Bundan önceki yazılarımda da, “Kürt sorunu” dünyanın gündemine oturmuştur, diye belirlemede bulunmuştum. Bu tespitlerin doğruluk derecesine daha yakından bakmaya çalışalım. Avrupa kıtasında gündeme düşen “Kürt sorunu” ile ilgili konuşulanlara özet şeklinde de olsa bir göz attığımızda: Kürt mücadelesinin demokratik dayanağı olan güçlerin içinde yer almadığı “Suriye Anayasa Komisyonu” Cenevre’de “denk beygiri” gibi dolansa da elle tutulur bir adım atmış değildir. Suriye’ye yapılan dış müdahalenin “çözümleyici” hiçbir yarar sağlamadığı gibi, sorunları daha da kangrenleştirdiğini Avrupa kamuoyu başta olmak üzere tüm dünya görmekte. İngiltere’de toplanan NATO zirvesinde Türkiye’nin tutumu ve İncirlik Hava Üssünün durumunun tartışıldığı herkesçe izlenmekte. Kuzey doğu Suriye’ye müdahaleden sonra gündeme giren TOKİ konutlarının inşası için Avrupa’dan istenilen ekonomik yardımdan vazgeçildiği gibi bu konuda da istenilen politik destek ilgi görmemiştir.
“Mültecileri salarız” tehdidi karşısında elde edileceği sanılan yardımlar bile güme gitmiştir. Bu konudaki “tedirginliğin” yarattığı “toleranslar” da yok olmaya başlamış, AB Ülkeleri cihatçıların tehdidine karşı aşırı duyarlı davrandıklarını açıkça dile getirmeye başlamışlardır.
Uluslararası Af Örgütü’nün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü münasebetiyle yaptığı açıklama ve yayınladığı dayanışma raporunda da konuya tepki gösterilmiştir. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, Türkiye ve Libya arasında imzalanan “Deniz Hukuku Anlaşması” uluslararası hukuka ve normlara aykırıdır diye tepki gösterdi. Rusya, büyük bir dikkatle Suriye’de cirit atmaya devam ediyor. Gözünü Türkiye ile NATO ilişkisine dikmiş “Kasparov” gibi hamle yapmayı bekliyor.
Başta AKP-MHP iktidarının olmak üzere birçok Ortadoğu ülkesinin “desteğini” alan İran devleti, Kürtleri despot Suriye zorba rejimiyle ilişki kurmaya zorluyor.
Irak rejimi, Kürtlerin güneyde elde ettikleri ve uluslararası alanda da kabul bulmuş haklar ve kazanımları geri almak için elinden gelen tüm baskıları uyguluyor.
Türkiye’de ise “devlet aklı” Temmuz güneşi görmüş kar gibi erimeye başlamıştır. CHP dahil olmak üzere rejim partileri bu girdabın içine girmiş durumdadır. Tüm rejim partilerinin Kürt sorununu bir “güvenlik sorunu” olarak görmeleri, vahameti artıran başka bir neden olmaktadır. Bu tutumlar eriyen “devlet aklını” hızlandırmaktadır.
Kısacası olup bitenlere bakıldığında Türk siyasetinin çöktüğü görülmektedir. Buna rağmen neden hala AKPMHP ortaklığı halkı uyutan manevralar yapabiliyor ve ömrünü uzatmayı biliyor?
İşte tam bu noktada “mesele Kürtler” olunca akan sular duruyor. Anlaşılması zor olan nedir? Duran akan suların mecrasında akmasını sağlayan bir kuvvete ihtiyaç var. Akışkanlığı sağlayacak ve devrimci mücadelenin yolunu açacak olan Kürtlerin “ulusal demokratik birliğinden” ve tüm devrimcilerin birliğinden başkası değildir.
“Ulusal demokratik birliğin” temel hücresine boşuna “konfederal” birim denilmiyor. Evet Konfederal ilişki toplumun en temel “hücresi” olarak söylendi. Konfederal toplumu oluşturan bireylerin temasları “bizzat” olduğundan “doğrudan demokrasiden” burada söz etmek olasıdır. Bu temas toplumun hücresi olmuştur. Tıpkı Karl Marks’ın kapitalist sistemi anlatabilmek için “Meta’yı” kapitalist üretimin hücresi olarak anlattığı gibi. Marks, “Meta” sayesinde hem kapitalist sömürüyü izah etmeye çalıştı, hem de “küçük meta üreticilerinin ikili karakterini” açığa çıkardı. Konfedaral yapı, toplu yaşamanın en küçük birimi olan “klan” gurubunda “temel hücre” olarak tanımlandı. O nedenle hem topluluk bireylerinin temaslarını ve münasebetlerini doğrudan ilişkilendirmeyi, hem de “parçanın bütüne tabi oluşunu” engelledi.
Konfederal nitelik üzerinden biçimlenmiş olan “konfederalizmde” temsili demokrasi olsa bile, embriyon yapısını oluşturan “konfederal” ilişkiler “doğrudan demokrasiye” dayandığından toplumsal temaslar çok yönlü olarak kendisini göstermektedir. O nedenle Öcalan’ın toplumların yapısal izahını yaparken “klandan” başlaması bir rastlantı değildir.
Konfederalizm mantığı üzerinde yükselen bir “demokratik ulus” düşüncesi, “ulusal demokratik birlik” yolunda asla bir engel olmayacaktır. Hem “parça kendini koruyacak” hem de “birlikte mücadele” yoluyla ortak amaca varılacaktır.
Bu toplumsal diyalektik yapı kavranmadığı yerde ideolojik engellerin ve tıkanıklıkların baş göstermesi kaçınılmazdır. Zorlukların ve tıkanıklıkların panzehiri ise “eleştiri ve özeleştiridir”. Onun içindir ki Kürt halkı ve onun demokratik yapıları bu ilkeye ta başından beri büyük önem vermektedir. Bu ilkesel duruş bugün “ulusal demokratik birlik” için de gereklidir.