Ekonomik kriz yakıcı biçimde büyümeye devam ediyor. Yoksullaşmayla birlikte bireysel gibi görünen dramlar istisna olmaktan çıkıp kitlesel denilebilecek niteliğe bürünüyor. Ekonomik kriz sermaye sınıfı için “daralma” olarak yaşansa da, emekçi sınıflar için “boğazlanma” şeklinde hissediliyor. İnşaat (otomotiv ve turizm) sektörüyle şişirilmiş, yeni zenginler yaratma döneminin sonuna geldik. Maksimum kâr ve işçi haklarının tırpanlanması, emekçi örgütlerinin zayıflatılması karşılığında siyasal iktidarı tamamen AKP’ye bırakan TÜSİAD homurdanmaya başladı bile. AKP, emekçilerin yasal haklarının daraltılması, sendikaların işçi kapanına döndürülmesi yolunda IMF’nin bile hayal edemeyeceği sonuçlar aldı. AKP, 2008 yılında çıkarılan GSS yasasıyla birlikte sadece emeklilik yaşı, hizmet süresini arttırmakla kalmadı, emeklilik maaşı bağlanma oranını yarıya indirdi. RTE açık sözlü biçimde “OHAL’den istifade ederek grevlere anında müdahale ediyoruz, bizim zamanımızda grev yapılamıyor” diyerek “her şey sermayenin çıkarı için” sloganıyla siyasi özünü, tıynetini ortaya açıkça koymaktan çekinmiyor.
AKP’ye muhafazakâr, dinci, sağcı, liberal vb. birçok sıfat konuldu bugüne kadar, bu sıfatlar meselenin özünü örtmek dışında çok bir anlam ifade etmiyor aslında. AKP, esas olarak yerli ve emperyalist sermayenin mafyatik yöntemler kullanan temsilcisi, mutlu azınlık olan %1’in partisi, %99’un düşmanıdır. Vatan, millet edebiyatına bu kadar çok sarılmasının nedeni yoksullara karşı işlediği günahların perdelenmesinden ibarettir. “Irmağının akışına ölürüm Türkiyem” şarkısı eşliğinde HES’lerle kurutmadığı ırmak kalmamışken, din-iman söylemi eşliğinde Kamu İktisadi Teşekkülleri emperyal şirketlere “babalar gibi satmakta” beis görmemiştir. AKP’nin halklar arasına şovenizm zehrini sokarak emekçileri birbirine düşman etme konusunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Toplum icat edilmiş düşmanlıklarla zaman öldürürken, RTE’nin dilinden “dostum Trump, dostum Putin” lafları düşmüyor. Hak, hukuk isteyenler “dış güçlerin maşası” olarak yaftalanıyor. “Kimdir bu dış güçler?” soruna verebilecekleri bir cevap yok, çünkü emekçilere ve halklara düşman olan tek “dış güç” AKP.
Demokrasi sözcüğü hoş bir seda değildir. Demokrasinin varlığına en iyi kanıt emeğin örgütsel gücünün yaygınlığıdır. Bir ülkede emekçiler ve sivil toplum ne kadar örgütlüyse ve bu örgütlülüğü gerek duyduğunda eyleme dönüştürebiliyorsa o ölçüde demokrasi vardır. AKP iktidara geldiği günden bu yana mevcut sendikaların kitle tabanını oymakla kalmamış, aynı zamanda güç-para kullanarak sendikaları birer naylon örgüte dönüştürmüştür. Ele geçiremediği sendikalara karşı paralel sendikalar kurmuş, emekçileri korkuyla iktidar sendikasına mecbur etmiştir. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay sendikayı tam bir AKP çiftliğine çevirerek her türlü hak alma mücadelesinin önüne bariyer işlevi oynuyor. Genel Kurul kürsüsünden “ben işçiye ihanet etmedim, hain, ülkesini satan Can Dündar’dır” demesi komik değil ama gülünç bir stand-up gösterisinden ibaret. Yıllardır asgari ücret görüşmelerinde sergilediği “masayı terk etme” numarası kabak tadı verdiği halde alkışlanmayı bekliyor hala. “Sarı sendikacı” demek artık bu tipleri tanımlamıyor, AKP’nin payandası olan bu tiplere “Ak sendikacı” demek daha doğru tanım olacaktır. Çeşitli ek ödenekler ve görevlendirmeler adı altında yüz bin lirayı aşan maaşlar aldığı söylenen (ne kadar maaş aldıkları bilgisi kozmik odada saklanıyor sanırım) AK sendikacılar gerçek yüzlerini bayrak ve dinin arkasına gizliyorlar. AK sendikalar emekçiler lehine mücadele vermek bir yana, AKP’nin KHK’sine, OHAL’ine, savaşına, militarizmine, Kürt düşmanlığına tam destek vererek halklar arasına nifak sokan düşmanlıkta ön saflarda yer alıyorlar.
Fabrika önünde işçilere höyküren polis amiri hangi sınıfın hizmetkârı olduğunu içgüdüsel olarak biliyor. Maaşını, haklarını isteyen işçilerin üzerine araba süren patron gözaltına alınmayacağını “piyasayı düzenleyen görünmez el”in onu koruyacağının gayet farkında. İşçiler en temel haklarını isterken ürkek ve çekingen, çünkü tükürseler cinayet sayılıp tutuklanacaklar. Baskı ve korkutma bir yere kadar emekçileri frenliyor. Artık açlık, sefalet frenlerin boşalması seviyesine yükseldi. Latin Amerika, Fransa, Ortadoğu sokakları emekçiler tarafından dolduruluyor. Hava işçiden, emekçiden yana dönmeye başladı. Örgütlü emek, örgütlü halklar, bilinçli eylem geliştiği ölçüde krizin faturası AKP’ye ve sermayeye kesilecektir. Örgütlü toplumun gücü ortaya çıktıkça çözümsüz gibi görünen sorunların hakça, eşitlik, özgürlük ekseninde kolayca çözüldüğüne şahitlik edeceğiz.