Demokrasi, istikrar ve gelirde adalet
Türkiye işsizliği konuşuyor. Hükümetin “dengeleme”, “iyi şeyler olacak” açıklamalarına rağmen yatırımlar giderek azalıyor, dolayısıyla işsizlik artıyor. Üstelik gençler arasında işsizlik, yüzde 27.1 ile rekor bir seviyeye ulaştı. Ülke geliri daha çok tüketime gidiyor. Bir diğer dikkat çeken şey belediyelere kayyum ataması uygulaması. Neredeyse işsizlikle paralel seyrediyor. Yani AKP’yi iktidar koltuğuna oturtan seçim ve halk iradesi, aynı AKP tarafından şimdi tuzla buz edilmiş durumda. Halk iradesini yok saymanın politik istikrarsızlığı kronikleştirdiği ortada. İşsizlik, kayyum atamaları ve demokrasi ilişkisini nereden mi kuruyoruz? Araştırmalar, demokratik normların kabul edilmesi ile ülkenin zenginliği arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Seymor Martin Lipset’in araştırmasına göre “…bir ülkede iktidarın değişmesi ile ciddi kayıplara uğrayacak toplumsal kesimler mevcut ise, söz konusu gruplar iktidarda kalmaya devam etmek için bütün yollara başvurabilecektir. Bunun yanında bir işi ehline verebilmek için de gelir seviyesinin iyi olması gerekir. Kaynakların kıt olduğu ve gücün devletten devşirildiği toplumlarda eş-dost kayırmacılığı ve işin ehline vermeme anlayışı çok daha yaygındır.” Ayrıca, ekonomistler siyasi istikrarı ülkenin ekonomik durumunu ciddi bir şekilde etkileyen bir olgu olarak değerlendirmektedir. 1980-2000’li yıllar arasında yaklaşık 170 ülkeyi ele alarak yapılmış olan çok sayıda ampirik çalışma siyasal istikrarsızlığın ülkelerdeki kişi başına düşen GSMH artışını olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymuştur. Borçlarda ciddi artışlar, enflasyonda yükseliş ve dolayısıyla gelir dağılımının daha da adaletsiz olmasına hizmet eder. Aynen bizdeki gibi: Barış sürecinin başladığı 2013 yılında 12 bin 480 dolara kadar çıkan kişi başına düşen milli gelir, barış sürecine son verildiği 2015’ten itibaren gerilemeye başladı. 2015’te 11 bin 19 dolara, 2018’de 9 bin 693 dolara geriledi. 2019’un ikinci çeyreği: Kişi başına milli gelir 8 bin 811 dolar oldu…
Vosvos savaşa karşı!
Alman otomotiv devi Volkswagen’ın (VW) CEO’su Herbert Diess, daha önce Manisa’da kurmayı düşündükleri Fabrika’nın yapımını askıya almalarının asıl nedenini “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki Barış Pınarı Harekatı’na dikkat çekerek, “İnsanlar öldürüldüğü müddetçe, bir harp meydanının yanına temel atmayacağız” sözleri ile açıkladı. DW’nin haberine göre, Diess, profesyonel iş ağı LinkedIn platformunda paylaştığı yazısı, doğrusu hiç kimsenin beklemediği bir içerikte oldu. “Sarsıcı”, demek daha doğru. Diess’in açıklamaları tarihe düşülmüş çok önemli notlardan biri olarak kaydedilecektir. Ve uzun yıllar üzerinde konuşulacak bir tutum ve konumlanma… Kararın alınma gerekçesi, sahibi kadar, alındığı dönem ve gidişat için de oldukça dikkat çekicidir. Ekonomi cephesinde ilk kez savaşa bu kadar açıktan tavır alınmış oldu. Yani insan ölümü üzerine tasarlanmış bir kâr ve kazanca da açıktan tavır içeriyor. Kimileri bunu Berlin ile Ankara yönetimleri arasında son yıllarda giderek artan gerilime ya da AKP hükümetinin Suriye’nin kuzeyine yönelik başlattığı savaşa karşı yükselen uluslararası kamuoyunun etkisine bağlayabilir.Veya son yıllarda Kürt sorunu nedeniyle uygulanan güvenlikçi ve savaş politikaların yol açtığı istikrarsız ülke görüntüsünden kaynaklı da olabilir. Mümkün. Ancak “bana ne” deyip fabrikayı kurabilirdi de… VW’nin ucuz iş gücü, vergi indirimi, bedava arazi vb. avantaja ve olanağa rağmen Türkiye’de büyük kârlar elde etmekten imtina etmesi sermayede de insani vicdanın hala atıyor olması açısından önemli. Daha da önemlisi yüzbinlerce insanın yaşamını yitirdiği Hitler yönetimi döneminde üretilen “Halkarabası” Volkswagen’den savaşın kirli yüzüne vurgu yapılması aynı zamanda kendi geçmişiyle de hesaplaşma niteliği taşıyor. Ekonomi tarihinde ilklerden olan bu tutum, sermaye cephesinde, insanların toplu kıyımı anlamına gelen savaşa karşı yeni bir etik tartışmanın da başlatıcısı olabilir.
Hayal ve gerçek arasındaki fark
Ekonomik ve siyasi istikrarsızlık ve yönetimsel sorunlar her gün bir bir başka noktada patlak veriyor. İşte kısa bir özet: TCDD tarafından Ulusal Demiryolu Sinyalizasyon Projesi’nde Tesisler Kontrolörü olarak görevlendirilen Veysel Karani Babacan, 1 milyon 584 bin 64 TL bedelindeki 32 adet sinyalizasyon ihalesini, eşi Sündüs Babacan’ın üzerine kurulu paravan şirkete verdiği ortaya çıktı. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın geçen günlerde yayınladığı Kamu İşletmeleri Raporu’na göre, 2018 yılında TRT, 92 milyon lira zarar etti. Türkiye Varlık Fonu’na (TVF) devredilen Çaykur, Botaş, TCDD ve Kayseri Şeker zarar ederken, THY, Ziraat Bankası, Denizcilik İşletmeleri ve PTT’nin kârları düştü. Borçlarında büyük artışlar var. Sayıştay Raporu’na göre: Döner sermayeyle ayakta kalmaya çalışan üniversite hastaneleri iflasın eşiğinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘hayalim’ dediği, şehir hastanesi modelinde çark edildi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, şehir hastanelerinin artık Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeli yerine ‘genel bütçe kaynaklarıyla’ yapılacağını açıkladı.