Sınıflı toplumlarda kapitalistler (ya da hakim sınıflar) emek gücünü satın alırlar ve işçilerin ürettiği emeğin bir kısmına karşılğını ödemeksizin el koyarlar. İşçi sınıfındakiler patronun mülkü değildir ancak özgürlükleri de sadece görünüştedir. Görünüştedir, çünkü açlıkla ve yoksullukla terbiye edilirler. Bu nedenle de yaşayabilmek için emeklerini, patronların hizmetine sunarlar.
Bu durum tüm kapitalist dünya için geçerlidir. Burada kadınlar nerededir diye bakıldığında tabii ki çoğunlugğu işçi sınıfının içindedir ama bir farkla “terbiye edilmişlikleri” erkeklerinkinden iki kat fazladır. Yoksulluk, açlık en fazla kadınları (bir de çocukları) etkiler. Buna bir de gericiliği, feodal ilişkileri, geleneksel/ataerkil rolleri ve toplumsal baskı da eklendiğinde iki katın çok daha üstüne çıkacağı herkesin malumudur. Marx’ın Kapital’de söylediği gibi “Geçici ya da yerel emek gereksinmesi, ücretlerde yükselmeye yol açmaz ama kadınların ve çocukların zorla tarlalara gönderilmelerine ve giderek daha küçük yaşlarda sömürülmelerine yol açar. Kadın ve çocukların sömürülmeleri büyük boyutlara ulaşır ulaşmaz, bu durum erkek tarım emekçilerini artı nüfus haline getirmenin ve ücretlerini düşürmenin bir aracı haline gelir”
Günümüzde tarımsal üretimde büyük oranda cinsiyete dayalı işbölümü görülmekte ve bu işbölümü de kadın emeğine dayanmaktadır. FAO tarafından “tarımın feminizasyonu” olarak adlandırılan ve birçok az gelişmiş ülkede gözlemlenen bu süreç, tarımda kadın emeğinin yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir. Kırsalda yaşayan kadınların tarımsal üretime katılma biçimleri toplumun kültürel yapısı ve ekonomik gelişme düzeyi ile yakından ilişkilidir
Çalışma yaşamında varolan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bütün alt başlıklarının görülüyor olması, tarım sektörünün önemli özellikleri arasındadır. Başka bir deyişle tarımda kadın emeği sömürüsünün diğer sektörlere göre derinleştiği söylenebilir. Kırsalda kadın emeği, üretim sürecinde tüm girdilerin birbiriyle etkileşimi yoluyla, hane içi tüketimi ve pazar için ürün elde ederek tarımsal sistemin sürdürülmesini ve ailenin ekonomik refahının geliştirilmesini sağlamaktadır.
Dünyanın birçok yerinde aile işletmeleri tarafından ekilen ürünlerin toplanması ve hasadı “ev işi” olarak tanımlanmıştır. Buna bağlı olarak da kadının üretimdeki konumu “ücretsiz aile işçiliği” olarak belirlenmektedir. Kadınların “ucuz emek” veya “aile ekonomisine yardımcı” olarak görülmesi ve faaliyetlerinin büyük bölümün ev işi yani gerçek anlamda üretim değil doğal yaşamlarının bir parçası olarak kabul edilmesi, işin değerinin düşük algılanmasına neden olmaktadır. Kadının ev içi sorumluluklarından kaynaklanan emeği kapalı aile ekonomisi içerisinde kalmakta ve kadınlar ekonomik değişim değeri olmayan görünmez emeğin karşılığını alma ve kullanma olanağından yoksun bulunmaktadır. Kırsalda kadın emeğinin görünmezliği doğal olarak kadını yoksullaştırmakta ve yoksunlaştırmaktadır.
Bu yoksulluğun önüne nasıl geçilir diye düşünülerek hazırlanmış pek çok yoksullukla mücadele politikası bulunmaktadır. Bu politikaların işlerliği uluslararası kuruluşların dünya genelindeki verileri ile sorgulandığında pek de umut verici bir görünüm ortaya çıkmamaktadır. “Dünyadaki toplam işgücünün 2/3’ü kadınlara aitken, kadınların günlük çalışma süreleri saat olarak erkeklerinkinden yüzde 25 daha uzunken ve bütün dünyada toplam gıdanın %50’sini kadınlar üretmekteyken, kadınların geliri dünya gelirinin yalnızca %10’u kadardır. Dünyanın varlığının ancak %10’u kadınlara aittir.” Kırsal kesimde yaşayan pek çok kadının araziler üstünde kullanım hakkı yoktur veya araziler üzerindeki imtiyazları kalıcı değildir. Üretimin sürdürülmesini ve geliştirilmesini amaçlayan çiftçi birliklerine üye olma veya kredi kaynaklarından yararlanma koşullarını taşıyor olmaları dışında, arazilerin tapularını ellerinde bulunduranlar, kocaları, erkek kardeşleri ve babalarıdır.
Tarımda kadının mülksüzlüğü
Kadınların miras yoluyla kendilerine kalacak topraktan vazgeçmeleri, erkek lehine oluşan dengenin bozulmaması gerekçesine dayandırılır. Bu durumun kadın açısından olumsuz sonuçları:
•Kadın yaşam döngüsündeki üç hane (baba, kayınbaba, koca) yapısında da toprak sahibi olamamakta.
•Babasının hanesindeki toprakların görece fazla olduğu durumlarda bile kadının toprağa ilişkin potansiyel gücü ortadan kalkmakta.
•Kadının evlilik süresince ve evlilik öncesi pazarlık gücünü azaltmaktadır; örneğin: kendi emeğinin değerinin görünmezliğini kabul etmesi sonucunu doğurmakta.
Bu durum kadın emeğinin üretim sürecindeki rolünü gizlemekte, mülkiyete ilişkin bilincin ortaya çıkmasını önlemekte ve mücadele gücünü sınırlamakta. Dolayısıyla kadının evlilik öncesi ve sonrası sadece emeğini kullanan, kendine yeterli bir yapıyı yeniden üreten, garantisiz birkaç parça altının dışında sermayesiz bir kişi olarak görülmesine, tanımlanmasına ve kabul edilmesine yol açmaktadır. Böylece üretici cinsin sadece erkek olduğuna yönelik ideoloji meşrulaşmaktadır
Türkiye tarımında kadın emeği
Türkiye’de tarımla uğraşan ailelerde yapılacak işler konusunda erkek ve kadın açısından geleneklere dayalı bir işbölümü vardır. Bu işbölümünde erkekler genellikle sadece tarımsal işlerin bir kısmını yaparken, kadınlar hem yeniden üretim, hem de ailenin yaşamının sürdürülmesi için gerekli tüm ihtiyaçları karşılamaya yönelik faaliyetleri de gerçekleştirirler. Ayrıca, gıda seçimi, üretimi, yetiştirilmesi, hazırlanması ve hasadında merkezi role sahip olmaları, tohumları saklayıp korumaları, hayvan üretimi ve ıslahına ilişkin bilgilere sahip olmaları ve biyoçeşitliliği sağlıyor olmaları gibi özellikleri nedeniyle kadınlar tarımsal üretimin biriktirici, koruyucu ve geliştirici beynidirler.
Peki ya sonuç?
Türkiye’de giderek gerileyen ve kapitalizmin emrine giren tarım istihdam politikalarının ülkedeki kırsal yoksulluğu artırdığı bu durumun kadın yoksulluğunu daha fazla körüklediği ve kadın emeği sömürüsünü artırdığı görülmektedir. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte genel olarak emek gücünün değeri emeğin aleyhine değişmektedir. Burada kadın emeğinin değeri ise hem üretim sürecinde hem de hane içinde ‘yok’ kabul edilmektedir.
Emek-değer ilişkisi tarımda daha da derinleşen, görünmeyen kadın emeğine ve ücretsiz aile işçiliğine dönüşmektedir. Tarımda şirketleşme ve tekelleşmeyi dayatan küresel kapitalizm küçük ölçekli üreticiyi piyasa dışına kovmakta ve göçe zorlamaktadır. Bütün bunlara ek olarak kırsaldan kente göç beraberinde farklı sorunları da ortaya çıkarmaktadır; eğitimden yoksunluk, mülksüzlük, ataerkil ilişkilerin yarattığı kadının üzerindeki toplumsal baskının artması gündelik yaşamı daha da olumsuz etkilemektedir. Bu etkilenme zaten tarımsal yapı içerisinde ücretsiz çalışmaya alışkın olan kadını göç ettiği kentte de düşük ücretli, kayıt dışı ve güvencesi olmayan işlerde çalışmaya itmektedir.
Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü kadınları ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu görmektedir. Kentten farklı olarak kırda kadınlar ev işleri ve çocuk bakımına ek tarımsal üretim faaliyetlerini de gerçekleştirmektedirler. Bu yapılanma içinde üretim ilişkilerinin en altında kalan kadın emeği tarım sektöründe sömürüye açık hale getirmektedir. Çalışmanın sonuçları da Türkiye’de kadın istihdam oranını kırın yani tarımda çalışanların yükselttiğini göstermekte ancak kayıt dışı çalışmanın en yoğun olduğu alanın da tarım sektörü olduğu ortaya çıktığından emek sömürüsünün yıllar içinde yoğunlaştığı, kadının üzerine binen yüklerin daha da arttığı görülmektedir.
Çalışmanın sonucunda Türkiye’de kadınların genel olarak mülksüz olduğu ama bu durumun geleneksel toplumun ve ataerkil ilişkilerin de etkisiyle kırda çok daha yoğunlaştığı görülmüştür. Kadının mülksüzlüğü emeğinin görünmezliğini artıran bir faktör olarak belirginleşmektedir. Çalışmanın politik önerilerine değinmek gerekirse; kadın emeğinin işgücü içerisindeki görünmezliğini kaldıracak politikalar geliştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca çalışmada ortaya konan cinsiyetler arası ücret eşitsizliğinin de uygulanacak eşit işe eşit ücret politikalarıyla ortadan kaldırılması için çaba gösterilmesi gerekmektedir.
Kadın çalışmalarının gerek akademide gerekse diğer araştırmalarda çok gerekli olduğunu ve bu anlamda Türkiye gibi ülkelerde bir boşluğu doldurduğu söylenebilir. Kadın emeği üzerine literatürde yeni araştırmalar bulunmakla birlikte özellikle tarımda kadın konusundaki çalışmaların bir parça daha geride kaldığı söylenebilir. Eğitim yetersizliği, yoksulluk ve ataerkil yapının etkisiyle tarımda kadının kendi sorunlarını dile getirmek ve çözüm üretmeye dair zeminlerinin olmadığı bilinmektedir. Buna kadın emeğinin yok sayılması da eklenince araştırmacıların bu konuya daha fazla katkı koyarak yeni politikalar üretilmesi için çaba göstermesi gerekmektedir. Son olarak tarımda çalışan kadınların küçük ölçekli üreticiler veya aile çiftçiliği içerisinde temsiliyetlerini geliştirici örgütlenmelerin önünün açılması gerekmektedir.