Hak ihlallerininde ciddi artış yaşandığını belirten TİHV Başkanı Fincancı, cezasızlık politikasının işkenceyi arttırdığına dikkat çekerek, buna karşı ortak mücadele yürütmenin önemini vurguladı
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye tarafından 1949 tarihinde imzalanmasına rağmen hak ihlallerinde ger geçen gün bir artış yaşanıyor.
OHAL ile birlikte resmi rakamlara göre 160 bin kişi gözaltına alındı, 70 bin kişi tutuklandı. 208 bin 830 kişilik kapasiteye sahip cezaevlerinde tutuklu sayısı 224.974 kişiye ulaştı. Bu süreçte bin 64 özel eğitim kurumu, 360 özel kurs ve etüt merkezi, 847 öğrenci yurdu, 47 özel sağlık merkezi, 15 özel vakıf üniversitesi, 2 konfederasyona bağlı 29 sendika, bin 419 dernek, 145 vakıf, 174 medya ve yayın kuruluşu kapatıldı. Ayrıca 985 ticari işletme Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredildi. 130 gazeteci tutuklanarak cezaevine gönderildi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) verilerine göre ise Doğu ve Güneydoğu’daki 11 il ve en az 50 ilçede 332 kez sokağa çıkma yasakları getirildi. Burada en az 1 milyon 809 bin kişinin en temel haklarından dahi mahrum kaldığı ifade edildi.
Koruyucu mekanizma devre dışı bırakıldı
Türkiye’de yaşanan hak ihlallerini Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Mehmet Halit Çetinbaş‘a değerlendiren TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı, çok ağır bir dönemden geçildiğinin altını çizdi. OHAL öncesi dönemde insan hakları için koruyucu mekanizmaların kurulduğunu ve bu doğrultuda bir takım kazanımların elde edildiğini ifade eden Fincancı, şimdi bu koruyucu mekanizmaların devre dışı bırakıldığı bir dönemden geçildiğini vurguladı. 2013 yılında insanların haklarına ve yaşam alanlarına sahip çıkma refleksi gösterdiğine dikkat çeken Fincancı, 7 Haziran seçimlerinden sonra, bombaların ve katliamların yaşandığı bir sürece tanıklık ettiklerini belirterek “Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Bu yasaklar ayları buldu. Ağır bombardımanlar altında insanlar evlerini terk etmek zorunda kaldı. Ardından 2016 darbe süreci başladı. KHK’ler ile bütün muhalif örgüt, kurum, kuruluş ve basın araçları kapatıldı. Yine Kürt illerinde kayyumlar süreci yaygın şekilde başlatıldı. İnsanların demokratik iradesine baskı oluşturuldu. Bunların hepsi ağır hak ihlalidir” diye konuştu.
Korku salma politikası
Türkiye’nin tarihi boyunca işkence ve kötü muamele ile var olduğunu dile getiren Fincancı, burada cezasızlık politikalarının uygulandığını söyledi. Cezasızlığı işkencenin devam etmesinin bir aracı olarak yorumlayan Fincancı, “Fakat burada daha özel bir durum var. KHK’ler terörle mücadele sırasında, kamu görevlilerine dair cezasızlık uygulanacağı bir yasal düzenleme ile meşru hale getirilmiştir. İşkence devletin organları tarafından açıkça gözler önüne seriliyor. Böylece topluma korku salınıyor. İnsanlar kendilerini tehdit altında hissediyor. Bu yapılanların hiçbiri soruşturma konusu haline getirilmiyor cezalandırılma sürecinden geçmiyor. Bunda en sorumlu ve etkinliği olanlar savcılardır” dedi.
‘İnatçı mücadele gerekir’
Hak ihlallerinde ciddi artışların olduğuna dikkat çeken Fincancı, “İşkence soruşturmalarına baktığımızda geçen yıl 40 civarında görünüyordu. Fakat ‘Polise mukavemet’ nedeniyle açılan soruşturmalara baktığımızda bunun arttığını görüyoruz. Çünkü bu davalar işkenceyi engellemeye dönük soruşturmalardır. Bunun 20 bin civarında olduğunu görüyoruz. Aslında 20 binin üzerinde işkence soruşturmasının açılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
İnsan hakları mücadelesinin inatçı bir mücadele olması gerektiğinin altını çizen Fincancı, devletlerin insan haklarını altın tepside sunmadığını ifade etti. Devletlerin her türlü şiddet araçlarına karşı insan hakları için mücadele edeceklerini vurgulayan Fincancı, “Burada demokratik mücadele verenlerin bir araya gelmesi ve siyasi iradenin bunu kullanmasının engellenmesi gerekiyor. Bizim sorumluluğumuz mücadeleyi ortaklaştırmaktır” şeklinde konuştu.
İSTANBUL