Hüseyin Kalkan – Yadigar Aygün
BirGün gazetesinin köşe yazarı Erk Acarer, Artı Tv’de de Haber Peşinde isimli bir program yapıyor. Başından beri IŞİD’in bölgede ve Türkiye’deki faaliyetlerini izleyen Acarer, BirGün’deki köşesinde IŞİD ile ilgili önemli haberlere imza attı. Haber Peşinde adlı programında aynı çizgiyi izleyen Erk Acarer’in haftalık programı ilgili ile izleniyor. Bağdadi’nin Türkiye’nin kontrolündeki bir bölgede öldürülmesi ile birlikte ortaya çıkan durumu, Bağdadi’nin Türkiye’ye girip çıktığına dair söylentileri Erk Acarer ile konuştuk.
Bağdadi’nin Türkiye’nin kontrolünde olan bir bölgede, adeta burnunun dibinde öldürülmesini nasıl anlamak gerekiyor? Aslında bu konudaki veriyi ve haritayı önümüze koyduğumuzda pek çok soru işaretini kendiliğinden görüyoruz. Bağdadi nerede yakalandı?
Türkiye’ye 5 ila 7 km yakınındaki bir bölgede yakalandı. Aktarılan bilgilere göre kendisine bir ev yapıldı. O bölge için küçük bir saray olarak nitelendirilecek bir ev. Haritada gördük o evi. Evin etrafında o bölgede gözlem noktası vardı. Türkiye bu bölgeler için şunu iddia ediyordu: burada kuş bile uçurmayız. Bu şu demekti; istihbaratmız çok geniştir. Bu bölgeyi konsolide ediyoruz demekti. Toplumsal olarak bile bölgede pek çok girişimlerde bulunuyor Türkiye. Okul yapıyor, ötesinde bir polis teşkilatı var. Valilik kurmaya çalışıyor. Eğitimler vermeye çalışıyor. PTT teşkilatı var. Dolayısıyla Türkiye’nin hem toplumsal hem de istihbaratı böylesine kontrol ettiği bir bölgede Bağdadi’nin 5 ile 7 km Türkiye’ye girmesi çok fazla soru işaretini beraberinde getiriyor. Daha önce bu konuyla ilgili pek çok iddia da gündeme geldi. Bağdadi’nin birden fazla kere Türkiye’ye geldiği, Reyhanlı’ya geçmiş oluğuna yönelik bilgiler geldi. Dolayısıyla bana kalırsa fazlaca soru işaretleri var. Bu iddialar soru işareti olarak kaldı. Kürt kaynakları dillendirdi. Suriye Demokratik Güçleri’ne yakın kaynaklar dillendirdi. Biz belge üzerinden bunu okuyamadık, görmedik. Araştırmaya muhtaçtır ama ileri sürülenler de sıkıntılıdır.
Bütün akrabalarının Türkiye’de olduğu anlaşıldı. Bağdadi öldürülmeseydi, Türkiye bu akrabaları yine yakalayacak mıydı?
Bağdadi öldürülüyor hemen akabinde siz akrabalarını, kardeşini, yakınlarını yakalıyorsunuz. Bunu Türkiye’nin aslında uluslararası kamuoyunda biz işin içinde değiliz refleksi ve Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra kaybettiği prestiji yeniden temin etme çabası olarak görüyorum. Sınıra bu kadar duvar örüldü. Bu sınırlardan bu insanların kaçak olarak geçmeleri çok mümkün görünmüyor. Türkiye içindeyken bu insanlardan habersiz olunması zaten mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti resmi kaynakları da bunu dile getiriyor. Biz biliyorduk diyor. Habersiz olunması mümkün değil. 2015 7 Haziran- 1 Kasım sürecindeki kanlı dönemdeki şaibelere benzetiyorum. Ne olmuştu orda, hatırlayın. IŞİD’in HDP Adana ve Mersin binalarına eş zamanlı bombalı eylemler düzenlemesi ardından 5 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği Diyarbakır Katliamı, ardından 33 kişinin öldüğü Suruç Katliamı, akabinde 103 kişinin öldüğü Ankara Katliamı. Şimdi Ankara Katliamı 10 Ekim’de gerçekleşiyor. 5 gün sonra IŞİD’e operasyonlar yapılıyor. İstihbarat ve emniyet birimleri her ne hikmetse IŞİD hücrelerini, özellikle Antep bazında söylüyorum, eliyle koymuş gibi buluyor. Geçmişe dönüp şunu sormamız gerekiyor; bu kadar kısa zamanda bunları bulacaktınız da neden Ankara Katliamı’ndan 5 gün sonra buldunuz? Buna benzer bir soru işaretinin olduğunu düşünüyorum.
Uluslararası kamuoyu bu durumu nasıl anlamlandırdı?
Avrupa kamuoyu, Rusya, Amerika bunları zaten biliyordu ama deşifre edilmesi, açığa çıkması gereken dönemler olur. O dönemlerin içerisindeyiz. Türkiye’nin bu karmaşık ilişkilerini biliyorlardı. Bilmemeleri mümkün değil. Haritadan ve yapılan açıklamalardan bir açıklama yapacağım size. IŞİD çeteleri Suriye’de henüz savaşmaya başladığında savaş nerede başlamıştı, Suriye’de Dera’da başlamıştı. Ürdün Dara’ya yakın. Ürdün sınırları kapattı. Ardından Lübnan sınırları kapattı. Irak’ta çok yoğun karışıklıklar vardı. Irak güvenlikli bir bölge değildi. Irak, IŞİD içinde güvenlikte değildi. IŞİD’in tek geçeceği yer kaldı. Burası da Türkiye sınırıydı. Kilis, Antep, Reyhanlı, Urfa, Akçakale tarafından geçti bu insanlar. Bu zaten tarihi olarak anlatımlarla ortaya çıkıyor. Öte yandan IŞİD’lilerin söylemleri de bunları doğruluyor. Avrupalı ve Türkiyeli IŞİD’çilerin, muhacir olarak adlandırılanların yüzde 99.5’i biz Türkiye sınırından Suriye’ye geçtik diyor. Çok net yol güzergâhları veriyorlar. Avrupalı cihatçılar hep şunu söylerler önce Franfurk’tan, Roma’dan İstanbul’a indik, Fatih’e götürüldük. Hemen ardından da bizi Kilis’e ya da Reyhanlı’ya götürüp Suriye’ye geçirdiler der. Bu ilişkiler kaç yılında başladı? 2011 yılında Suriye savaşı başladı. 2013 yılında biz IŞİD’in varlığını biliyorduk. 2013’ten 2019’a kadar Türkiye sınırları kullanıldı. Avrupalı kaynaklardan, Avrupa istihbarat örgütlerinden bilinmemesi mümkün değil. Herkes sadece sırasını bekliyor. Şunun bilinmemesi olanaksız; Türkiye’deki gazeteciler IŞİD’in hastaneleriyle ilgili, Antep yapılanmasıyla ilgili araştırmalar yaptı. İstihbaratçıların cirit attığı bölgelerde bu yapılanmalar, bu hastaneler, merdiven altı yerler medreseler oldu ve yabancı kaynaklar bunu bilmiyor öyle mi? Bu mümkün değil.
Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik operasyonu IŞİD’in tekrar kendini toparlamasına yol açabilir mi?
Askeri olarak IŞİD bitmiş olabilir. IŞİD her şeyden önce bir ruh hali. Felsefi bir yapılanma bu. Şeriata dayalı bir halifelik sistemi istiyorlar. Dünyanın şeriatla dönüşmesini istiyorlar ve bu felsefenin asla bitmeyeceğini, IŞİD bitse bile bitmeyeceğini ifade ediyorlar. Türkiye’nin bu operasyonları, sayılarını görüyoruz, Kobane’deki Ayn İsa cezaevi kampından kaç tane IŞİD’çinin kaçtığını biliyoruz. Ayn İsa kampında, operasyonun başında 1000 IŞİD’çi başıboş kaldı. Onun ötesinde farklı kamplarda savaşın yarattığı boşluklar nedeniyle pek çok kişi kamplardan, cezaevlerinden kaçtı. Bu noktadan baktığımızda, Türkiye’nin operasyonu IŞİD’e can suyu verdi. Bunu net olarak görüyoruz. Bundan sonra nasıl organizasyonlar yapacaklar? Savaştan önce oradaki kamplarda hareketlenmeler görüyorduk. Bağdadi öldürülmeden önce son bir deklarasyon yayınlamıştı. Bu deklarasyon pek çok yerde, Suriye içerisinde, cezaevlerinde ve kamplarda heyecan yaratmıştı. Özellikle 71 bin kişinin olduğu Hol Kampı’nda. Bunların 25 bine yakını IŞİD aileleridir. Büyük heyecan yaratmıştı. Ev yapımı bir IŞİD bayrağı çekilmişti. Kampın muhtelif yerleri yakılmıştı. Dolayısıyla böyle hareketlenmeler varken, operasyonun gelmesi şüphesiz IŞİD’e ilerisi için umut vaat etti. Burada Bağdadi öldürüldü. Bana göre örgütler başka adamlarla yollarına devam ederler. Önemli olan felsefenin var olması. Felsefenin çok tehlikeli bir biçimde var olduğunu, kendini var etmeye çalıştığını yeni baştan görüyoruz. Örgüt lider değiştirir, isim değiştirir yoluna devam eder. IŞİD şimdi kendini yeniden nasıl tanımlayacak, nasıl konumlandıracak bunu göreceğiz. Bu noktada da aslında kaygılıyız. Kâğıt üzerinde darbe yediği görülen, iki senedir alanda bittiği görülen bir örgütten söz ediyoruz. Eğer bir örgüt kendini idame ettirmek istiyorsa, öyle olduğunu görüyoruz. Pes etmediklerini görüyoruz. Kendisini yeniden kanıtlayacak. IŞİD geleneğinden gelen radikal İslam’ın geleneğinden gelen kanlı eylemlerden birkaçı ile dünya’nın birkaç yerinde muhatap olabiliriz demek.
Suriye Milli Ordusu’na (SMO) katılan IŞİD’liler neredeyse isim isim tespit edildi. Bu geçişkenliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu cihatçı örgütçüler arasında bugün Suriye Milli Ordusu olarak tanımlanan, son kuruluşu Urfa’da bir otelde yapıldı. Polisin bu militanları koruduğu bir havada yapıldı. Suriye muhalif ordusunun nereden geldiğini, nasıl geldiğini, nasıl oluştuğuna bakmak lazım. En nihayetinde 2013’ten beri Selefi, İslamcı, radikal örgütler arasında hiçbir fark yoktur. Biliyoruz ki kimisi insan ciğeri söküp yedi, kimisi de kafa kesti. Bunlar arasında herhangi bir fark yok. Selefi olarak ayrımı mümkün değil. 2013’ten bu yana çok fazla geçiş olduğu, sadece cihatçı, militan geçişi değildi, sakallarını kesip ÖSO’cu oldular. Sakal uzatıp IŞİD içine geçtiği zamanda bölge o kadar karmaşık ki silah geçişleri de oldu. Aynı zamanda kimyasal geçişleri de oldu. Malzeme geçişleri de oldu. Askeri malzemelerin bir IŞİD’ten bir ÖSO’ya, ÖSO’dan tekrar IŞİD’e geçtiğini belgelerle ortaya koyduk. 2017’de bir dava oldu. 39 kişinin öldüğü Reina Katliamı davası. Bu davanın sanıklarından birisi aslında çok önemli bir şey itiraf etti. Ve bu görmezden gelindi. Bu sanık Abu Riezi Abu Du Hamidi’ydi (Reina Katliamı’nın organizasyonu içinde bulunan sanıktı). Bu sanık ‘ben Reina Katliamı’nda IŞİD’e katılmak üzere Abdülhamit Han Tugayları içerisinde 15 gün misafir edildim’ dedi. Biliyoruz ki Abdulhamithan Tugayları bir ÖSO çetesidir. Daha ilginç tarafı vardır. Özellikle bu padişah isimlerinin olduğu çeteler Türkiye istihbaratı tarafından kurulmuştur. Şimdi ortaya çok başka bir tablo çıkıyor. Sadece örgütler arası geçişgenlikler yok.
Örgütler arasında geçişgenliği sağlayan birtakım kaynaklar var. Bu Türkiye açısından çok tehlikeli. Kürt kaynakları söylüyor (adını hatırlayamadığı 6 bin kişilik tugay), tugayların iki tanesi IŞİD ile temas etmiş. Basit bir internet araştırması ile bunu ortaya koyabiliyorsunuz. Görünen köy kılavuz istemez. Bütün bu tugaylar arasında IŞİD’inden Sultan Murat Han Tugayı’na kadar hepsi ya IŞİD ile temas ettiler ya da bu teması bir kademe ortaya çıkardılar. Haziran ayında Hatay’dan bir cenaze kalktı. Bu cenaze getirildi Reyhanlı’da Tevhid Camii’nin musalla taşına kondu. Üzerinde de Hatay Belediyesi’nin flaması vardı. Binlerce kişi tarafından tekbirlerle karşı tarafa uğurlandı bu cenaze. Bu cenaze Abdülbasit adlı eski, 2014’te IŞİD bayrağı ile fotoğraf çektirmiş, IŞİD’li bir cihatçıydı. Sonra da kendini ÖSO’da bir komutan olarak tanımladı. Ama o felsefeden hiç ayrılmadı. Sonra gene Suriye’de savaşırken İdlib de yaralandı. Hatay Reyhanlı’da tedavi edildi. Tedavisi sonuçsuz kalıp öldü ve tekbirlerle Suriye’ye uğurlandı. Bölgeler arasında da geçişgenlik var. Türkiye’den Suriye’ye, Suriye’den Türkiye’ye demografik anlamda çarpıcı ve sıkıntılı değişimde görüyoruz.
Türkiye’nin bozulan imajı
Türkiye’nin imajını görmek için Avrupa’ya bile bakmak gerekmiyor. Tabi ki Bağdadi operasyonundan sonra Türkiye bunun üzerini kapatmaya çalışsa da Avrupa kamuoyunda, Amerikan kamuoyunda tartışılanlar çok farklı. Sadece buralarda da değil. Arap medyasında bile tartışılanlar çok farklı. Arap gazeteleri, karikatüristler Erdoğan’ı IŞİD ile bağlantılı olarak çiziyor. Bağlantılı olarak yazıyor. Türkiye’nin çok büyük imaj kaybı var. Selefiler ile gidilen yolun sonu yok. Suriye’de cihatçılık oyununun sonu yok. NoeOsmanlıcılık yolunun sonu yok. Fakat Türkiye ne yazık ki 2011 yılından beri bu sevdadan vazgeçmedi. Asla vazgeçmeyecek gibi görülüyor. Savaşların devam etmesi iç kamuoyunda da potansiyel sağlıyor. AKP’nin kendini var edebilmesinin yakıtı oluyor. Bundan hem halifelik olarak vazgeçmeyecekler hem de Türkiye’den nemalanmak anlamında vazgeçmeyecekler. Çetelerin ganimet paylaşımı savaşları ön plana çıkıyor. Vahşilik, yıkma, yakma, cenaze tutma onun ötesinde çapulculuk, haksız kazanç sağlamak ön plana çıkıyor. Gazeteci Vedat Erdemci’nin 38 gündür cenazesini tutuyor bu çeteler. IŞİD cenaze koleksiyoncusu. Bu kadar vandallar. İnsanların kaçırıldığı ve Avrupa’da ve Türkiye’de ailelerden fidye istediğine dair çok fazla duyum alıyoruz. Bu aktardıklarımızın hepsi IŞİD geleneğidir.