Din, ideoloji ve milliyetçilik birbirinin panzehirdir. Birinin eliminize edilmesi için ötekine sarılmak, onu güçlendirmek kaçınılmaz oluyor. Modern toplumun manevi bağlarını oluşturan, kurumsal, siyasal örgütlenmesine etki eden; devlet, ekonomi, yaşam tarzını belirleyen bu üç düşünsel ve toplumsal dalga bazen sertleşerek, radikalleşerek yıkıcı çatışmalara yol açmakta, bazen de demokrasi maskesinin arkasına gizlenip belli bir denge içinde bir arada yaşamı tercih etmektedir.
Şu günlerde üç dalganın arasındaki faylarda kırılmalar var. Birbirlerine tahammül sınırları zorlanmakta, çatışmayı engelleyici duvarlar bir bir yıkılmaktadır. Unutmamalı ki bu eksende gerçekleşen çatışmalar çok yıkıcı olmakta, kentler yıkılmakta milyonlarca insan yaşamını yitirmekte, devletler parçalanmakta, yönetim sistemleri değişmektedir. Yarattığı travmalar da uzun yıllar insanlığı etkilemektedir.
Sovyet devrimiyle zirveye varan ideolojiler çatışması ki sosyalizm ve kapitalizm/nasyonalizm kavgasında iki dünya savaşına, on milyonlarca insanın ölmesine, ekolojik, teknolojik felaketlere, toplumsal sefalete ve altüst oluşlara neden oldu.
Sosyalist devrimlerin durdurulması için uzun erimli mücadelede kapitalizm ile İslami yükselişin ittifakı kaçınılmaz oldu. Petrol ve doların efendileri yeşil kuşak projesiyle Türkiye, Mısır, Pakistan, İran gibi birçok ülkede darbeler tertip ettiler, İslami hareketlerin iktidara yürüyüşünün önünü açtılar. Nihayetinde Afganistan merkezli sıcak savaşla Sovyet’e cephe açılırken, İslam dünyasında cadı avı ile sol ve sosyalist damarlar kesildi. Sovyetler ve doğu Avrupa parçalandı. Sistem değişti. Çin ise kontrollü bir dönüşüm ile kapitalizmin ucuz iş gücü cennetine dönüştü ve ona eklemlendi.
İslam ülkelerinde ideolojik ve toplumsal bunalım
Kırsal alandan kente geçişin yoğun olduğu İslam ülkelerinde din referanslı yaşam tarzı aslında bir kriz yaşadı ve bu giderek de derinleşmektedir. Kentte kadının eve kapanması, iş hayatından uzak tutulması dinsel olarak istense de yaşamsal ve ekonomik ihtiyaçlar aksini mecburi kılıyor.
Dinsel eğitim ve pedagojik karakteri itaati gerektirirken teknolojik üretim, kentsel planlama, ekonomik faaliyet akılcı, realist katılımcı olmayı zorunlu kılıyor. Bu çelişkinin derinleşmesi bir taraftan özgürlük taleplerinin yükselmesine kadın ve gençliğin aktif hale gelmesine yol açarken, bir taraftan da savunma pozisyonuna düşen İslami hareketlerin radikalleşmesine ve şiddet yöntemlerini ölçüsüz kullanmasına yol açmaktadır. Nihayetinde Arap baharı bu iki çizginin çatışmasıydı ve Mısır’da İhvan’a iktidar yolunu açarken Irak ve Suriye’de DAİŞ eliyle bir zirve yaşadı. İran’ın ise mezhebi karakterli iktidarının ömrünü uzattı.
Seküler dalganın yükselişi ve Rojava
Ancak Radikal İslam’ın DAİŞ eliyle devletini oluşturduğu, zirve yaşadığı bir dönemde üçüncü bir güç ortaya çıktı. Rojava’da kadın özgürlüğünü esas alan, etnik yapıları, dinsel ve kültürel farklılıkları benimseyen ve devlet dışı yapıları esas alarak kendi öz savunmasını oluşturan, ekonomisini ve toplumsal örgütlemesini kendi şartlarında organize eden bir hareket ortaya çıktı. Seküler yapısı önceki yönetimlerin aksine dinleri, inançları, değerleri reddeden değil, saygı duyan koruyan bir karakterdeydi. Bu birleşmeyi hızlandırdı.
Kobani direnişiyle tüm dünyaya yeni bir yol, yeni bir çıkış manifestosu sunulurken, iktidar sahiplerinin pek de hoşuna gitmedi. Arap Baharı, Gezi Direnişi, İran’daki toplumsal muhalefetin bastırılması gibi bu direnişin de bastırılması, engellenmesi sınırlandırılması hedeflendi.
Eğer Rojava’da halen direnen güçler var ise süper güçler hala bu bölgede bir pata durum yaşıyorlarsa bu dünya genelinde halkların, demokratik kamuoyunun desteği, direnişi sayesindedir. ABD, Rusya, AB hemen hepsi kendi kamuoyundaki toplumun direncini görmezden gelemezdi.
Ortadoğu’da milliyetçiliğe dayalı planlama
Petrol, dolar ve silahın efendileri Ortadoğu’da radikal İslam’a dayalı sistemlerini sürdüremiyorlar. Halkın özgürlük taleplerini de karşılayamıyor ve denetimlerinden çıkmasından korkuyorlar. Tam da böylesi bir durumda milliyetçiliğin desteklenmesi bulunmaz bir nimettir. ABD ve Suud’dan destek alan darbeci Sisi’nin iktidarının meşruiyeti ne demokrasi ne de din olabilir. Milliyetçilik tek reçetedir. Körfez ülkeleri siyasi planlamalarının başına milliyetçiliği koyarken Şii Irak liderlerinin önemli bir bölümünü de bu çatı altına almayı başardılar. Sünnilerin de radikal İslam’dan Arap milliyetçiliğine dönüşümü hızlanıyor. Son olarak Lübnan ve Irak’taki halk ayaklanmaları biraz bu sürecin de önünü açıyor. Haklı ekonomik talepler, baskıcı ve istikrarsız siyasal yapılara karşı başkaldırı kaçınılmazdır. Ama alternatif bir reçete ve onun izdüşümü, siyasal bir perspektifle eyleme dönüşmüş değil.
Dolasıyla milliyetçilik kartını kullananlar için fırsat kaçınılmaz. Milliyetçilik kadının kapalı alandan çıkıp, işgücüne katılımına karşı değil. Ama sadece bir ırkın iktidarını esas alırken tüm sıkıntıların sorumlusu olarak öteki ırklar gösterilmekte ve sokaktan ülkeye yayılan içsel gerilime yol açmaktadır.
Türkiye 2016 suni darbeyle milliyetçi iktidarın önünü açtı. Eskiden dinsel referansları esas alan Erdoğan hem kendi dinini hem de Suriye’deki muhalefeti din yoluyla Türk milliyetçiliğinin hizmetine sundu. Misak-ı Milli ve Neo-Osmanlıcılık söylemleri dinin değil milliyetçiliğin referanslarıdır.
İran’da benzer şekilde Şii mezhebini Fars milliyetçiliğinin hizmetine sundu. Lübnan ve Irak’taki halk tepkisinin İran’ı daha büyük bir dalga ile yok edeceğini öngörüyordu. Bu yüzden İran’da erken doğum yaptırıldı. Benzin fiyatlarının yükseltilmesi devlet eliyle bilinçli bir karardı. Çünkü sahada da halkı isyana teşvik edecek sivil giyimli besiciler vardı. 12 Eylül Darbesi öncesi sağ-sol çatışmasını yaratan Türk devleti gibi İran önce isyan ettir sonra vur taktiğini uyguladı.
Kürtlerin milliyetçilikle imtihanı
Milliyetçilik dalgasındaki yükseliş Kürtler için tehlike çanlarını beraberinde getiriyor. Şu anki konjonktürde Arap milliyetçiliği Türk ve Fars milliyetçiliğine karşı bir barikat olabilmesi için Kürtleri destekler gibi görülüyor. Ancak çok da sindirebilecek durumda değil. Yine Türk ve Fars milliyetçilikleri pekala Kürt karşıtlığı üzerinde ittifak yapabiliyor.
Kürtlerin doğrudan varlığını esas alan bu dalga karşısında tek dayanağı içeride ulusal birlik, dışarıda evrensel dayanışmadır. Homojen bir biçimde birleşmeleri gerekmeyebilir. Ama bazı temel prensipler belirleyip birlikte hareket edebilirler. Aynı şekilde mücadelelerinin birlikte yaşadıkları halkların da mücadelesi olduğuna dair düşünsel, kurumsal yapılar oluşturmalı. Yani Türkler, Farslar, Araplar, Asuriler, Ermenilerle birlikte milliyetçi ırkçı yapılara karşı birlikte örgütlenip hem kendilerinin hem de halkların ortak hareketine dahil olmaları elzemdir.