Derslerini aldılar! Erdoğan’ın ABD ziyareti sonrası, Türk medyasının ortak manşeti böyle. Övündükleri şey, “sözde” Ermeni soykırımı oylamasının Senato’da bloke edilmiş olması. Reis, “tarihçilere bırakın” demiş, Amerikalı senatörler de “hay hay ekselansları” deyip topuk selamıyla huzurdan çekilmişler. Bu geciktirici müdahalenin sağladığı rahatlama, milletin her mensubu tarafından derinden hissediliyor ki neden rahatlamak gerektiği konusunda bir izahata bile gerek duyulmamış. “Sözde” ön-ekinin anlamı derin.
Oysa durduk yere tarihçilere iş çıkarmak yerine meseleyi maliyecilere havale etmek yeterli olurdu. Herhangi bir işgüzar maliyeciye Van, Antep ve Adana’yı sorun; ya da sırasıyla Fatih Altaylı, Güllüoğlu Baklavaları ve Sabancı Holding isimleri arasında nasıl bir bağ kurulabileceğini sorun, mesele aydınlanır. Bu ünlüler gibi “Anadolu’nun bağrında” binlercesi, on binlercesi var. Hepsi de devletiyle ve reisiyle gurur duyuyor olmalı. Türkiye’nin bu gururu, Seyit Rıza’nın idam edilişinin 92’nci yıldönümünde duyuyor olması anlamlıdır.
Adolf Hitler’in 1939’da Yahudi soykırımı emrini verirken, “Bugün Ermenilerin imhasından kim bahsediyor?” dediği rivayet olunur. İhtimal o ki Hitler, o tarihe kadar Kürt illerinde cumhuriyet rejimi tarafından sürdürülmekte olan ve Dersim’de son haddine ulaşmış “tedip harekâtı” ve “iskân” politikası üzerine de kimsenin konuşmadığının farkındaydı; bu da onu teşvik etmiş olmalı.
Kimse Dersim’den bahsetmiyor; oysa en çok bahsedilmesi gereken zaman. Çünkü Dersim iki vaka, tarihteki Ermeni “tehciri” ile günümüzde Suriye’deki Kürt yerleşimlerine yönelik “güvenli nüfus ve iskân haritası” arasındaki süreklilik zincirini kenetleyen halkayı oluşturuyor.
1926 ile 1936 yılları arasında Dersim üzerine dokuz resmi rapor yazılmış. Hepsinin başlıca kaygısı, bölgenin “Kürtleşme tehlikesi”. İsmet İnönü şöyle diyor: “Ermeniler tamamen ortadan kalkınca … Dersimlilerin yayılması ile Erzincan’ın Kürt merkezi olması büyük tehlike arz etmektedir çünkü asıl korkunç Kürdistan’ın meydana gelmesi ile neticelenebilir.” Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’e göre de Dersim’in en tehlikeli yanı “Kürtlük temayülatı ile bulaşmış” olmasıdır: “Dersim … tehlikeli bir çıbandır. Bu çıbanın kat’i bir ameliyeye tabi tutulması zaruridir.” Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a göre, “Dersim, bir koloni olarak ele alınmalıdır. Önce, Türk camiası içinde Kürtlük’ün eritilmesi gerekir ve bunun akabinde tedricen Türk hukukuna mazhar kılınabilir.”
Bu raporlarda Dersim’in coğrafi vaziyeti, yolları, suları, nüfus yapısı, ırki, iktisadi, zirai, mali, askerlik ve aşiret vaziyetleri net rakamlarla tespit ediliyor. Detaylı haritalar üzerinde her bir aşiretin konumu farklı renklerle bir bir işaretleniyor; imha, ıslah ve iskân planları oluşturuluyor.
Bu bilimsel tespitler, tıbbi teşhisler ve tedavi reçeteleri ile adeta bir devlet laboratuarı haline getirilen Dersim, daha sonra “ıslah” edilmek üzere devletin “ameliye” masasına yatırılacak. Bakanlar Kurulu’nun “harekât” kararı özetle şöyle: “Silah kullanma yaşında erkek nüfusu derhal “etkisiz hale getirmek”, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.” General Abdullah Alpdoğan,” Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları” isteyerek bölgeye getirttiğini belirtmektedir. İhsan Sabri Çağlayangil ise şunları söyleyecektir: “Mağaralara sığınmışlardı. Ordu zehirli gaz kullandı, bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler.”
Dersim işte böyle “Tunceli” oldu. Günümüzde demografik saptamalar ve iskân planları yine revaçta. Güvenli ve TOKİ’li bölge haritaları Birleşmiş Milletler genel kurulunda, Moskova ve ABD ziyaretlerinde ortaya seriliyor. Türkiye bu planlarla, haritalarla da gurur duyuyor olmalı.
Devletin laboratuarı bir kez daha kurulmuş ve uluslararası gözlemciler huzurunda “ameliye” başlamış bile ve kimse Dersim’den bahsetmiyor.