Sadece uluslararası siyaset alanında değil emek alanında da sert çatışmaların yaşandığı bir haftayı geride bıraktık. İstanbul Maltepe’de işten atılan DİSK Genel İş üyesi belediye işçilerinin; Eskişehir’de ücretlerini alamayan Birleşik Metal İş üyesi Entil, Hapalki ve Tarkon işçilerinin; Soma’da ise Bağımsız Maden İş üyesi maden işçilerinin direnişi engelleme ve polis saldırısıyla karşılaştı. Bir yandan Kürt halkına yönelik saldırılar bir yandan emekçilerin hak arayışına dönük bu saldırılar AKP iktidarının karşılaştığı her türlü toplumsal sorun karşısında elinde şiddetten başka bir yol kalmadığını bir kez daha gösterdi.
Emeğin direnişinin öne çıktığı ekim ayında H&M, Zara ve son olarak Koton’da sendikal mücadelenin yeşerdiğini gördük. Üç marka da ağırlıklı olarak kadın ve genç işçi emeği üzerine yükselen Türkiye’de ücretli çalışan kesimin neredeyse 5’te 1’inin ter döktüğü tekstil ve perakende sektöründe faaliyet yürüten şirketlere ait. Bu büyük markaların emekçilere reva gördüğü ağır çalışma koşulları, işçilerin örgütlü mücadelesi ile ifşa oldu. İşin üretim ayağı bir başka yazının konusu olacak kadar önemli ve derin. Fakat perakende boyutunda yaşanan gelişmeler umut verici. Eylül ayında H&M çalışanı işçilerin sendikalaşarak toplu sözleşme yapması, toplu sözleşme görüşmeleri sırasında grev seçeneğini masaya koyması, Zara’da büyüyen sendikal örgütlenme bu işkolunda sendika fikrini akıllara düşürdü. Koton mağazası emekçilerinin sendikal örgütlenmesi ise işverenin işten atma saldırısı ile bir anda sosyal medyanın ve emek hareketinin gündemi oldu. Sosyal medyada Koton işçilerinin sorunlarının anlatıldığı anonim bir hesapta paylaşılanları “beğenen” 25 mağaza çalışanı 24 Ekim’de işten çıkartıldı. 6500’den fazla kişinin çalıştığı Koton’da işten çıkarılanların sayısının artması bekleniyor.
Perakende sektörü sadece 2015 sonunda 465 milyar liralık bir hacme sahipti. Günden güne sayıları artan AVM’ler ile her yıl hacmini daha da büyüyor. Bu sektörde yaklaşık 2 milyon kişinin istihdam edildiği belirtiliyor. Koton ilk sırasında BİM’in bulunduğu Türkiye’nin en büyük perakendicileri listesinde ilk 10’da yer alıyor. LCWaikiki ile beraber bu listede yer alan iki giyim markasından birisi. Yıllık yaklaşık 4 Milyar TL’lik cirosu var. Neredeyse her AVM’de bu markaların birer mağazası var.
Koton işçilerinin anlattıkları hem bu cironun ve büyümenin sırrını ortaya koyuyor hem de sektördeki çalışma koşullarına dair fikir veriyor. Haftalık ortalama çalışma süresinin 50 saati geçmesi en büyük şikâyet konusu. Mazağa kapanışı sonrası iş toparlanması, açılış öncesi veya kapanış sonrası eğitim, toplantı bahanesiyle uzayan mesailer yasal sürenin çok üzerinde. Fazla mesai ödemesi yok. Kaybolan ürünlerin bedeli çalışanların ücretinden kesiliyor. İzin kullanımında zorluk çıkartılıyor. Mobing, bilhassa kadın çalışanlara bakımlı olma ve müşteriye güler yüz gösterme baskısı psikolojik şiddetle kol kola. Part-time çalışma sektörün yerleşik çalışma biçimi. Part time çalışanlara asgari ücretin altında ücret verilirken çalışma süreleri part time çalışmanın sınırlarını zorluyor. Günlük yemek ücreti 15 TL gibi akıl almaz bir miktar. Tüm bu koşullar karşısında örgütlü hak arayışına yanıt ise baskı ve işten atma.
Bu büyük ve tekstil işkolu ile etkileşim halindeki sektörde işçilerin örgütlü mücadele tercihi son derece umut verici. Gerek ücretli emek içerisinde bu sektörde çalışanların sayısının çokluğu gerek çalışma hayatının genelin etkileyecek kadar büyük ve yaygın bir sektör oluşu bu alandaki mücadelenin uzun vadede emek hareketine güç kazandırması anlamına geliyor. Varlığını ve büyümesini güvencesiz çalıştırmaya borçlu bu sektördeki örgütlü mücadele aynı zamanda Türkiye’de kurulan güvencesiz çalışma rejimine vurulacak büyük bir darbe demek.
Bu büyük hak arayışına destek vermek için tüketici konumundaki bizlerin de yapabileceği birçok şey var. Bu mağazaların ürünlerini tüketmeyerek, Koton işçisi ile dayanışma örgütleyerek hepimizin mağduru olduğu bu çalışma düzenine kolektif bir darbe vurabiliriz.