Bugün HDP geniş katılımlı bir toplantı yapacak. AKP-MHP rejiminin yerel yönetimlere ve partinin TBMM grubuna karşı başlattığı “darbe” karşısında ne yapmak gerektiğine karar verecek.
“Darbeye” karşı ne yapılır? En kötü yanıt “bugüne kadar ne yapıldıysa, o yapılır.” Örneğin belediyeyi gasp etme kararını “tanımıyoruz” denir. Fıkrada olduğu gibi: Adamın biri diğerini dolandırmış. Mahkemeye çıkmışlar. Dolandırıcı “ben bu adamı tanımıyorum” demiş. Dolandırılan bu “tanımama” lafına bozulmuş, “ben de seni tanımıyorum” demiş. Dolandırıldığı paranın üstüne de bir bardak soğuk “Hamidiye” suyu içmiş.
Haklarını yemeyelim, az sayıda olsa da milletvekilleri ve onların yanına sokulabilen küçük kalabalıklar “darbeye” karşı aralıksız açıklamalar yaptılar, sokağa çıkmaya çalıştılar, darp edildiler, vekil olmayanlar tutuklandı. Ama HDP, bir türlü direnişin yaratıcı biçimlerini bulamadı. Denedi de mi bulamadı, yoksa hiç mi denemedi, bilmiyorum. Ama sonuç ortada. Belediyeleri etkili bir direnişle savunmak mümkün olmadı.
Seçimlerin üstünden epey zaman geçti. En azından halkı, özellikle gençleri örgütlemek bakımından birkaç aylık fırsat kullanılamadı. Saldırının geleceği belliydi. Bizzat Erdoğan bunu açıkça ilan etti. Bu durumda “özgürlükçü belediyecilik, katılımcılık, çok dillilik, eşbaşkanlılık” gibi ancak “normale” yakın zamanlarda öne konacak hedeflerle oyalanırken, örneğin belediyelerin etrafında işsiz gençleri birer “emek taburu” gibi, “bir lokma, bir hırka” ahlakı temelinde örgütlemek akıllara gelmedi. Onlara toplu yaşayacakları barakalar inşa etmek, ortak aşevinden beslenmelerini sağlamak, kayyımların işe aldıklarını bir yana bırakıp, tüm belediye işlerini bu gençlerin kol ve kafa emeği ile yapmak, bu gençlerle vatandaşın her türlü yardımına ücretsiz koşmak da akıllara gelmedi. Bunlar yapılsaydı, belki şimdi belediyeleri “darbeye” karşı savunacak bir “öz güç” ortaya çıkmış olurdu.
Küçümsemek istemem, ama gaspedilen belediyelerin ve etrafı polis çemberine alınan il, ilçe binalarının önünde yapılmak istenen gösterilere harcanan emek, ödenen bedel “darbeyi” durdurmaya ve kitleleri mücadeleye çekmeye yetmedi. Altmış vekilin altmış sokağa gitmesi, sokaktaki halkın evlerini ziyaret etmesi, onları belirli bir gün ve saatte, sokağa bile çıkmadan, kapı önünde “irademe dokunma” diye diye haykırarak, zılgıtlarla eylem yapmaya ikna etmesi de akıllara gelmedi. 60 sokağın her birinde yüzlerce insanın polis gelene kadar yapacağı, polis görünür görünmez ortadan kaybolacağı, ıssız sokaktaki “sessizliğin” polisi korkutacağı türde “Gandici” bir protestonun, halkın kendi gücüne güvenini arttıracağı, buna karşılık on-onbeş kişiyle polis çemberinde polis dayağı yemenin halkta “yıldırıcı” etki yapacağı da akla gelmedi.
Demek ki “darbeye karşı ne yapılır?” sorusuna verilecek yanıt “bugüne kadar ne yapıldıysa onu yapmak” olamaz. Başka bir “seçenek” ise HDP’nin “sine-i millete çekilmesi”… Bu neye benziyor, biliyor musunuz? Tavşanın dağa küsmesine ve dağın bundan haberinin olmamasına… Soylu böyle bir çekilmeye sevinecektir. Daha fazla suç işlemekten kurtulacaktır. “Vah vah, diyecektir, biz 24 belediyeden sonra bir tekinin bile kılına dokunmayacaktık, neden zahmet buyurdunuz?” O halde “darbeye karşı ne yapılır” sorusuna Öcalan’ın adını andığı “Gandi”yi biz de anarak yanıt verelim: Direniş… Silahsız, şiddetsiz, hatta insanlar kendilerini tutabilirlerse “sessiz.” Her belediyenin il ya da ilçe sakini yüzlerce insan tarafından doldurulduğunu düşünelim… İnsanlar “kayyımı” bekleme nöbetinde. Her belediyede birkaç vekil. Eşbaşkanlar, Meclis üyeleri, muhtarlar, halktan insanlar, en önce de kadınlar… Mecbur kalanlar çocuklarıyla gelmiş. Her belediyede birkaç doktor. Avukat. Şilteler atılmış, battaniyeler serilmiş, hazır yiyecekler, içecekler biriktirilmiş. Elektrik kesilebilir; mum ne güne duruyor? Kaloriferler iptal edilebilir. Edilsin. Tıklım tıklım dolan belediyede her insan bir kalorifer dilimidir. Bu direnişi dünyaya duyurmak üzere elinde “akıllı telefon” olan her yurttaş birer gazeteci olmuş. Her dakika canlı yayınla medyaya bağlanmış. Kapılar özgür medyaya ve dünya medyasına açılmış: “Belediyemiz kayyımı bekliyor!” Belki New York Times ya da Humanite, belediye kapılarındaki bu pankartı görüntüleyip, şöyle bir manşet atacak: “Kürtler Erdoğan’ın kayyımlarını böyle bekliyor!” “Belediye hizmetleri ne olacak?”
Duracak. Belediye çalışanları “grevde”… Çöpler? Onları kim toplayacak? Onları da Soylu toplayacak. Öyle değil mi, kendisi bizzat bu belediyelerin başına valileri, kaymakamları ile gelip oturmuyor mu? Kalanların da tepesine çökmek istemiyor mu? Buyursun halk belediyeleri savunurken, o da belediyecilik yapsın. Benim bir sempatizan olarak HDP’ye kişisel önerim böyledir. Çıkacak karar için ne diyebilirim? Serçavan!