sınıflar arasında engellilik esas olarak yaşamsal bir olgudan öte algı ve psikoloji ile sınırlı kalmakta, engelli bireyler şefkat, acıma duygusu ve dışlanmışlıkla karşılaşmaya devam etmektedirler. İşçi sınıfı ve yoksullar için ise engellilik yaşamsal bir olgudur. Engelli mücadelesinin temel özneleri, talepleri itibari ile bu tabanın üyeleridir ve engelli halkları mücadelesi bu dolayımıyla yoksulların mücadelesidir. Doğal olarak devrimci hareketlerin ve toplumsal muhalefetin kapsama alanındadır. Sosyalistler, aileleri ile beraber otuz milyonu bulan bu devasa tabanın yaşamsal sorunlarına ve bu sorunlar ekseninde şekillenen mücadelesine müdahil olmalıdır.
Engelliler, üretimin ve giderek sosyal güvence ağlarının korumasının dışına düşmektedirler. Bu nedenle üretim, eğitim ve toplumsal yaşam süreçlerine katılabilmek, sağlık, barınma ve ulaşım sorunlarına çözüm bulabilmek adına yüzlerini devlete, devletin iktidarını elinde tutan siyasal yapılara dönmektedirler. Güçlü bir taban hareketinden ve toplumsal destekten yoksunluk, engelli mücadelesini iktidarla uyumlu bir çizgiye hapsolmaya zorlamaktadır. Kendisini siyaset üstü gösteren engelli örgütleri bu duruşları nedeniyle iktidarın siyasal çizgisinin, engelliler arasında hegemonya kurmasına etkide bulunmaktadırlar. Engelli örgütleri ayakta kalabilmek için yerel yönetimler ve devlet kurumlarına bağımlı hale gelirken, engelliler de yaşama tutunabilmek için benzer bir duruma sürüklenmektedirler. Böylece yardımla yaşayan, şefkat duygularıyla yaklaşılan engelli algısı, bizzat engelli mücadelesi tarafından meşrulaştırılmaktadır. Bu durum aşılmalıdır.
Kapitalist üretim devam ettiği sürece, yeti kaybı üretime ve toplumsal yaşama katılmanın önünde hep engel olacak, engelliler hiçbir zaman eşit koşullarda hayata katılamayacaktır. Engelli mücadelesi, bu nedenle hak mücadelesinin bir adım ötesini görmeli, kendisine sosyalizm mücadelesi içerisinde bir yer açmalıdır.