Yurttaşlık Temel Geliri önerisinin (YTG) toplumsal fayda ve maliyetlerini ülkelerdeki hali hazırdaki sosyal refah devleti uygulamalarının, sosyal transferlerin niteliğine, yaygınlığına ve büyüklüğüne göre değerlendirmek gerekiyor.
Çünkü bu destekleri dikkate aldığımızda gelişkin Avrupa ülkeleri ile azgelişmiş ülkelerde programın fayda ve maliyetleri farklılaşabilir.
YTG’nin yapılabilirliği nedir?
Şu ana kadar çok kısıtlı bir uygulamasının olması ve bu konudaki teorik çalışmaların daha ziyade Kuzey Amerika ve Avrupa ülkeleri gibi ülkelerle sınırlı kalması nedeniyle yapılabilirlik tartışmaları da bu ülkelere dönük olarak yapılıyor.
Bu çerçevede genel olarak gelişkin Avrupa ülkelerinde programın toplumsal fayda ve maliyetleri bir arada değerlendirildiğinde, YTG programlarının yapılabilirliği zorlaşıyor.
İngiltere’deki düşünce kuruluşu Compass’ın yapmış olduğu bir çalışmanın bulgularına göre (1), finansal olarak karşılanabilir bir YTG’nin sağladığı toplumsal fayda yetersiz kalırken, yeterli fayda sağlayan bir YTG karşılanabilir düzeyde olmuyor.
Astarı yüzünden pahalı bir program mı?
Çünkü eğer örneğin İngiltere’de mevcut yoksulluk yardımları kaldırılıp yerine aylık 292 poundluk bir YTG verilirse; çocuk yoksulluğu yüzde 10, emeklilerin yoksulluğu yüzde 4 ve çalışanların yoksulluğu yüzde 3 artıyor. Mevcut sosyal yardımları koruyup, ilave destek olarak çalışanlara 284 pound aylık YTG (diğerlerine daha düşük miktarlarda) verildiğinde ise bu GSYH’nin yüzde 6,5’i büyüklüğünde (170 milyar pound) bir ilave vergi alınmasını gerektiriyor.
Bu programın önde gelen teorisyenlerinden P. Van Parijs’in önerisi olan yılda 600 avroluk bir gelirin Belçika ekonomisinin kabaca yüzde 6’sına ve en cömert haliyle aylık 1,100 avroluk bir gelirin Fransız ekonomisinin yüzde 35’ine (871 milyar avroya) denk düşen bir mali yük getireceğini öngörmek gerekiyor. (2)
Bunca maliyete rağmen sonuçlar da iç açıcı değil: Çocuk yoksulluğu ancak yüzde 16’dan yüzde 9’a; çalışan yoksulluğu yüzde 13,9’dan yüzde 12’ye ve emeklilerin yoksulluğu yüzde 14,9’dan yüzde 14,1’e düşürülebiliyor. Böylece, bu büyüklükteki bir kaynağın olumlu etkisi çok sınırlı kalıyor ve özellikle de çok ihtiyacı olanlar bundan yeterince faydalanamıyorlar. Yani YTG aslında yeni bir vergi gibi işlev görüyor. (3)
Ayrıca hali hazırdaki kamu harcamalarının ülke ekonomisinin yüzde 50’si civarında olduğu kapitalist bir ekonomide (bu oranı yüzde 70’lerin üzerine çıkartacağı için), ekonomiyi tamamıyla sosyalleştirmeden bunu yapabilmek mümkün değil. Kuşkusuz siyasal iktidarda köklü bir değişim gerçekleşmeden de bu politik olarak yapılabilir değil.
Petrol, arazi ya da diğer müştereklerin gelirlerinden fonlama
Böyle bir programın finansmanı ya Alaska’da ve Norveç’te önerildiği gibi petrol (veya arazi) gelirleri gibi gelirlerle ya da vergilerle karşılanacaktır. Aksi taktirde faydası çok tartışmalı minimalist versiyon seçilecek ve birçok sosyal harcamadan vazgeçilecektir.
Nitekim Hickel fonlamanın petrol, arazi, orman ve balıkçılık gibi doğal müştereklerin gelirlerinden karşılanmasını öneriyor. Ona göre, Alaska’da olduğu gibi petrol gelirlerinin bir kısmı doğrudan dağıtılabileceği gibi, bu finansman Toprak Değerlenme Vergisi, Entelektüel Mülkiyet Gelirleri Vergisi, Finansal Spekülasyon Vergisi ve Karbon Vergisinden sağlanabilir. Hickel bu kaynaklardan yılda ortalama 3 trilyon dolarlık (dünyada herkese günde 1 dolarlık ek gelir) gelir elde edilebileceğini, bunun bir hayırseverlik olmadığını, gezegende herkese ait olan müştereklerden herkesin yararlanması gerektiğini ileri sürüyor. (4)
Diğer yandan yukarıda sözü edilen müşterekler küreseldir, sınırları çizilemez. Bu nedenle de böyle bir fonlamanın küresel düzeyde planlanması ve hayata geçirilmesi gerekir. Mevcut kapitalist küreselleşmenin buna izin vermeyeceği ise açık.
Finansal işlem vergisi gibi vergilerle fonlama
Compass araştırmacıları ise yüzde 5’lik bir Finansal İşlem Vergisi (Tobin Vergisi benzeri) konulmasını öneriyorlar. Diğer yandan finansallaşmanın bu denli büyük boyutlarda olduğu bir dünyada bu çapta bir vergi gelirinin kendi üzerinden alınmasına uluslararası finans kapital izin vermeyecektir.
Devlet Varlık Fonu üzerinden yatırım fonu, borsa, tahvil-bono, emlak gibi finansal piyasalarında sağlanacak getirinin YTG aracılığıyla yoksulluğun azaltılmasında kullanılması önerisi ise etik bir öneri değil.
Çünkü bu piyasaların kendileri spekülatiftir, asalaktır, bunların aktörleri ise yoksulları ya da toplumları değil, kârlarını maksimize eden aktörler olarak insanların hayatlarını karartırlar. Bu yüzden de böyle bir finansallaşmaya güvenmek, yaslanmak yerine mega şirketlere ve fon yöneticilerine olan bağımlılığı azaltmak gerekir.
Fonlamanın ekolojik etkileri ne olacak?
Ayrıca petrole dayalı Devlet Servet Fonları servetlerini fosil petrol kaynaklarının çıkarımı gibi iklim değişikliğinin temel nedeni olan bir faaliyetten sağlıyorlar.
Kısaca doğayı ya da finansal spekülasyonlarla ekonomileri tahrip eden, yoksulları daha da yoksullaştıran faaliyetlerden sağlanacak gelirlerin bir kısmının YTG geliri biçiminde yeniden dağıtılması ekolojik ve toplumsal maliyetleri çok yüksek olan bir finansman şeklidir. Bu tür fonların gelirleri ile finanse edilen bir YTG kapitalist üretim tarzına meydan okuyamaz ya da onun neden olduğu sorunlara çözüm oluşturamaz.
Vergileme yoluyla finansman
Geriye vergileme yoluyla finansman kalıyor. Mevcut, verginin yükünü asıl olarak emekçinin omuzlarına yükleyen vergi sistemlerini aynen koruyarak, YTG’yi buradan elde edilecek vergilerle finanse etmek emekçinin bir cebinden alıp diğerine koymaktan farklı bir sonuç doğurmayacaktır.
Bu nedenle bu finansmanın; dik artan oranlı, verginin yükünü en üst gelirlilere doğru yıkan, düşük gelirlileri vergilendirmeyen ve sistemin ağırlıklı olarak gelir ve servet vergilerinden oluştuğu bir vergi sistemine dayalı bir finansman hem etkinlik, hem de bölüşümde adalet açısından ideal olan finansman biçimidir. Ancak böyle bir vergi sisteminin kurulması radikal politik değişiklikleri gerektirir.
Önce güvenceli bir iş…
Bu nedenle de böyle bir programı toplumu radikal bir biçimde dönüştürecek esas program olarak görmemek gerekiyor. Bu program yoksulluğu azaltmak için bir seçenek olarak düşünülürken, asıl olarak mali olarak karşılanabilir sosyal konut sahibi olmayı, nitelikli ve ücretsiz kamusal sağlığa ve eğitime erişimi, kamusal ulaştırmayı, aile ve engelli destekleri gibi kamusal hizmetlerin daha da genişletilmesini savunmak ve bunlar için mücadele etmek gerekiyor.
İlave olarak YTG gibi programlar, yerel demokrasiyi de güçlendirebilmesi için, daha ziyade yerel yönetimler tarafından kontrol edilen ve yürütülen, finansmanı kamuca sağlanan Kamu Garantili İstihdam Yaratma Programlarının bir tamamlayıcısı olarak hayata geçirilmelidir.
DİP NOTLAR:
(1) Howard Reed and Stewart Lansley, Universal Basic Income: An idea whose time has come?, A publication by Compass, 2016, s. 27-30.
(2) Daniel Zamora, “The Case Against a Basic Income”, https://www.jacobinmag.com/…/universal-basic-income-inequal… (28 December 2017).
(3) Reed and Lansley, agm.
(4) Jason Hickel, The Divide –A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windmill Books, 2017, s. 269-270.