Seçimlerden sonra muhalefet cephesinde bir karamsarlık, bulanıklık ve moral bozukluğu yaşandığını dillendirenlerin sayısı az değil. “Legal siyasi hareket” saflarında da tedirginlik duyan, analitik tahlil yapmak yerine duygusal tutumlarla hareket eden, “yeni” gelişmeler ve olgular karşısında “gel-gitler” yaşayanların sayısı artmıştır. CHP’nin de içinde olduğu birçok çevrede “HDP terör örgütünün uzantısıdır” söylemi ile algı operasyonu yaratılmış, korku ve tedirginlik doruğa çıkarılmıştır. İçişleri Bakanı’nın HDP yöneticilerini tehdit etmesi bu tedirginliği artırdığı gibi, bundan sonraki sürecin nasıl bir karakter izleyeceğine dair de işaretler vermiştir. Bu nedenle çok yönlü yeni bir sürece girilmiştir diyebiliriz.
AKP iktidarı “kamuflajlı” taktiklerle baskıcı politikalarını sürdüreceğini ilan etmiştir. OHAL gibi uygulamaların yeni biçimler alması bunun somut örneklerindendir. Yeni oluşturulan politik ortamda OHAL’e gereksinim kalmamıştır. Artık “uvertür” uygulamaların yerini “kurumsal derinlik” içeren “yasal” mevziler almıştır. Ayrıca yeni durumda iktidar cenahında anti-emperyalist, anti-ABD, anti-“Batı” türü kuru naralar yerini “sessiz” teslimiyete ve işbirliği içeren kandırmacalara, vaadlere bırakacaktır. “Seçim kazanma” bedeli karşılığında olası bir İran saldırısına “ön basamak” olmak, NATO’nun ve ABD’nin istemine “derinden” uymak taahhüdü verildiği de hesaba katılınca yeni dönemin politik rotasının ne olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Hem içerden hem dışardan “ülke” yeni uygulamaların eşiğine gelmiştir.
ÖSO ve El Nusra vb. gibi çete yapılanmalarının ve görevleri de yeni duruma göre reorganize olacaktır. Bu rantçı ve soykırımcı çetelerden oluşturulan “seyyar birlikler” “gerek görülen cephelere” gönderilecektir. Elbette hain Kürtlere de dünden daha fazla ihtiyaç duyulacaktır. “Güney Yönetimiyle” ve Güneyli kimi partilerle angajmanlar daha da artacaktır. Bunun göstergesi, hain Kürtlerin kullandıkları anti-özgürlükçü demagojik argümanların artmasıdır. Rusya’yla yürütülen “flört politikası”nın sonu gün ışığı görmüş farenin paniğine dönüşebilir.
Sürecin biçimlendirdiği politikalar CHP’yi de hedef tahtasına koymuştur. CHP’nin bu gelişmeler karşısında birliğini koruması zorlaşmıştır. CHP’nin yaşayacağı kaosu, tarihinde yaşadığı kaotik süreçlere bakarak anlamak kolaydır. CHP’nin seçimlerde aldığı sonuç bu değerlendirmenin dışında değildir. CHP’ye yöneltilen eleştirilerin toplumda nasıl derin izler bıraktığını bizim kuşak çocukluk yıllarında duyduğu propagandalarla gayet iyi hatırlar. “Bunlar camilerimizi ahır yaptılar” sözlerini duyarak büyüdük. CHP içindeki Kemalist ve militarist kliğin ideolojik kalkanı hep “bölücülük” ve “irtica hortluyor” olmuştur. Bu klik hep Sünni mezhebine “inanan” Türklerden ve “liberal- laik” düşünceyi savunur görünen “elit” asker-sivil bürokrasiden oluşmuştur.
Üstenci tavır bu kesimin benliğinde yer etmiştir. “Biz parti rozetimizi türbanlı bir kadına asla taktırmayız” diyen emekli askerleri, emekli Cumhuriyet Başsavcılarını ve Anayasa Mahkemesi Başkanlarını, hatta Cumhurbaşkanlarını bilmeyen yoktur. Ergenekon, balyoz davalarında yargılanan sanıkların politik duruşları da bilinir. İyi bakmak gerekir. Daha önemlisi Maraş, Sivas, Çorum vb olaylar CHP’nin iktidarları zamanında yaptırıldı ve CHP bunların failini ortaya çıkaramadı. Deniz’lerin idam edilmesi 114 CHP’li parlamenterin oyuyla gerçekleşti. Amacımız CHP’yi tahlil etmek değil. Ancak CHP’nin içindeki bu özelliği görmeden ne CHP’nin demokrasiye yapabileceği katkıyı anlamak mümkün olur ne de “Türk soluna” bulaşmış Kemalizm illetini kavramak. Hiç zaman kaybedilmeden CHP içinde “atak” başlatan bu kesittir. CHP’yi kendi iç sorunlarıyla boğmak, HDP ve demokrasi güçleriyle olası bir demokratikleşme sürecinde birlikte hareket etmelerini engellemek için ayağa kalkanlar bunlar ve işbirliği içinde oldukları “derin” güçlerdir. Bu güçler Ortadoğu’da başlattıkları yayılmacı ve şoven politikalarına “bir bütün olarak” CHP’yi “kendi saflarına” çekmeye çalışıp etkinleştirmek istiyorlar.
Bu nedenle demokratikleşmenin en temel görevinin HDP’ye düştüğü daha iyi anlaşılmalıdır. HDP’nin ise şimdiye kadar yürüttüğü politikayla ve alışılagelmiş mücadele yöntemi ile bu sorunun altında kalkması zor görülmektedir. Yeni bir silkinmeye ihtiyaç olduğu açıktır. HDP, Kürt halkının ve birlikte mücadele ettiği halkların geliştirdiği özgürlük paradigmasını yaşamla buluşturmak zorundadır. Bunun için parti içi demokrasiye ve “yeni tip” kadrolara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. En önemlisi de HDP’nin “farklı sermaye grupların oluşturduğu bir ticaret firması” olmadığı, “farklı devrimci” düşünceye sahip olsalar da demokrasi ve özgürlükler için birlikte mücadeleyi başa almış bir devrimciler birliği olduğu kesinlikle kavranılmalıdır. Yeni süreç yeni görev yüklemiştir.