Ludizm ya da makine kırıcılığı, 17. yüzyılın ilk çeyreğinde İngiltere merkezli başlayan, 18. yüzyılda Fransa’da da etkisini göstererek 100 yıla yakın (1830’lara kadar) süren bir işçi hareketi ve bir eylemler zinciridir. Söylentiye göre, Ned Ludlam isimli bir çırak, ustası tarafından azarlanınca kendisini kaybetmiş ve eline geçirdiği bir çekiçle ustasının çorap dokuma tezgâhını parçalamıştır.
Sanayi devrimi öncesi ve sanayi devriminin ilk dönemine damgasını vuran makine kırıcıları, sınıfın ilk büyük öfke hareketidir. Hayatı kolaylaştırması ve işçinin dostu olması gereken makine, patronların elinde işçiye düşman kesilmiş, işçiyi bir yandan kendi parçasına çevirirken öte yandan geniş yığınları işsiz bırakmaya başlamıştır. Yaşadığı sefaletin, işsizliğin arkasındaki sömürü düzenini ve patronlar dünyasını göremeyen işçi, öfkesini kendisini işsiz bırakan makineye çevirmiştir. Öfke makineye değil, sınıfın yaşadığı vahşi ve ölümcül şartlaradır.
Teknolojinin ve robotların sanayiye girmesi ile beraber 200 yıl sonra benzer bir durum kendisini tekrar etmeye başlamış görünüyor. Üretici güçlerdeki amansız gelişme, üretimin tarzını ve verili üretim ilişkilerini zorlarken henüz devrimci bir pozisyona geçememiş bulunan işçiler bu durumun faturası ile yüzleşiyor. Hayatı basitleştirip insanın yaşamını kolaylaştırması gereken teknoloji, mülk sahibi sınıfların elinde milyarlarca insan için kâbusa dönüştürülüyor. Yoksullaşan ve işsiz kalan kitleler ya mülteci olup yollara düşüyor ya da verili duruma kitlesel ayaklanmalarla cevap veriyor. Dünyada olan, ülkede de cereyan ediyor.
15 Ekim tarihinde 2019 yılı Temmuz ayı işsizlik rakamları açıklandı. Yapılan atamalarla iktidarın ekonomik krizi gölgeleme aracına dönüşen TÜİK, yayımladığı işsizlik rakamları ile mızrağın çuvala sığmadığını gösterirken işsizlik meselesinin can yakıcı konumunu da sergilemiş oldu. TÜİK verilerine göre işsizlik oranı Temmuz’da geçen yılın aynı ayına göre 3,1 puan artarak yüzde 13,9’a yükselirken, işsiz sayısı 1 milyon 65 bin kişilik artışla 4 milyon 596 bin kişi olarak hesaplandı. Söz konusu ayda genç işsizlik oranı ise 7,2 puan yükselerek yüzde 27,1 oldu.
Devlet kurumlarının sayısal bir veri olarak ele aldığı işsizlik, çalışan yığınlar açısından hayati öneme sahip somut bir olgudur. Yaşamını sürdürmek için emek gücünü satarak geçinmek durumunda olan, bunun dışında hiçbir şansı olmayan işçiler için işsiz kalmak hayatın devam ettirilemez hale gelmesi demektir. Bu anlamda işsiz kalmak, hayatla kurulan bağların kopması anlamına gelir ki çalışan yığınlar açısından bu ölümle eşdeğerdir. Makine kırıcılığının üzerinden yaklaşık 200 yıl geçti. İşçiler sermayeye karşı mücadele ve örgütlenme yöntemlerini öğrendiler ve geliştirdiler. Bu yöntemlerden birisini de sendikal örgütlenme ve mücadele oluşturur. Ne yazık ki gelinen noktada sendikaların durumu sınıf mücadelesi açısından pek parlak değildir. Türkiye genelinde, resmi kayıtlara göre 13 milyon 411 bin 983 işçiden, 1 milyon 859 bin 38’i sendikalara üyedir. Bu sayıya kamuda çalışanlar dâhil değildir. Her seferinde basının karşısına çıkıp yüksek perdeden konuşmayı seven sendikaların gücü ne yazık ki bu kadardır. Sendikalar işçi sınıfının çok küçük bir azınlığını temsil etmektedirler ve bu azınlığın haklarını gereği gibi savunduklarını söylemek de mümkün değildir
İşsizliğin çalışan yığınların üzerine bir kâbus gibi çöktüğü, iş ve yaşam koşullarına öfkenin arttığı süreçte sendikalı işçi sayısının giderek azalmasını sadece sermaye ve devletin saldırıları ile açıklamak yetersiz kalacaktır. Sendikacılığın patronla müzakereye indirgendiği, sendikaların grev yapmaktan korktuğu hatta grev fonundan vazgeçtiği bir dönemde yaşanmakta olan direnişlerin pek çoğunun sendikalara rağmen başlaması, işçilerin sendikalarını kendilerine sahip çıkmaya çağırması tesadüfi olmasa gerekir. Mücadeleci birkaç sendika dışında işçilerin güvendiği ve adını andığı bir sendika kalmamış gibidir. Bu mücadeleci görünen sendikaların iç yapısının diğerlerinden bir farkının kalmadığı da ortadadır. Sendikalar hantal bürokratik bir yapıya bürünürken sendikacılık bir meslek haline gelmiş, işçi kendi sendikasına yabancılaşmıştır. Kamu hariç sınıf sendikalarının onlarca yıldır sendikacılıktan geçinen kastlaşmış ekipler tarafından yönetildiği, bu ekiplerin kendi varlıklarını tehdit eden girişimlere karşı devletin ve patronların silahına başvurmaktan kaçınmadığı, işçileri işten attırdığı ya da attırmakla tehdit ettiği, direnişleri yalnız bıraktığı, eylemleri kırdığı hatta işçiyi isçiye saldırttığı bir süreçte sendikaların zayıflaması doğal kabul edilmelidir. Yaşanan pek çok işçi direnişi neredeyse sendikalara rağmen gündeme gelmekte, sendikacılar bu direnişleri bitirmek için uğraşmaktadır.
İşçiler teknolojiyi kendilerine karşı silah olarak kullanan patrona yüzünü dönecek ve makineleri değil, kollarını bağlayan zincirleri kıracaksa işe bu zincirin birinci halkası olan bürokratlaşmış sendikalardan başlamalıdırlar. Önce sendikacılığı meslek olarak gören, sendikacılığı patronla müzakere olarak algılayan meslekten sendikacılar ile yollar ayrılmalıdır.