Çok karmaşık ve çok boyutlu bir hal alan Kürt sorununa dair en temel çıkmaz, kanımca gerçekçi bir yaklaşımla ele alınmamasıdır. Bu sorunu dar, belirli bir tarihsel kesitte, bazı olay ve olgular üzerinden okumak egemenin çizdiği tanıma hapsolmanın ötesine götürmeyecektir bizi, ki genelde de bizi çektikleri/çekmek istedikleri nokta bu oluyor.
Rojava işgali ile başlayan ve dünya kamuoyuna tekrar taşınan “Kürtler” konusu, yeniden tartışmalara gebe. Kürt sorunu yine fenomen olmuş durumda. Düzenli aralıklarla keşfedilen ve sonra bir yere vardırılmadan kesilen tartışmalar silsilesi, yükselen trend! Açıkçası Filistin’in uluslararası kamuoyu nezdinde tartışma geçmişi düşünüldüğünde, insan çekinmiyor değil! Benzer süreçlere çekilme ihtimalimiz yüksek. Yani peyderpey elden giden kazanımlar, sessizleştirme üzerinden yürüyen toplum kırım pratikleri ve buna paralel, ilgiliymiş gibi görünen ilgisizlik çağına hapsolan anlaşmalı bir iki yüzlülük.
Bugün Atlantis kıtasını yeniden keşfetmeye yani bu soruna mucizevi bir tanım yapmaya gerek yok, durumu net ortaya koyan yaklaşımlara fazlasıyla var. Esas sorunlardan biri zaten ulus-devlet denen mekanizmanın bu yaklaşımları ısrarla görmezlikten gelmesidir. Örneğin Kürt sorunun en önemli muhataplarından Sn. Öcalan ‘Kürdistan’daki iktidar ve dayandığı savaş gerçeği doğru çözümlenmeden, Kürt sorunuyla uğraşan ve karışan herkese, her devlete, sosyal ve siyasal gruba büyük zararlar vereceği’ uyarısında bulunuyor.
Buradan yola çıkarsak, “Kürt sorunu” dediğimiz şeyde Kürt kısmına geçmeden önce ‘sorun’ kelimesinin dahi tanımlanmaya, çözümlenmeye ihtiyacı vardır. Gerçekten sorun derken karşı taraf ne anlamaktadır? Ya da Kürt tarafının ‘sorun’ tanımı nedir? Sosyolojik olarak birey, toplum bağlamında neye denk gelir, evrensel açıdan neye denk gelir? Sorular çoğaltılabilir.
Bugün bu konuda yazıp çizen pek çok tarihçi-akademisyen, Kürt cephesinin konuyu ‘varlık felsefesi’ üzerinden başlatarak ele almasını görmezlikten gelmesi de ilginç. Yakın tarihten gidersek, şöyle ki: “1970’ler sonrasında Kürt sorununu özgürlük sorunu olarak ele almak bir yönüyle doğru olsa da, diğer bir yönüyle önemli bir eksikliği beraberinde taşımaktadır. O da Kürtlerin varlık (ontolojik) sorunudur. Kaldı ki, varlığı imhayla karşı karşıya olan bir gerçekliğin ilk sorunu özgürlük değil, öncelikle varlığını korumak ve bu mümkün olduğu ölçüde iç içe özgür kılmaktır. Varlığı olmayanın özgürlüğü olmaz. Özgürlük ancak varlıkla mümkün olabilir. Çağdaş Kürt ulus gerçekliğindeki özgünlük buradadır.” Çünkü Kürtler bugün “kültürel kırım” ablukasında ve bu durum fiziksel kırımdan farklı olarak ‘zihnen kendinden vazgeçişi’ mimler. Bir toplumun başına gelebilecek en dehşetengiz felaket budur! Haliyle “Kürt gerçekliği, güncel deyimle Kürt kimliği ancak uzun tarihi geçmişi kadar ‘şimdiki’ zamanın özgül uygulamalarıyla da yapılandırılmak veya kendilik olmaktan çıkarılmak istendiği bütün yönleriyle değerlendirildiğinde bilince çıkar, yani hakikat değeri kazanır.”
Mesela “Kürt sorunu, Kürtlerin anavatanlarının parçalanması ve inkârı, toplumsal gerçekliklerinin derinden bölünerek kendilik olmaktan çıkarılmaları, siyasi iradelerine ket vurulması, devletlerin inkârcı ve imhacı yöntemleri karşısında boyun eğmeye zorlanmaları, ekonomik ihtiyaçlarını gidermenin öz kimliklerinden vazgeçme aracına dönüştürülmesi, kendi öz kimliklerine dayalı bir kültürel ve ideolojik varlık haline gelmelerine fırsat ve yasal statü tanınmaması, çağdaş eğitim araçları ve uygulamalarından mahrum bırakılmaları, tüm bu alanların bütünleşik uygulamalarıyla öz varlıkları ve kimliklerinin yok sayılması ve özgür yaşamama sorununa dönüşmesidir. Diğer bir deyişle “Kürt sorunu bir ulusal sorun değil, ulus olmaktan çıkma sorunudur” şeklinde bir tanımda hem fikir miyiz? Bunun sağlıklı tartışılması gerek.
Diğer önemli bir konu, “Kürt sorunu bir Ortadoğu sorunudur” ve aynı şekilde daha yıkıcı etki ile “Kürt sorunu, kapitalizm sorunudur” tanımı üzerinden de pek tartışılmaması. Oysa ulus devlet meselesine başka yerden bağlamak anlamsız olacak. Gordion düğümü tam da bu noktadır! Çünkü devletçi uygarlığın ortaya çıkmasına kadar giden bir başlıktır Kürt sorunu. Tarihsel bağlamda “Kürtlerin toplumsal formları nelerdir?” sorusuna cevap verilmeden son iki yüzyılda iyice ağırlaştırılan, ulus-devlet mengenesine sokulan Kürt sorunu da anlaşılmaz. Çünkü metastaz etkisi var bu sorunun. Kapitalist modernite süreci Kürtleri nasıl ele almıştır, neyi koparmıştır, onlara neyi reva görmüştür? Son yüzyılda neden eksik insan kategorisinden ele almıştır? Bugün yaşanan gelişmeleri yüz yıl önceden koparmak mümkün mü? Bu sorulardan kaçarak sorunu tartışmayız, tartışsak da çözemeyiz.