Türkiye’de eskiden beri çok kullanılan bir söz vardır. Batı ülkelerinde “durum ciddi ama vahim değil” denmesine karşılık bizde “durum vahim ama ciddi değil” denir. Yumurta kapıya dayanıncaya kadar kendimizi fert olarak da, toplum olarak da devlet ve kurumlar olarak da kıpırdatmayız. Bu durum, yalnız kadercilikle de izah edilemez. İnsanlarımızda sanki bir vurdumduymazlık var. Kürtçede, vurdumduymazlığın ağır şekline “dong” denir. Halkımız, olaylar karşısında adeta “dong”laşmış, tepki vermekte ağır davranmakta, ya da çoğu kez hiç tepki vermemektedir.
31 Martta yerel yönetim seçimleri yapıldı. Tüm baskılara, seçmen kaydırmalara, sandık taşımalara rağmen HDP’nin kazandığı altı belediyesine YSK marifetiyle el kondu. Muş, Malazgirt ve benzeri çok yerde itirazlarla seçimin kazanılabileceği yerler dışında bazı il ve ilçelerde KHK ile görevden alınanlar, çok yüksek farklarla seçimi kazanmalarına rağmen mazbata verilmedi, onların üçte biri, dörtte biri kadar oy alamamış AKP adayları seçilmiş oldu. Bu da yetmedi, üç büyükşehir belediye başkanının yanında her gün ikişer üçer olmak üzere bu yazının yazıldığı ana kadar on beş belediye başkanının yerine kayyım atandı. Hem de daha önce yolsuzluklar, lüks banyolar, yüzbinlerle yemek, fındık fıstık harcamaları yapmış olan kayyımlar..
Kürt halkı, bunlara karşı ilk günden beri direniyor ve direnişi sonuna kadar sürdürmekte de kararlı. Ama mangalda kül bırakmayan Türk solu ve demokrasi mücadelesi verdiği iddiasındaki anlı şanlı ana muhalefetimiz ve ortakları dut yemiş bülbül gibiler. Tam bir “dong”luk hali içindeler.
İstanbul belediyesiyle en önemli büyükşehirleri kaybetmeyi bir türlü içine sindiremeyen iktidar, onlara da kayyım atamanın yollarını arıyor. En büyük rant kaynağı olan İstanbul’un dört ilçesini kapsayan Boğaziçi’ni belediyeden alıp Cumhurbaşkanlığı’na bağlamak istiyorlar. CHP, “yapamazlar, edemezler, Anayasaya aykırıdır” gibi beylik laflarla geçiştiriyor. Be mübarekler, biraz da Diyarbakır’dan, Mardin’den, Cizre’den ders alın. Sekiz yüz bini aşkın oy farkıyla kazandığınız belediyeyi Kürtler size AKP-MHP iktidarına devredesiniz diye mi kazandırdılar? İşte “dong”luk burada da kendini ortaya çıkarıyor.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun içi yanıyordu. CHP’nin Suriye konferansında “Suriye’de işimiz ne”ydi, “şehitler gelmesin”di, “analar kara haber almasın”dı. Ama savaş tezkeresine içi yanarak da olsa “evet” diyordu. Partinin demokrat kanadı olduğunu iddia edenlerin birkaç kişi dışında büyük çoğunluğu “dong”!.
Özgürlükten yanaydı, milletvekilleri Meclis’te söylediklerinden dolayı suçlanamazlardı, dokunulmazlıkların kaldırılması Anayasa’ya aykırıydı ama değişikliğe “evet” diyordu. Sayın eşinin bile eleştirdiği ve yanlış bir karar olduğunu söylediği bu davranışa karşı, hem partisi, hem Türk solu -ne menem solsa- ya alkış tuttu, ya da “dong”luğa yattı.
O her türlü hukuk normuna aykırı olan Anayasa değişikliği yoluyla HDP’nin yirmiyi aşkın milletvekili tutuklandı, birçoğu ve partinin iki Eş Genel Başkanı hala kilit arkasında. AİHM ve bazı mahkemelerin kararına rağmen Sayın Demirtaş bırakılmamakta. Tutuklu yargılandığı davadan artık alabileceği cezanın karşılığı kadar hapiste kaldığı için zorunlu olarak tahliye kararı veriliyor, aynı dosyadan daha önce soruşturulmasına karşın, yeniden soruşturma açılıp tutuklanıyor. Eee, sayın Erdoğan AİHM kararı karşısında bırakılmayacağını, başka konuların devreye konulup işin bitirileceğini söylemiş, sözü yerde kalacak değil ya!
Sayın Abdullah Zeydan hakkında verilmiş olan tahliye kararı, daha dışarı çıkmadan itiraz üzerin kaldırılıp yeniden tutuklama kararı veriliyor. Savcı yarım saat önce tutukluluğun devamı yolunda mütalaa vermiş olmasına rağmen mahkemenin itiraz üzerine kararından cayması, hukukun iflasının göstergesidir.
Yine savaşa karşı olan, Zeytin Dalı Harekatı’na başta karşı çıktığını söyleyen sayın Kılıçdaroğlu, Afrin ve İdlib’e girilmesinin çok iyi olduğunu, çok iyi işler yapıldığını, hizmetler götürüldüğünü söyledi. O hizmetlerden nedense Türkiyenin batısında bile birçok köy, kasaba ve şehir yararlanamıyor. Allah yazdıysa bozsun, orada yapılanlar, yerli halkın yerlerinden edilip oraların ÖSO mensuplarına, Selefi Araplara verilmesidir. Her türlü suça karışmış, IŞİD, El Nusra, El Kaide gibi örgütlerden gelip ÖSO’ya katılan ve birçoğu yabancı olan çeteye bir de “Suriye milli ordusu” adı verdiler, böylece “yerli ve milli” hale getirdiler.
Buna da ses çıkaran yok, herkes “dong”.
Durum çok vahim ama ciddiyeti yok.
Bu “dong vaziyeti”ne son vermek için nasıl bir “gong” çalsak acaba?