Ahmet Altan’ın tahliyesinin ardından, muhalif dünya, bir kez daha, ‘müstahakçılar’ ve ‘ne olursa olsun geçmiş olsun’ diyenler olarak ikiye bölündü. Bu bakımdan, aslında duygusal değil, hukuksal olan bir meselenin ele alınışına gene hukuksal bir şekilde yaklaşırsak, vaka esastan değil usulden tartışılmış oldu. Peki, burada, konunun esası nedir? Öncelikle, meselenin hukuki bir mesele olması, ikinci olarak da iktidarın mahkemeleri kendisine tetikçi olarak tutmuş olmasıdır.
Burjuva sisteminin teorik olarak kuruluşunda bile, yasama-yürütme-yargının ayrılığı üzerine hep vurgu yapılır. Siyasette ve hukukta ilkeleri koruyan temel başlık, kuvvetler ayrılığıdır. Ne var ki, siyaset ilkelerle yapılmadığı takdirde, hukuk tümüyle içtihatlara, üstelik de Tek Adam’ın içtihadına terk edildiğinde, siyaset hukuk, hukuk da siyaset olmuş oluyor ki faşizm dediğimiz şey, örneğin Almanya, İtalya, İspanya gibi deneyimlerinde, böyle inşa ve icra edilmişti.
İlkeli siyaset yapmak en çok devrimcilerin, demokratların boynunun borcu, çünkü “milli sınırlarla” çerçevelenmiş siyaseti aşan bir iddia var ortada. Evrensel ilkeler, evrensel doğrular, politik etik temelinde siyaset yapanların söylediği söz, yaptığı eylem dünyanın her bir köşesinde uygulanabilir olmak zorundadır. İlkeler uydurulmaz, doğal ve sosyal yaşamın içerisinden deneyimlenerek elde edilir. Hem 90’lı yılların faşizmini, Ergenekon yargılamalarının ceremesini ve 15 Temmuz darbe girişimi iddiasıyla başlatılan neo-faşist sürecin ağır sonuçlarını yaşamış olan Ahmet Şık, Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın tahliye olmasının ardından başlayan tartışmalara herkesin dikkatini çeken bir tarzla dahil oldu. A. Altan’ın geçmişte söylediği, yazdığı sözler ortalığa döküldü (N. Ilıcak’ı diz çökmüş, af dilemiş bir kişi olduğu için ciddiye almıyorum). Ergenekon yargılamaları sürecinde Ahmet Şık’ın tutuklanmasının hemen ardından Taraf gazetesinde “Gazetecilikten Tutuklanmadılar” manşeti atan A. Altan’ın tahliyesine dair söyledikleri ilkeler üzerinden siyasete iyi bir örnek oldu. Ahmet Şık, “Ahmet Altan’ın gasp edilen özgürlüğüne kavuşmasından rahatsız olup, mücadele ettiğine benzeyenler için: Prensipler söz konusuysa doğru sözleri yanlış kişiler için söylemekte beis yok. Çünkü şimdi susarsak, sonra konuşmaya hakkımız ve fırsatımız olmayacak” diyerek olaylara sevinmek, üzülmek, hasımlık, siyasi karşıtlık üzerinden değil, ilke ve prensipler üzerinden yaklaşmak gerektiğini vurgulamış oldu. AKP’nin fincancı dükkânına girmiş fil gibi her şeyi yıkıp, döktüğü ortamda ilkeler üzerinden siyaset tartışması çok önemli.
Ergenekon yargılamalarında büyük suçlara imza atmış paşalar tutuklandığında şahsen sevinmemiştim. Tutuklananlar arasında cezaevlerinde katliam yapmış ve benim kolumun koparılmasında sorumluluğu olan askerler de vardı. AKP, askeri vesayetle hesaplaşma kılıfı altında Saray Vesayeti inşa sürecindeydi. O paşaların Kürtlere karşı işlediği insanlık suçları, devrimcilere yaptığı eziyet umurunda bile değildi. Suçluları alakasız şeylerden yargılamak suçu ve suçluyu AK-lamak dışında bir işe yaramadı. 15 Temmuz sonrası gelişen süreç toplumsal sonuçları daha ağır olmakla birlikte AKP’nin faşizmi tahkim etme faaliyetlerinden ibaret. Geçmişte bize zarar vermiş ya da düşmanlık yapmış insanları tutuklaması bizi sevindirecek bir şey değil, aksine Kenan Evren’in “Bir sağdan astık, bir soldan astık” demesine benzer bir durum. Faşist uygulamanın kristalize olmuş biçimi KHK’ler için Saray şürekâsı “Bir sağdan attık, bir soldan attık” diyerek 12 Eylül faşizminin taktiklerini ileriye taşıdıklarını gösteriyorlar. AKP, “Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” fıkrasındaki benzer bir taktikle bütün muhalifleri sırasıyla döverken, muhaliflerin tek tesellisi sevmediği başka bir muhalifin de dövülmesi.
Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu, K. Kılıçdaroğlu’na savaş tezkeresi ile ilgili “eğer ilkeli siyaset yapmazsanız içiniz kan ağlaya ağlaya evet dersiniz” beyanında bulundu. AKP’nin bakanından böyle bir ayar yemek çok hazin bir durum. Olay ve olgulara yönelik ilkesel bir yaklaşımı olmayanlar rakibine stepne olmaya mahkûmdur. Demokrasi, özgürlük, eşitlik, emek üzerine dost-düşman, öteki-beriki demeden tutarlı, ilkeli siyaset üretebildiğimizde “sevmediklerimizi” bir başka “sevmediğimiz” dövdüğünde alkışlama ilkelliğinden kurtulacağız. Ahmet Şık gibi her dönemin zalimlerine karşı durmak, geçmişte zalimin yanında olmuş olsa bile bugün zulüm görenin de hukukunu savunmak tutarlılıktır.