Gülcan Dereli
Önce İstanbul-Fatih sonra Antalya sonra İstanbul-Bakırköy sonra Erzurum, Ankara, Sakarya, Konya, Denizli… Liste uzayıp gidiyor. Ardı arkası kesilmeyen intiharlar. Atanamayan öğretmenler, borcunu ödeyemeyen yurttaşlar, eve eli boş dönenler, öğrenciler, çalışma yaşamında mobbinge maruz kalanlar… Listesi uzayıp giden yurttaşların intihara sürüklenmesinin başlıca nedenlerini irdeledik. Konuyu ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve siyasi boyutları ile ele aldık. Konunun uzmanlarına ve siyasetçilere sorular yönelttik. Çarpıcı tespit ve yanıtlar aldık. Çözüm önerilerinin de yer aldığı iki günlük bir dosya hazırladık.
Prof. Dr. Adnan Erkuş : Çözüm sivrisinekleri öldürmekten değil, bataklığı kurutmaktan geçiyor. Ölümlere, öldürmelere, intiharlara karşı inadına yaşamı savunmalıyız
Avrasya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Erkuş, intihar vakalarının psikolojik boyutuna ilişkin gazetemize değerlendirmelerde bulundu.
İstatistikleri incelediğimizde, hemen her ülkede, şu ya da bu oranda ve şu ya da bu nedenle intiharlara rastlanagelmektedir. Eşlerarası çatışmalar, özellikle o kadının eşi tarafından sürekli dövülmesi ve gidebileceği herhangi bir yerin olmaması, ayrılıklar, iflaslar, onur, çocuk yaşta hamile kalma, tecavüz, utanç duyulacak davranışlar vb. nedenlerle dünyada da ülkemizde de intiharlar olagelmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre, dünyada her 4 saniyede bir bir kişi intihardan yaşamını kaybetmektedir. TÜİK’in verilerine göre, ülkemizde 2018 yılında 3161 kişi intihardan ölmüş, ölüm nedenleri belirlenenlerin sırasıyla hastalık (677), geçim zorluğu (246), aile geçimsizliği (129), hissi ilişki ve istediği ile evlenememe (86), ticari başarısızlık (6), öğrenim başarısızlığı (1) olarak sıralanmıştır. İntiharlar Durkheim’ın yaptığı gibi sosyolojik, psikodinamik kuramcıların yaptığı gibi id-süperego ve kendine yönelik saldırganlık, felsefi, dinsel vb. pek çok açıdan açıklanmaya çalışılmıştır. Bu bireysel intiharlar ‘bir anlamda’ toplum tarafından (ne yazık ki) yaşamın akışındaki ‘sıradan’ olaylar olarak algılanabilmektedir.
Yoksulluktan ilk toplu intihar
Ancak, geçtiğimiz günlerde Fatih’te birlikte yaşayan dört kardeşin planlayarak siyanürle kendi yaşamlarına son vermeleri toplumun büyük kesiminde bir şok etkisi yarattı. Haberlere yansıyan kadarıyla bu dört kardeş son zamanlarda derin bir yoksulluk ve çaresizlik içinde bulunmaktaydı; ancak, sanırım ülkemizde yoksulluk nedeniyle gerçekleştirilen ilk toplu intihardı! Elbette bu dört kardeşten önce de intihar olayları yaşanıyordu, ama bu toplu intihar kararı, kendinden önceki dinsel veya başka nedenlerle yaşanan toplu intiharlardan, yoksulluk-çaresizlik nedeniyle gerçekleşmesi açısından oldukça farklılık içeriyordu. Örneğin, yıllar önce Yehova Şahitleri adında bir tarikatın lideri ve yüzlerce üyesi topluca, ancak dinsel inanç uğruna intihar etmişti; yoksulluktan değil! Ne yazık ki bu trajik olaydan sonra ülkemizde toplu intiharlar ve cinayetler kısa sürede birbirini izledi; ama Fatih’teki trajik olaydan farklı olarak, Antalya ve Bakırköy’de intihar edenler (ki hemen hepsi evin geçimini sağlayan baba idi), kendileriyle birlikte eşlerini ve çocuklarını da “öldürmüşlerdi”; yani ayrıca “cinayet” işlemişlerdi! Yine basına yansıyan haberlere göre, bunlarda da şiddetli yoksulluk temel nedendi. Son 10 gün içindeki bireysel intiharlarda da, yıllardır atan(a)mayan öğretmenler ve en son eşinin “alışverişe gidelim” dediği bir kişinin cebindeki 1.5 lira ile intihar etmesi örneğinde olduğu gibi, yoksulluk-işsizlik-çaresizlik temel neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Hepsi, hepimizin gözleri önünde gerçekleşiyor.
Bataklık-çürüme artıyor
Bu intiharların psikolojik nedenleri üzerine veya “bireyin psikolojisi” üzerine derin analizler yapmanın ve yoksulluk ve işsizliğin sosyolojik yorumlarını yapmanın anlamsızlaştığı günlerden geçiyoruz. Her şey o kadar ortada ki anlamak ve yorumlamak için ne psikolog ne de sosyolog olmak gerekiyor. Elbette koşullar ne olursa olsun, ne intiharlar ne de cinayetler asla meşrulaştırılmamalıdır; tam tersine yaşam, yaşamak ve bunun için de inadına mücadele etmek savunulmalıdır. Ancak, bu trajik olayların altyapısını hazırlayan ekonomik çöküş, sosyal ve siyasi çürüme de alabildiğine ortaya serilmelidir; ‘mücadele’ kendi bedenimize karşı değil, bu hedeflere yöneltilmelidir.
Toplumsal çürüme, yorum yapmaya gerek duyulmayacak denli somut şekilde yaşanıyor. Yüzde 40-50 her şeye zam yapacaksın, ama enflasyonu yüzde 8.4 olarak açıklayacaksın ve işçiye-memura yüzde 4 zam vereceksin; yargının ne duruma düştüğünü sağır sultan bile duyacak, ama dünyanın en tarafsız yargısının bizde olduğunu söyleyeceksin; ülkede ne varsa satacak-yeraltı ve yerüstü her şeyi talan edeceksin; milli ve yerli olduğunu dillendireceksin; tarımı yok edeceksin-temel ürünleri bile ithal edeceksin, ama tarım politikalarıyla övüneceksin; ormanlar yanarken söndürmek için uçakları uçurtmayacaksın, ama sonra fidan dikme seferberliği ilan edeceksin; tasarruftan dem vuracaksın, ama yeni saraylar yaptıracaksın…
Kuşkusuz yaşanır mı?
Bakın, şizofreninin nedenlerinden biri olarak anne-babanın çocuklarına çifte mesaj vermeleri öne sürülür; gülerlerken çocuklarını dövmeleri, annenin yap dediğine babanın yapma demesi gibi. Yukarıda verdiğim ve hemen her gün yenisini yaşadığımız örneklere bir bakın, ne görüyorsunuz? Ne kadar da benziyor değil mi? Halkın sağlığı bozulmaz mı? Depresyon, bireyin karşılaştığı zorluklarla baş edememesi sonucunda ortaya çıkar. Ücreti her geçen gün eriyen, işsiz kalan, yiyecek bulamayan insanların sağlıklı kalmaları mümkün mü? Şizofreni, kişinin gerçeklerden kopup kendine özgü hayali bir dünyada yaşaması halidir. Halk inim inim inlerken her gün halkla alay edercesine güllük gülistanlık manşetler atan gazeteler, TV’ler nasıl bir dünyanın ürünü? Paranoya, kişinin her şeyden kuşkulanır duruma gelmesidir. İnsanlar en ufak bir eleştiride sorgusuz sualsiz içeriye atılıyorlarsa böyle bir ülkede insanlar kuşku duymadan yaşayabilir mi? Daha önce yazmıştım: Klinik psikoloji, bireysel psikolojik bozuklukları inceler, ama artık patoloji, bireyselin yanında ve ondan daha çok toplumsal yaşanır duruma gelmiştir.
İnadına yaşamı savunmalıyız
Öfke, sinirlenme, üzülme vb. duygularımızdır ve isterse psikolog olsun hepimiz bu duyguları zaman zaman yaşarız; normaldir. Ancak, sürekli engellenme, baskı, aşağılanma altında kalmak bu duyguların daha sık yaşanmasına ve süresinin ve şiddetinin artmasına yol açarlar ve insanları giderek patolojiye sürüklemeye başlarlar. Öyleyse ne yapmalıyız? Yaşadıklarımız, toplumsal ve kitleselse, yapılacak şey de ortadadır: Bu olumsuz koşulları yine toplumsal-kitlesel olarak ortadan kaldırmak, bunun için de kitlesel-örgütlü bir şekilde bir araya gelmek ve mücadele etmektir. Bireysel olarak bir yerlere kaçmak, köşeyi dönmek, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmak, intihar örneklerinde olduğu gibi öfkemizi kendimize yöneltmek vb. asla sorunu ortadan kaldırmaz. Çözüm sivrisinekleri öldürmekten değil, bataklığı kurutmaktan geçiyor. İşte gerçek kitlesel terapi bu! Ölümlere, öldürmelere, intiharlara karşı inadına yaşamı savunmalıyız. Yoksulluktan dolayı intiharların yaşanmayacağı özgür, demokratik, üreten, mutlu insanların olduğu bir ülke dileğiyle…
Sokak depresyona iyi gelir
Yaşananları kapitalizmin, kapitalist sistemin insanlar dışlamasının, işsiz bırakmasının, hayat gayesini ortadan kaldırmasının, hayatın manasızlaştırmasının ve adeta insanları çöpe atmasının bir sonucu olarak gördüğünü belirten HDP Ekonomi Komisyonu üyesi ve yazar Alp Altınörs, “Yani adeta bir çöp nüfusu oluşuyor” dedi.
Ekonomik krizin derinleşmesiyle intiharlar arasında bir bağ olduğunu kaydeden Altınörs, “Kapitalizm altında bugün, hiçbir şekilde çalışamayan, iş bulamayan, iş aramaya dahi ümidi kalmayan insanlar, geleceğe dair hiçbir ümitleri kalmıyor ve yaşam amaçları ortadan kayboluyor. Bu da normlar hiyerarşisinin dağılmasına sebep oluyor. Yani toplumda varlık sebepleri ortadan kalkıyor bu insanların. Bundan dolayı bir bulanıma giriyorlar. Burada kişisel, depresyondan, bunalımdan, ziyade ekonomik bunalımın kişilere yansımasından söz etmek gerekir” diye konuştu.
Faşizm bunalıma dönüşüyor
Antalya ve Bakırköy’de intiharla birlikte kadın ve çocuk cinayeti yaşandığına dikkat çeken Altınörs, “Erkeğin orada kendisi giderken arkada kadını ve çocuğu da kendine bağımlı görmesi ve dolayısıyla onları da ölüme mahkum etmesi söz konusu. Yani onlar erkeğin ayrılmaz birer parçası, erkek gidiyorsa onlar da gidecek. Kendi hür iradeleri ile intihar etmiş değiller. Gerçi hür irade kavramı buraya ne kadar uydu onu da bilmiyorum ama sonuçta intihar etmiyorlar yani ama en azından son örneklerde kadın ve çocukların intiharından ziyade öldürülmesinden söz etmek gerekir. Ve burada tabii şu bağlantıyı kurabiliriz. Bu sisteme karşı kapitalizme karşı, faşizme karşı, mücadele yürütülmediği zaman evet er ya da geç bir noktada insanların bireysel bunalımına dönüşüyor bu ve oradan intiharlar gelişiyor” diye vurguladı.
Şili’de ekonomik krize tepki gösteren halkın bir duvar yazısını anımsatan Altınörs, “Depresyon değil kapitalizm’ diye isyan ettikten sonra Şili halkı, sokaklara çıktıktan sonra o depresyonu aştı. Bireyler de depresyonunu aştı ve sokaklarda kendi taleplerini neoliberal hükümetlere karşı kendi sosyal taleplerini dile getirmeye başladılar” dedi.
İntihar yerine mücadele
Türkiye’de de insanların kendi taleplerini dile getirmesi gerektiğinin altını çizen Altınörs sözlerini şöyle noktaladı: Tabii ki söz, ifade, örgütlenme, eylemin olamadığı bir ülke Türkiye. Ağır ekonomik kriz yaşamamıza rağmen Türkiye’de örneğin grevler olağanüstü hal olarak engelleniyor. Ya da işçilerin yapmak istediği çeşitli yürüyüşler basın açıklamaları polis ve jandarma ile engelleniyor. Dolayısıyla sürekli devlet aygıtının patronlardan yana bir kullanımı söz konusu. Devlet sorununun insanlar üzerinde baskısı söz konusu. Tabii bu da insanların tepkilerini ifade edememeye de yol açıyor. Yani bu tabii içe doğru patlıyor insanlar kendilerini ortadan kaldırıyor. Hayata bir mana katmakla yapılması gereken bu, bu manayı da katacak olan mücadeledir. Özellikle kendi talepleri, hakları uğruna insanlar mücadele ederse bu intihar eğilimi aşılır. Gerçekte bu insanları intihar etmek yerine kalıp mücadele etmesi gerekiyor.
İktidarlaşan dinin cehennemi
HDP İstanbul Milletvekili ve Demokratik İslam Kongresi Eşsözcüsü Hüda Kaya’ya yaşanan intiharların siyaset ile bağının olup olmadığını sorduk. Kaya, yaşananlardan AKP’yi sorumlu tutarken, iktidarın dini istismar ettiğini dile getirdi
- İktidar din üzerinden İslamiyet üzerinden siyasetini yürütürken, toplumda bu kadar yoğun yozlaşma olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap soruda saklı. İktidarın kendisi zaten yozdur ve yozlaştırır. İktidarlaşan her şey özünden bağımsız olarak yozlaştırır. Bu din için de geçerli, bilim için de geçerli. Din ve inanç elbette siyasetten kopuk değildir. İnanç hayatın her alanında etkisini sirayet ettirir. Benim de nihayetinde inancımdan aldığım referanslarla bir siyasi perspektifim oluşuyor. Ama iktidar söz konusu olduğunda din araçsallaşıyor ve iktidarlaşan din iktidarlaşan her şey gibi yozlaşıyor, yozlaştırıyor, istismara açık hale geliyor. Dolayısıyla muktedirin İslam’ı, İslam olmaktan çıkıyor, toplumsal olmaktan çıkıyor karşı-İslam haline geliyor. Devletin kontrolünde hatta devletin emrinde olan bir dinin Allah’ın dini olması mümkün değildir, tabiata aykırıdır.
- Peş peşe gelen intiharların iktidarın politikaları ile bağlantısı var mı?
İktidar ülkemizde yaşanan tüm kötülüklerden doğrudan ya da dolaylı olsa da birinci sorumlusudur. İktidar olmanın sorumluluğu budur. Bu sorumluluğu üstlenmeyen ‘iktidar’ hukuki olarak da iktidar değildir, saltanat sürüyordur. İntiharların sebeplerine baktığımızda öncelikli olarak karşımıza doğrudan yoksulluk çıkıyor. Yoksulluğun nedeni de elbette doğrudan mevcut iktidar politikaları ve küresel sömürü sistemidir.
Tek nedeni elbette yoksulluk değil, pek çok etken var. İnsanlar kalabalıklar içerisinde en yoğun yalnızlıkları, çaresizlikleri yaşıyorlar. Komşuların komşulardan hatta neredeyse kardeşlerin kardeşlerden bihaber olduğu acımasız bir bireycileşmeye doğru hızla ilerliyoruz. Bu sorun da elbette iktidar ve küresel sistem kaynaklı.
- AKP’nin yönetim tarzı İslamiyetle nasıl açıklanır?
AKP iktidarının uygulamaları İslam ile değil olsa olsa karşı-İslam ile açıklanabilir. Bu iktidarın tek derdinin iktidar olduğu, iktidarda kalmak için çiğnemedikleri hiçbir ilahi, hukuki, ahlaki sınır bırakmadıklarını aklıselim her insan biliyor görüyor. İslam, iktidarın sadece istismar aracıdır.
Bunlara gelin kardeşim şu ekonomi meselesi İslami olarak nasıl olması gerekiyorsa öyle yapalım, sizin bu haliniz İslama göre nedir gelin bir konuşalım ölçü Kuran olsun desek öcü görmüş gibi kaçıyorlar, gelin kardeşim şu Kürt meselesini İslam’a göre çözelim, bu Kürtler İslami olmayan ne istediler, ne istiyorlar, hak nedir buyurun gelin dediğimizde anında üç maymunu oluyorlar.
YARIN: Yüksel Genç, Özgür Müftüoğlu, Kansu Yıldırım