Nesrin Nas ile dönem dönem siyaset konuşmak iyidir. Hem parlamento ve parti siyasetini hem sivil toplumu hem sokağı bilir. İktisat alanındaki uzmanlığı da cabasıdır. Nesrin Nas ile bu defa da Türkiye siyasetinin güncel meselelerini, ittifak sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk.
Özellikle Türkiye dışında yaşayan Türkiyeliler ve uluslararası toplumun bir kesiminde Türkiye demokrasi için kaybedilmiş bir ülke olarak algılanıyor. Sahiden durum bu kadar vahim mi sizce? 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden sonra nasıl yine bu kadar karamsar bir algı oluştu? Sebep ne?
Ne yazık ki, Türkiye’nin demokrasi liginden düştüğü doğru. Türkiye, bir ülkenin demokrasi olup olmadığını belirleyen kriterlerin hemen hepsine sırtını döndü. Artık prosedürel yani sandık demokrasisinden dahi bahsetmek zor. Çünkü 31 Mart yerel seçimlerinden sonra önce İstanbul seçimleri uydurma gerekçelerle tekrarlandı. Sonra da yüzde 50’nin üzerinde oy alarak seçilmiş Kürt belediye başkanlarının yerine kayyım atanmaya ve bu belediye başkanlarından bazıları da, seçimlerde iktidar partisine karşı kazanmanın cezası olarak hapishanelere gönderilmeye başlandı. Bu nedenle bir demokrasinin ilk adımı olan seçme ve seçilme hakkının dahi gasp edildiği karanlık bir döneme adım attık. Nitekim, birçok uluslararası kuruluşun da yayınladığı özgürlük ve demokrasi sıralamasında Türkiye hızla en alt sıralara kaydı. En son Uluslararası Demokrasi ve Seçim Destek Kurumu’nun hazırladığı ‘Demokrasinin Küresel Durumu-2019’ raporuna göre, Türkiye ve Haiti dünyada temel hakların en düşük seviyede olduğu iki ülke oldu. Aynı raporda Türkiye’nin, adalete erişim, sivil özgürlükler ve sosyo ekonomik haklar konusunda da El Salvador, Haiti ve Guatemala ile birlikte en kötü performansı sergileyen ülke olduğu belirtiliyor. Bu rapor Türkiye’yi hâlâ bir demokrasi liginde görmekle birlikte çok zayıf ve kırılgan bir demokrasi grubunda gösteriyor. Yani hâlâ umut var bizim için. Yine de raporun detayları ne durumda olduğumuzu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Durum maalesef çok vahim. 31 Mart ve özellikle 23 Haziran seçimlerinin üzerinden çok geçmeden, Demokrasi İttifakı’nın dağılması var olan umutları büyük ölçüde yok etti.
Türkiye muhalefetinin önündeki en önemli handikaplar nedir ve nasıl aşılır?
Bunun birçok sebebi var ama ben ilk sıraya kendine demokrasi güçleri diyen birbirinden oldukça farklı muhalif kesimlerin ortak bir demokrasi anlayışında buluşamamasını, sadece iktidarı geriletmenin yeterli olacağı gibi bir ön kabulle yola çıkmış olmalarını koyuyorum. Özellikle demokrasinin çoğulculuğu, eşitliği ve asgari adalet ilkesini kapsaması gerektiği konusunda bir uzlaşma olmaması, iktidarın ‘söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ diye özetleyeceğim dayatması, muhalefetin büyük diliminin iktidarın milliyetçi politikalarının yörüngesinden çıkamamasına yol açıyor. İktidarın asıl gücü de burada zaten. Toplumu o kadar böldü ve ayrıştırdı ki, her koşulda yürüyebileceği ve kendi çıkarını topluma ülkenin çıkarı olarak dayatabileceği bir yol bulabiliyor. İktidar her halükarda yanında ona eşlik edecek büyük bir dilim buluyor. Çok başı sıkıştığında da beka sorunu, vatan meselesi diyerek, bazen ikna yoluyla bazen de zor kullanarak herkesi kendi arkasında hizalayabiliyor.
CHP, bir ana muhalefet partisi olarak herhangi bir umut ya da seçenek oluşturmak istiyorsa ne yapmalı?
Muhalefetin geneli için söylediklerimin çoğu aslında öncelikle CHP’ye yönelik. Çünkü ana muhalefet partisi ve örgütlü muhalefetin en büyük parçası o. CHP, eksik aksak da olsa halkın egemenliğini, eşitliğini, devletin adalete ve laikliğe dayanmasını önceleyen Cumhuriyet’in çoktan yıkıldığını görmüyor. Artık milleti yurttaş saymayan, şeffaflığı zaafiyet olarak gören ve millete hesap vermekle kendini yükümlü hissetmeyen bir kişi devleti var. CHP, bu anlamda geçmişe hapsolup kalmış gibi. Zaman zaman yurttaşı, yurttaş haklarını önceleyen çıkışlar yapsa da, “devlet zaafa düşer” dendiği anda eski kabuğuna çekiliyor ve Erdoğan’ın yanında yer alıyor.Muhalefet olarak düşünce, ifade, inanç, seçme-seçilme özgürlüğünü ve barış içinde yaşama hakkını ortadan kaldırarak, devletin her koşulda haklı olduğu dayatmasıyla elde edilen güce dayanan rejimlerin en büyük destekçisinin korkuyla sessizliğe gömülmüş ve bölünmüş halklar olduğunu görmek ve bu korkuyu yenecek açılımı yapmak öncelikle CHP’nin liderlik etmesi gereken bir mesele.
Mesela hemen her gün, Kürt belediyelerine kayyım atandığı haberleriyle güne başlıyoruz. Önce kayyım atanıyor, sonra belediye başkanları gözaltına alınıyor, sonra bu gözaltı furyası Kürt gazetecilere, insan hakları savunucularına ve HDP’nin parti örgütünde çalışan genç, kadın tüm partililere uzanıyor ve bu gözaltıların çoğuna tutuklama kararı ile nokta konuyor. Ama CHP sessiz ya da arada sırada bir şeyler söyler gibi yapıyor. Tıpkı La Boetie’nin dediği gibi tüm adaletsizliklere ve hak istismarlarına bu sessizliğiyle gönüllü katkı sunuyor. HDP’ye karşı iç ve dış güçlerce çok merkezli ve çok amaçlı olarak yürütülen operasyona karşı alınacak tavır demokratlığın turnusol kağıdıdır. Adalet yürüyüşünü yapan CHP’den şimdi çok daha kapsamlı, toplumsal barış ve ortak demokrasi ideali etrafında birleşme çağrısı yapmasını bekliyorum ben şahsen.
Sizce AKP de bir yönetme kifayetsizliği içinde mi? Ya da bu durum işine mi geliyor? Ya da istese de aşamıyor mu?
Sorunları çözemediğiniz zaman yeni sorunlar yaratarak eskisini görünmez kılmak ve çözümü zamana bırakmak ya da moda tabirle geleceğe süpürmek bir yönetim tarzıdır. Ancak AKP bunu o kadar uzun süredir ve o kadar geniş bir yelpazede yapıyor ki, hangi sorun hangisini tetikliyor bunu dahi göremez halde.
Açıkçası bu duruma kriz yönetiminin krizi demek mümkün. Özgür bir ortamda iktidarda kalması zor, ama özgür olmayan bir ortamda sorunları çözmesi zor. O da bilerek ve isteyerek hukuk dışına çıkıp, bir boşluk yaratıyor ve bu boşluğu idari kararlarla doldurarak, herkesin alışacağı ve ses çıkarmayacağı otoriterliği tesis etmeye çalışıyor.
Cumhur İttifakı’nda sizce MHP istediğini ve beklediğini alıyor mu? İttifakta bir sorun seziyor musunuz?
Cumhur İttifakı’nın bana göre kazananı MHP’dir. MHP, küçük bir parti olarak kalacakken, AKP liderliğinin ihtiyacından dolayı sistemin merkezine oturmuş daha doğrusu oturtulmuştur. Bugün izlenen politikalar MHP’nin üzerinden konuşan Türk milliyetçisi devlet aklı ile İslamcı AKP aklının füzyonudur. Bu koalisyon hem ‘iktidar olduk ama devlet olamadık’ diyen AKP’nin ihtiyacını hem de toplumun çoğunluğuna ulaşamayan ve önceliklerini benimsetemeyen devletin ihtiyacını karşılayan bir koalisyondur. Bu nedenle zaman zaman uzlaşmazlık çıksa dahi, bozulması güç görünüyor. Bu ortaklıktan MHP’nin kazançlı çıktığı açık. Son yerel seçimlerde de bu görüldü. Kuşkusuz bu durum AKP tabanında rahatsızlık yaratıyor. Zaman zaman kuruluş ayarlarına dönme çağrıları, MHP ile birlikte katı bir devletçi ve dışlayıcı bir milliyetçi kimliğe bürünen AKP’nin mevcut halinden memnuniyetsizlik çağrıları olarak da okunabilir. Ne var ki, bugün iki parti de birbirine muhtaçtır. Hukuk dışına taşan, insan haklarını teferruata indiren ve polis devletinin karanlığına ülkeyi hapseden uygulamalardaki işbirliği ve aşırı güvenlikçi devlet anlayışı bu ortaklığı devama zorlamaktadır.
Millet İttifakı ya da HDP’yi de dahil ederek ‘seçim ittifakı’ diyelim, Kuzey Suriye tezkeresinden nasıl etkilendi? Nasıl bir izlenim alıyorsunuz?
Millet İttifakı aslında uzun vadeli bir ittifak olarak kurgulanmadı. Türkiye’yi yeniden demokratik bir hukuk devleti hedefine ulaştıracak öncelikler ve ilkeler konusunda bir mutabakat metni her ne kadar 24 Haziran öncesinde yapılmışsa da, taraflar öylesine utangaç bir tavırla bu mutabakatı savundular ki bunu içselleştirmedikleri için de ilk engelde dağıldılar. Ancak kısa bir süre sonra gündeme gelen yerel seçimler, AKP-MHP iktidarını geriletme amacını öne çıkardı. Bu belki gerekliydi ama birbirinden farklı partileri bir arada tutmaya yetmeyeceği aşikardı. Kaldı ki bu ittifak HDP desteği olmasaydı başta İstanbul olmak üzere birçok kentte başarıya ulaşamazdı. Ne yazık ki, Millet İttifakı’nın iki bileşeninden biri olan İYİ Parti, HDP’nin desteği konusunda rahatsızlığını hiç saklamadı. Bu da bir seçim ittifakında olması gereken güveni baştan erozyona uğrattı. Erdoğan bu zaafı iyi değerlendirdi ve hem HDP’yi kriminalize etmeyi sürdürdü hem de Suriye harekatı ile seçim ittifakının iki partisini tekrar kendi yörüngesine almayı başardı. Böylece kendi iç sorunlarının ve ülkenin diğer sorunlarının üzerini örterek çok önemli bir zaman kazandı ve yeniden siyasette oyun kurucu olmayı başardı. Kuşkusuz “her şey bitti” diyemeyiz.
Ancak Kürtlerin kırgınlığını tamir etmek bundan sonra pek kolay olmayacaktır. Yine de Kürtler duygularla hareket etmemeyi, siyaseti rasyonel bir çerçeveye oturtarak yapmayı çok iyi bilen bir halk. Kürt meselesinin çözümü ile yeryüzü standartlarındaki bir demokrasiye sahip olmanın arasındaki ilişkiyi en iyi onlar biliyor. Bu nedenle demokrasi mücadelesine devam edecekler ve bu konuda kapılarını kendileriyle bu mücadeleyi yan yana verecek her parti ve kesime açık tutacaklardır. Nitekim son çağrıda bu inanç ve umut son derece açıktır. Tabii, CHP’nin de bu konuda daha açık ve net olması şart. CHP, Kürtlerin eşit yurttaşlar olarak var olacağı ve tartışmasız tüm haklarına kavuşacakları bir demokrasi mutabakatını öncelikle gündemine aldığı takdirde, bugün yaşanan umutsuzluk hızla yeni bir umuda dönüşecektir. Bugün iktidarın Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını gasp eden kayyım politikası karşısında, bunu sadece HDP’nin sorunu olarak görmeyen bir tutum aldığı takdirde, CHP geleceğe dönük önemli bir adım atmış olur. Çünkü yaşananlar sadece Kürtlerin sorunu değil. Kürt belediyeleri, başta ana muhalefet olmak üzere tüm muhalefet partilerinin suskunluğu sayesinde, yerel yöneticilerin seçimle işbaşına gelmesine son verecek bir pilot uygulamanın deneme alanıdır. Daha doğrusu bir yeni rejimin test sürüşüdür.
HDP’nin 12 maddelik son deklarasyonunda en fazla hangi madde dikkatinizi çekti ve demokrasi için umut verici buldunuz?
HDP’nin demokratik zeminde mücadelesini sürdürme tavrını çok önemli buluyorum. Bu çok değerlidir ve tüm muhalefetin sahip çıkması gereken bir tavırdır. Ben bütün çağrıyı ama illa da bir madde diyorsanız en çok son madde ile altını çizdikleri ve kamuoyuna yaptıkları çağrıyı önemli ve değerli buldum. O madde şuydu: “Demokrasiyi inşa etmek, kazanımlarımızı korumak, yeni kazanımlar elde etmek ancak ve ancak demokrasi güçlerinin birlikte mücadelesiyle mümkün olabilir. Son yerel seçimlerin gösterdiği gibi hep beraber, kayyım rejimini ve tek kişi yönetimini durdurabilir ve engelleyebiliriz. Topyekün demokratik mücadeleyi ve sivil itaatsizlik ile direnişi büyütebiliriz.” Burada toplumun demokrasiye inanan kesimleriyle yanyana durma kararlılığı ve demokratik mücadeleye inanç çok net görülüyor. Ayrıca tüm baskı, ötekileştirme ve yalnız bırakılma politikaları karşısında öfkeye teslim olmamalarını ve rasyonaliteden sapmamalarını çok önemli ve değerli buluyorum. Tüm zorluklar ve baskılar karşısında umut etme cesaretini ortaya koymaları bizim de ders çıkarmamız gereken bir tavır. Açıkçası benim de daha iyi günlerin geleceğine olan umutlarımı besliyor.
Toplumsal kutuplaşmanın ortasından yürüyecek bir siyasetin herhangi bir siyaset yapma olanağı bulunabilir mi, yoksa bütün toplum bu kutuplaşmanın kapsama alanında mı artık? Üçüncü Yol siyaseti diye HDP’nin de gündeme getirdiği bir siyaset münkün mü?
Sadece sorunları konuşursak kutuplaşmayı aşamayız. Ama toplumun sorunlarını kavrayan çözümler konuşulmaya başlar ve bu çözümlerde bir mutabakat sağlanırsa bu kutuplaşmayı aşacak bir çıkış yolu bulunabilir. Muhalefet sadece demokraside, adalette birleşme çağrısı yapmakla yetinemez, yetinmemeli. Demokrasinin işle ekmekle, adaletin eşitlikle, özgürlüğün çocukların ve gençlerin geleceğiyle ilişkisini kurar ve politikalarını böyle oluşturursa, sıkışmış ve içeri doğru patlamaya hazır topluma yepyeni bir yol açabilir. Bu da HDP’siz olmaz. Eşitsizlik, adaletsizlik karşısında en çok canı yanan ve yoksulluğu had safhada yaşayan Kürtleri bu çözüme katmadan toplumun diğerlerinin sorunları da çözülmez çünkü.
HDP dışındaki partiler, belki HDP de, artık sivil toplumun talep ve çağrılarına kapanıp sadece iktidarın tavrına mı endekslediler kendilerini? Sivil toplum inisiyatiflerinin siyasete hâlâ bir etkisi oluyor mu?
Ne yazık ki sivil toplumla partilerin ilişkisi daha çok seçim öncesinde yoğunlaşıyor, seçim sonrasında partiler sivil toplum örgütlerini bir yük olarak görüyorlar. Sivil topluma kapılarını açık tutan tek parti HDP. HDP’yi böyle bir tutuma iten, sıkışmışlığı mı yoksa gerçekten çoğulculuğu ve çoğunluğun aklına duydukları güven mi, bunu test edecek bir siyaset zemini olmadı bugüne kadar. Ama diğer partiler sivil toplumla çalışmak isteseler de nasıl bir dil ve yöntem kullanacaklarını dahi pek bilmiyorlar. Birkaç uzmanla belli bir konuda çalışmayı sivil topluma açılma olarak görüyorlar. Bu konuda katedilecek uzun bir yol var önümüzde. Ancak, güçlü bir sivil toplum inşası özgürlüklerin alanını genişletmekle ve yerelden yönetimi güçlendirmekle olur. Kürt belediyelerine kayyım atanması, diğer belediyelerin yetkilerinin ve bütçelerinin merkeze aktarılması aynı zamanda sivil toplumu güçsüzleştiren hatta yurttaşı Murat Sevinç’in tabiriyle ‘kelle’ye indirgeyen bir uygulamadır. Bunu da ilave etmek isterim.
HDP’nin erken seçim çağrısı siyasi bir tutum alış olarak sadece sembolik bir değere mi sahip?
Aslında bu çağrı ile her koşulda demokrasiye ve demokratik araçlara olan inanç dile getiriliyor. Seçim prosedürel de olsa demokrasinin ilk adımı. Bir zamanlar meşruiyetin tek kaynağı olarak sadece sandığı gören, ama bugün seçme ve seçilme hakkını iktidarını sürdürmek gayesiyle gasp eden iktidara karşı, onun unuttuğu ve unutturmak istediği sandık çağrısı yapılıyor ve iktidara seçilmiş olmanın meşruiyeti hatırlatılıyor. İkincisi de bugüne kadar seçim kararını hep iktidara bırakan muhalefete, bu konuda baskı yaratması için bir kapı aralanıyor. Muhalefet bu imkânı kullanır ve sürekli seçim çağrısı yaparsa, çoğunluk olmasa da, iktidarı seçime zorlayabilir. İktidar seçimden korkan bir parti algısı yaratmak istemeyecektir.
Aynı zamanda iktidara “kayyım da atasan, seçmenimle bağım kopmadı ve kopmayacak” hatırlatması yapılıyor. İktidarın Anayasa’yı, yasaları yok sayarak attığı hoyratça adımların bir amacı da HDP’yi parlamentodan, yerel yönetimlerden çekilme kararına zorlamaktır. HDP’nin seçim çağrısıyla bunu gördüğünü ama asla gayri meşruluğa alışmayacağını, toplumun buna alıştırılması ve sessizleştirilmesine meydan vermeyeceğini de söylemiş oluyor.