21. yüzyılda da gözlerini kan bürümüş, cinnet haliyle kıyametlerine koşuyor Amok koşucuları. Yurtları virane ediyor, yuvalar yıkıyorlar. Stefan Zweig’ın kâbusu olup, rüyalarına da giren Amok Koşucusu, Zweig’ın ahı tutup, sonunda bir yeraltı sığınağında belasını bulunca, insanlık kurtulmuştu lakin Zweig için çok geçti. Kıyamete koşup müsebbip olacaklarına, soluklanıp kuşları seyre dalsalar bu acılar yaşanmayacak. Sadece uçmayı değil, ahlakı da kuşlardan öğrenmenin zamanı geldi de geçti. Kırlangıçları seyre dalınca, yüreğim hafiflemişti, hem de mahpus damında.
Mahpushanede yanınızdaki, yörenizdeki en ufak değişiklik dikkatinizi çeker. Avluda bir tel yeşilliğin boy vermesi, köyü bağışlar size. Hemen korumaya alınır, artık koskocaman bir çayırdır onun gönlünüzdeki yeri. Beyaz duvaklı gelin edasıyla kışın avluya inen kar, gâh görünüp, gâh göçüp, naz ederek, aylarca peşinden koşturur sizi. Bir de baharın müjdeleyicisi, yaza renk katan kırlangıçlar yok mu, dört gözle beklenir yolları. Her sabah saat altıda efsunlu sesleri ile uyanmak, avlu kapısından çıkınca yuvalarına göz atmak; betona, demire ve çelik tel örgüye inat, bir avuç nefestir mahpusta yatana.
2017 yılında bir şeyler ters gitmişti. İlkbahar, Nisanı devirmişti lakin müjdeleyicisi kırlangıçlar, uzak diyarlardan daha gelmemişlerdi. Geçmiş yıllarda bu kadar geç kalmaz, bizi de bu denli merakta bırakmazlardı. Gözlerimiz yol çekiyor, kulaklarımız seslerindeydi. Geç kalışa dair -yüreğe su serpen- en iyimser yorum ‘Ortadoğu’daki savaş hali, güzergâhlarını değiştirtti’ idi. Başlarına bir şey gelmeyeydi de ona razıydık. Birileri yurtlarından, yuvalarından oluyorken, bizimkilerin sadece güzergâhlarından olmaları, çok bir şey değildi.
Ama sabır taşı çatlamıştı, yan odalara her gün, avluları şenlendi mi diye sormadan da edemiyorduk. Bir, iki değil tam altı canın yolunu gözlüyorduk. Avludaki üç yuvanın ikisi doğuya bakan duvarın saçak altında sırt sırtaydı. Bunlardan birisinin yarısı yıkılmıştı. Üçüncü yuva hemen yan duvardaydı.
Nisanın ikinci çarşambası, öğle vakti, bayram hediyesi niyetine kırlangıç sesleri odamıza dolunca, kendimizi avluya attık. Yüzlercesi hep birlikte, mahpushane damında, geliş seremonisi yapıyorlardı, alkış ve zılgıtlarımızla onlara eşlik ettik. Sonra sözleşmişçesine herkes kendi yuvasına çekilmeye başladı. Bizim avlunun sakinlerinden sadece bir çift gelip, yarısı yıkık yuvaya yerleşti. Ama diğer iki çift görünürde yoktu, o gün geç saate kadar gökyüzünü gözledik, ertesi ve sonraki günlerde de değişen bir şey olmadı. Gelmediler. Gelenler ise; ne diğer yuvalara geçtiler, ne de yuvalarını yapmaya başladılar. Bir yandan gelmeyenlere hayıflanıyor, diğer yandan da gelenlerin üşengenliğine hiddetleniyorduk. Aylardır yollarını gözlediklerimiz eksikte olsa gelmiş ama tembellikleri ile huzurumuzu kaçırmışlardı. Yarısı yıkık yuvada, nasıl yumurtlayacakları, nasıl civciv büyütecekleri kaygısı sarmıştı bizi. Peki, ne yapacaktık? Yuva yapacak değildik ya. Arkadaşlardan birisinin ‘yuvanın kalan yarısını da yıkalım, mecbur diğerlerine geçerler’ önerisi ilk etapta mantıklıydı lakin bir diğeri ‘yuva yıkanın yuvası olmaz değmeyelim’ diye itiraz edince, el çektik. Son çare; yuvanın hemen dibine çarşaf gerecektik.
Bu dert hali, bir hafta on gün sürdü ve bir kuşluk vakti, diğer iki çift çıka geldi, bayramı tazeledik. O günü birlikte geçirdiler. Diğer gün sabah altıda büyülü sesleri ile uyandık, bizim kiler hep beraber çalışmaya başlamışlardı, iki günde yarısı yıkık yuvayı beraber onardılar.
Düşündüm de dilleri olsaydı bize diyeceklerdi ki ‘Ey yurduna, yuvasına el atılmışlar, haksız yere hiddetleniyordunuz, ya yuvanızı yapın, ya da yuvalarına yuva kurun diyordunuz. Arkadaşlarımızın akıbeti belli değilken, elimiz nasıl varırdı da yuvamızı yapardık yahut yuvalarının üstüne yuva kurardık?’
Kırlangıçların aklı, evrenin ortak aklı idi, insanlar o ortak akıldan uzaklaşıp nefsinin kölesi olunca, gönül gözleri körleşti, Amok koşucuları gibi kıyametlerine koşuyorlar. Azgınlar, ne seleflerinin akıbetinden ders çıkartıyorlar ne de kırlangıçlardan ders alıyorlar. Aralıksız yuva yıkmaya devam ediyorlar. Hâlbuki yuva yıkanın yuvası olmuyor, başkasının evinin ateşinde ısınanın, ateş canına sıçrıyor.