Uzun süren Maraş ve çevresine yaptığım git geller seyreldi. Artık bir iki küçük yolculuk dışında uzun süre İstanbul’a demir atacağız. Orada uzun kalacağımı bildiğim için arabayla gitmiştim. Dönüş de arabayla oldu. Bu yaşta bin küsur kilometrelik yol boyunca direksiyon kullanmayı akıl kârı saymasam da giderken Kayseri’de bir gece mola vermekle birlikte güvenim arttı ve dönüşte aha bura, aha şura derken aynı gün İstanbul’a gelebildim. Tabii yanımdaki sevgili eşimin bana moral vermesi sayesinde…
Gidişte yolu değiştirerek Sarız’ın köy yolları boyunca gördüğüm yerlerin verdiği memnuniyet sayesinde bu sefer yine farklı bir yol seçtim ve Elbistan’dan Malatya yönüne dönerek Darende, Gürün üzerinden gelmeyi tercih ettim. İyi ki de öyle yapmışız. Darende’de, Gürün’de, Pınarbaşı’nda ve aradaki birkaç küçük yerde durup birçok insanla görüşme olanağı buldum.
Son günlerde Elbistan, Akçadağ, Afşin ve çevresindeki köy ve kasabalara da gidiyordum. Ekim mevsimini bitirmek üzere olan çiftçilerle, en çok da inşaat içileri ve inşaat sektöründe çalışanlarla haşir neşirdim. Çünkü Elbistan’ın Gücük köyünde eşimle kendime bir ev yaptırdım. Babadan kalma bahçe içinde nohut oda bakla sofa tanımına uygun iki küçük oda ile salonla iç içe olan mutfaklı bir ev. Üç yüz haneyi aşkın köyün en küçük evi. Ama alışkınız, artık gelecek dostların başımız üzerinde yeri var diyoruz ve ev de sizin, bucak da sizin* diyoruz, yeter ki ev işinde bizi yalnız bırakmasınlar.
Özellikle Elbistan ve Afşin’in hemen hemen tümü seçimlerde iktidar blokunu desteklemiş olan Sünni Türk köylerinden gelen işçilerden, temas kurduğumuz yine o köylerden çiftçi ve esnaf takımından büyük şikayetler duyuyoruz. Lafa kapı açmanıza, ağız aramanıza gerek kalmadan sorulanlara hemen hükümeti ve milletvekillerini eleştirmekle başlıyorlar. Oy verecekleri bir muhalefetten de hiç söz etmiyorlar.
Daha önceleri nehir boylarında bulunan, yazın çok iyi iş yapan kır lokantalarının büyük ölçüde boş olduğunu görebiliyorduk. Tatillerde bile hiç iş yapmadıkları günler oluyordu. Düşük enflasyon (!) bile ellerin cebe gitmesini sağlayamamış anlaşılan.
Çiftçinin halinden şikayet etmeyeni yok gibi. Tabii bazı siyasi partilerin örgütünden olan çok az kişi dışında. Onlar da iktidarın başka başarılarını sayıyorlar, tarımda tarlayı ve yağmuru suçluyorlar.
Bölgenin hayvancılık potansiyeline rağmen devletin teşviki hemen hemen hiç yok. Nurhak, Binboğa, Engizek, Koçdağı yaylaları çocukluğumdaki hayvan sayısının onda biri kadar bile sürü barındırmıyor. Dağlar ot dolu, sık sık tutuşan otlar geniş alanların yanmasına neden oluyor. Daha önceleri köy tüzel kişiliğine ait olup köyler tarafından bölge dışından gelen sürü sahiplerine kiralanan yaylaların bir kısmı avlak olarak belli kişilere verilmiş, o köylerin (pardon, mahallelerin) hayvanlarından bile korunuyor. Malum, büyükşehirlerde artık köy kalmadı, yolu, suyu, elektriği olmayan mezralar bile artık mahalle sayılıyor.
Eskiden karayoluyla yaptığım yolculuklarda yol boyunca mola verilen lokantalar tıklım tıklım dolu olurdu. Darende’de alışveriş yaptığımız iki esnaf hiç iş olmadığını söyledi. Pınarbaşı’nda kahvaltı molasında o yer eskiden hep dolu iken kırkbeş dakika boyunca yalnız ben ve eşim kahvaltı ettik, bir kişi de bir çay içti. Avşar olduğunu söyleyen mekan sahibi ve çalışanı, hiç iş olmadığından şikayet ettiler, yerin sahibi olduğu için “Allah ne verdiyse” kazandıklarını söylediler. Hiç de beğenilir olmayan bir buçuk porsiyonluk kahvaltıya 59 lira verdik.
Gelmeden üç gün önce, barışa nasıl hizmet edeceğine sağduyu sahibi kimsenin akıl erdiremediği Barış Pınarı Harekatı, Amerika’nın baskısıyla 120 saatliğine durduruldu. Hükümet tarafı “zafer” diyor, muhalifler “kaçışın başlangıcı” diyor. Hasılı kafalar karışık. Bu satırların yazıldığı dakikalarda ateşkesin sona ermesine yarım gün vardı. Hayırlısı demekten başka çaremiz yok şimdilik. Umarım hangi amaca hizmet ettiği bilinmeyen -ki savaşı çıkaranların çok iyi bildiği, bizim de onu çok iyi bildiğimiz- bu kör savaş, daha fazla kan dökülmeden son bulur.
*Bucak, yayla çadırlarında kiler olarak kullanılan ve etrafı bir çitle çevrilen bölümdür.
Cimri kişilerin misafir ağırlamaktaki gönülsüzlükleri karşısında “ev senin, bucağa girme” deyimi kullanılır.