Almanya’da bir lise müdürü, her eğitim öğretim yılında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş…
“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar…
Sizlerden isteğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”
Evet, toplumlarda sorun çözmek kuşkusuz çok önemlidir. Ama bu nasıl olacak? Hangi ahlakla, hangi “tip” insanla ve hangi yöntemle? Toplumda bir sorununu çözmekten daha önemlisi o toplumun bir daha “sorun” yaratmaması için nitel değişiklik nasıl yaratılacaktır? İşte eğitim ve ahlaki değerler bunun için gereklidir. Tabii ki öncelikle bir toplumun ekonomik olarak kendi kendine yeterli duruma gelmesi, bölüşümün emek temelli adil olarak dağıtılması, sosyoloji ve psikolojik olarak hümanist bir ortamın yaratılması, adil bir ahlaki duruşun olmazsa olmazıdır. İşte o zaman eğitim fonksiyonel olur ve toplumla buluşma olanağını yakalar. Aksi takdirde baskıcı toplumlarda “eğitim” “çocuktan canavarlar yaratan” bir kuruma dönüşebilir.
Yaratılan canavarın ise en çok zararı çocuklara olur. Çünkü çocuklar ve gençlerin bir toplumun geleceğini biçimlendirdiğini canavar yaratıcıları iyi bilir.
Çocuklar demişken, günümüzde insanın gözü önüne televizyonlarda zırhlı araçlara taş atan Rojava’lı çocuklar gelmektedir. Dünya kamuoyu ilk kez İsrail güçlerine taş atan Filistinli çocukları tanımıştı. O çocuklar adeta bir “özgürlük sembolü” olarak bilinir olmuşlardı. Haksızlığa ve adaletsizliğe karşı çıkan bir “sivil tepki”nin sembolü, Arafat’ın deyimiyle, “küçük generaller”…
Ben bu “direnme sembolüyle” ailece tanıştım: Yunanistan işçi kuruluşları ve Yunanistan Komünist Partisi 1988’de Atina’da Filistin halkıyla dayanışma amaçlı bir “uluslararası çocuk festivali” düzenledi. Dünyanın birçok ülkesinden bu festivale o ülkelerin komünist ve işçi partileri aracılığıyla çocuklar davet edilmişti. Türkiye’den de Türkiye Komünist Partisi (TKP) kanalıyla çocuklar davet edildi. Biz de kızımın da aralarında olduğu bir gurup çocuğu bu toplantıya gönderdik.
Festival ve etkinlikler yaklaşık bir hafta sürmüştü. Festivalin toplantılarından birini yöneten kişi, katılımcı çocuklara; “sizler Filistin’e ve Filistinli çocuklara neler yaparak katkı vermek istersiniz?” sorusunu yönelttiğinde, değişik ülkelerden gelen çocuklar kendilerince cevaplar vererek Filistin halkının yanında olduklarını söylemişler. Yanıtlayanlar arasında olan kızım da; “ben babama söyliyeyim, Filistinli çocuklara bir araba taş göndersin” deyince toplantıyı yöneten kişi, “neden başka şey değil de taş göndermek istediniz” diye başka bir soru yöneltmiş. Kızım, “Filistinli çocuklar askerlere taş atıyorlar, taşları azalmıştır şimdi…”
Bu cevaplar festivale katılan tüm katılımcıların dikkatini çekmiş. Yunanistan Komünist Partisi gazetesinin birinci sayfasından kızımın fotoğrafı ile birlikte verdiği cevap genişçe yayınlanmıştı. O gün çıkan gazetenin bir nüshası halen arşivimizde duruyor.
O Filistinli çocuklar Filistin davasını dünyaya tanıttılar. Tıpkı Vietnam davasını dünyaya tanıtan Vietnamlı çocuklar gibi… Şair, Vietnamlı o çocuklar için boşuna “onlar daha çocuk olmaya fırsat bulamadan, kahraman oldular” diye yazmamıştı!… Daha sonraları çok yerlerde zırhlı araçlara taş atan çok çocuk izledik. Şimdi de zırhlı araçlara taş atan Rojavalı çocukları görüyoruz.
Küçükken babamdan bir hikaye dinlemiştim: Horozun biri tavuklarla birlikte yem yediği sırada civcivleri peşine takan başka bir tavuk da yanlarına gelmiş. Civcivlerden biri ansızın horoza bir gaga vurmuş. Horozun hem canı yanmış, hem de cakası bozulmuş. Horoz kendisini gagalayanın civciv olduğunu görünce aldırış etmeden “caka” satmaya devam etmiş. Civciv horoza tekrar vurunca, horoz civcive bir gaga vurup onu uzaklara fırlatıp atmış. Civciv kendine gelince horozu tekrar gagalamış. Horoz bu sefer civcivi adam akıllı hırpalamış. Civciv kendine gelince tekrar horozu gagalamış. Horoz gösterilen direnç karşısında paniklemiş ve kaçmış. Olay, “güçlü olan değil, direnen kazanır” olarak tarihe geçmiş…