Lübnan’daki protestolar ikinci haftasına girdi. Eylemcilerin kararlılığı karşısında iktidarın ekonomiyi ‘iyileştirme’ sözleri havada asılı kalıyor. Protestoları gazetemize değerlendiren Lübnanlı Profesör Hoda Rizk, ‘Parti liderleri, siyasi arenayı kazançlarını paylaşabilecekleri bir alana dönüştürdü. Lübnan halkı ayrımcılığın olmadığı bir yurttaşlık istiyor’ dedi.
Nevin Cerav/İstanbul
Birçok kimlik ve inanç grubundan insanın yaşadığı Lübnan’da 17 Ekim’den bu yana yüzbinlerce kişi sokaklarda eylem yapıyor. Mezhepsel güç paylaşım sistemine göre yönetilen ülkedeki protestolarda, her yaştan ve her kesimden insan var. Eylemlerde en öne çıkan taraf, mahallelerde mezheplerine göre bölünmüş olan Lübnan halkının mezhep ya da taife kimliği yerine ortak kimlikle hareket etmeleri. Öte yandan hükümet, kararlılıkla sürdürülen protestolar karşısında geri adım atarak vergi artışlarını iptal etti ve bazı reform kararlarını uygulamaya başladı. Bu reform paketinde şu önlemler yer aldı: “2020 yılına ait bütçenin hiçbir vergi içermemesinin yanı sıra bakan ve milletvekillerinin maaşlarının yüzde 50 düşürülmesi, Enformasyon Bakanlığı ile bazı kamu kurumlarının kapatılması, yoksul aileler ile konut kredisine ek kaynak ayrılması.” Fakat bu açıklamaya rağmen halk sokakları terk etmedi ve eylemlerine devam ediyor. 2 kişinin hayatını kaybettiği, onlarca kişinin yaralandığı Lübnan’daki protestoları daha yakından algılamak ve öğrenmek için Lübnanlı Profesör Hoda Rizk ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Lübnan’dan sorularımıza cevap veren Profesör Rizk’in eylemlerin içeriği ile ilgili verdiği bilgilerin yanı sıra hükümetin durumuyla ilgili anlattıkları, Lübnan’daki birçok sorunun Türkiye’deki sorunlarla ne kadar benzerlik taşıdığını da gözler önüne serdi.
Protestolar başlamadan önce Lübnan’da neler oldu, nasıl bir durum hakimdi?
Lübnan’daki problemler yapısaldır, Lübnan İç Savaşı’ndan ve Taif Anayasası’ndan sonra yönetici elitler yeniden inşa ve altyapının inşaası üzerine eski başbakan Rafik Hariri ile anlaşmıştı. Banka kredileri yoluyla sağlanan ve Lübnanlılar tarafından ödenen muazzam bir maliyet çıktı ortaya.
Lübnan verimli politikaların uygulanmadığı, üretici olmayan bir rant ekonomisi tarafından karakterize edildi. Üretici projeler uygulanmadığı için durum aynı kaldı. Projelerin çoğu bankaların ve politikacıların onayından geçiyordu. Şöyle ki, bakanlar borçlanmayla ilgilenmiyorlardı. Ta ki ödenecek borç 100 milyar dolara ulaşana dek. Tüm bu israfların yanı sıra, Lübnan 24 saat elektriksiz kaldı, sular çok sıklıkla kesintiye uğradı. Ayrıca kamu hizmetleri; özellikle çöp sorununa karşın geçici çözümler bulundu ve bu hizmetler sadece politikacı sınıfın kendi bölgelerinde sunuldu. Öne çıkan tablo buydu.
Halkın sokaklara dökülmesine yol açan sorunlar neleri kapsıyor?
Lübnan’daki ekonomik durum yeni problemlerle karşı karşıya kaldı. Merkez bankası müdürü ülkedeki finansal mühendisliği yönetiyor. Krizden sorumlu politikacıların engellemelerinden dolayı Lübnan parasının dolar karşısında değerinin düşmesi, son yıllarda özellikle Suriye İç Savaşı’nın hemen ardından Suriyeli mültecilerin ülkeye gelişiyle işsizliğin artması bir diğer önemli neden. Bu bozuk duruma ek olarak, Lübnan’da bir yangın patlak verdi. Nedeni tam olarak bilinmese de, sıcak havanın da etkisiyle yangın bir kaç bölgeye sıçradı. Birkaç yıl önce 2 uçak satın alan İçişleri Bakanlığı, yangın esnasında uçakların yedek parça teminini sağlamadı. İnsanlar ve sivil toplum kuruluşları kendi çabalarıyla yangınla mücadele ettiler. Yaşanan bu gelişmeler Lübnan halkının sokağa dökülmesine ve hükümetin devrilmesini talep etmelerine yol açtı. Lübnan halkı yozlaşmış politikacıları, bu sıkıntılı politik ve ekonomik sistemden sorumlu tutuyor. Çünkü, ülkedeki çoğu siyasetçi, Müslüman, Şii, Hristiyan ve Sünni çoğunluğu temsil eden siyasi parti liderleri, siyasi arenayı kendi kazançlarını paylaşabilecekleri bir alana dönüştürdüler. Halkın çıkarlarını dikkate almadan kendi politik durumları ve güç mücadeleleri için, kazanımlarını bir elden diğerine aktarıp durdular.
Protestolarda hangi kesimler yer alıyor?
Tüm ötekileştirilmiş sosyal guruplar yer alıyor. Kadın hareketleri, yoksul kesimler, sivil toplum organizasyonları ve sosyal hareketler. Şöyle söyleyeyim, siyasi partilerin kıskacı dışında kalan her kesim protestolarda var, sokaklarda eylem yapıyorlar.
Protestocuların talepleri tam olarak neleri kapsıyor?
Mevcut yozlaşmış durumun sorumlusu olarak gördükleri hükümetin devrilmesini istiyorlar. Hesap verilebilirlik ve şeffaf bir yönetimin yanı sıra, protestolara katılan insanlar şimdiki hizipçi yapının değiştirilmesini ve ayrımcılığın olmadığı bir yurttaşlık durumu talep ediyorlar.
Lübnan’da daha önce de büyük eylemler yaşandı. Bu seferki eylemler biraz daha geniş ve daha kararlı görünüyor. Sizin bu protestolarla ilgili değerlendirmenizi alabilir miyiz?
2005 yılında Lübnan’da büyük bir eylem yaşandı. Başbakan Rafik Hariri’nin suikast sonucu öldürülmesi ve Taif Anlaşması’ndan beri Lübnan’da bulunan Suriye ordusunun ülkeden çıkmasının istenmesinin ardından Lübnanlılar bölündü. Bu bölünüş, bir yanda Hizbullah, Özgür Yurtseverler Hareketi ve bazı sol kanatta yer alan partilerle İlerici Sosyalist Parti, Gelecek Hareketi, Lübnan Kuvvetleri Partisi ve bazı sivil toplum organizasyonları arasındaydı. Bu ayrım için politik ve ideolojik bir ayrışma diyebiliriz. Bugünkü protestolar tüm sekter ve mezhepçi partilerin uzağında duruyor. Ülkede devam eden protestoların ilk hedefi bugünkü yozlaşmış olan iktidar. İnsanlar başarısız politikalara, ötekileştirilmeye, yolsuzluğa ve ülkenin zenginliğinin israfının karşısında duruyorlar.
Eylemlerde kadınlar çok etkin
Lübnan’daki protestolarda kadınların da oldukça etkin bir şekilde yer aldığı gelen bilgiler arasında. Hatta, silahlı korumaya tekme atan bir kadın protesto eylemlerinin sembolü haline geldi. Düzenlenen gösteriler sırasında, eylemci bir kadının bir bakanın silahlı korumasına tekme attığı anlar sosyal medyada da büyük ilgi gördü.
Lübnan’da yönetim
Rafik Hariri’nin bombalı bir suikast ile öldürülmesi Lübnan’da bloklaşmalara neden oldu. Hariri’nin 14 Şubat 2005’te öldürülmesinden yaklaşık bir hafta sonra çoğunluğu Beyrut’ta olmak üzere büyük çaplı gösteriler düzenlendi. Bu gösteriler Suriye’nin Lübnan’dan çıkması da dahil bir dizi gelişmeye yol açtı. Bunların en belirgin olanları 8 Mart ve 14 Mart blokları olarak özetlenebilir. 8 Mart Bloku’nda Şii Hizbullah, Şii Emel Hareketi, Maruni Özgür Vatansever (Ulusalcı) Parti, Dürzi Demokrat Parti, Sünni Zafer Hareketi, Ermeni Devrimci Federasyon, Alevi Demokratik Arap Parti gibi partiler yer alıyor. 14 Mart Bloku’nda ise Sünni Müstakbel Hareketi, Maruni Lübnan Güçleri, Lübnan Ulusal Bloku, Bağımsızlık Hareketi; Ermeni Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Ermeni Demokratik Liberal Parti, Özgür Şii Hareketi gibi partiler yer alıyor. Ancak Lübnan’da siyasetin “aileler” üzerindeki etkisi de göz ardı edilmeyecek düzeyde bulunuyor.
Taif Anlaşması nedir?
1989 yılında Suudi Arabistan’ın Taif kentinde imzalanan ve 1990 yılında ülkedeki iç savaşın sona ermesine ve normalleşmeye dönülmesine zemin hazırlayan anlaşmadır. 22 Ekim 1989’da imzalanan anlaşma, 5 Kasım 1989’da Lübnan Parlamentosunda onaylandı. Parlamentodaki sandalye sayısı 128’e çıkarıldı ve Müslüman-Hristiyan dağılımı yüzde 50-yüzde 50 olarak kabul edildi. Bakanlar kurulunda da yüzde 50-yüzde 50 eşitlik getirildi. Taif Anlaşması ile devlet başkanlığının geleneksel yetkilerinin çoğu kesildi ve devlet başkanlığı Maruni Hristiyanlara bırakıldı. Yetkileri güçlendirilen iki makamdan başbakanlık Sünnilere ve meclis başkanlığı da Şiilere bırakıldı.
Hoda Rizk kimdir?
Profesör Hoda Rizk, Lübnanlı insan hakları aktivisti. Lübnan Üniversitesi Sosyal Bilimler üzerine master yapan Rizk, doktorasını Paris Üniversitesi’nde siyaset sosyolojisi üzerine gerçekleştirdi. Ülkesinde birçok kadın hareketine destek veren Hoda Rizk, Ortadoğu’da kadınların geleceği, Lübnanlı kadınlar ve cinsiyet üzerine çalışmalar yürütüyor. Sosyo-politik araştırmalar yoluyla Lübnan’ın özgürlük ve demokrasiye ulaşması için çabalıyor.
Çeviri: Mehmet İnanç