Türkiye-ABD anlaşmasına dair HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, “Türkiye’nin artık DSG’yi muhatap alması gerekiyor” dedi
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik 9 Ekim’de başlattığı operasyon, ABD ve Türkiye arasında yapılan ateşkes, ateşkes kararına rağmen süren saldılar, HDP’nin üzerindeki abluka ve bundan sonraki yol haritalarına ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Adnan Bilen ve Ayşe Sürme’nin sorularına yanıt verdi.
Temelli ile yapılan söyleşi şöyle:
Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı saldırı, ABD ile varılan 120 saatlik ateşkesle az da olsa durdu. Bu saldırıyı ve ateşkesi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye uzun süredir hukuk devleti olma özelliğini yitirmişti. OHAL, kayyum süreci, demokratik siyaseti müdahale ve tecridin mutlak tecride dönüşme süreci ülkeyi bir bütünen hukuk devleti olmaktan çıkarmıştı. Bu otoriter rejim hukuk devletine ait ne varsa ortadan kaldırdı. Böyle bir ortamda yol olmaya çalışan bir ülke elbette yol alamaz ve felakete sürüklendiğini hepimiz görüyoruz. Son Rojava saldırısıyla Türkiye artık uluslararası hukuku da tanımaz hale geldi. Asıl vahim durum işte budur. Biz buna ‘savaş’ dedik, bize ‘hayır savaş diyemezsiniz’ dediler. ‘İşgal girişimi’ dedik, ‘hayır ona işgal diyemezsin’ dediler. Hatta bununla ilgili konuşan insanlar gözaltına alındı ve tutuklandı. Ama unuttukları bir şey var. Tüm dünya buna işgal ve savaş diyor. Bırakın onları kendi bakanı diyor, hatta kendisi bile ‘fetih’ diyor.
Tüm bunlarla birlikte bir de karşımıza ateşkes çıktı. Biz ateşkes diyoruz ama onu da kabul etmiyorlar. Kendi bakanı yabancı diplomatlarla görüşürken ateşkes diyor. Evet bu bir ateşkes. Bu ateşkese neden gelindi, ona bakmak gerekiyor. Türkiye çok uzun bir süredir çok hatalı bir dış politika yürütüyor. Bu denli hatalı dış politikanın nedeni aslında iktidarın içeride yönetememesidir. İktidar bu yönetememe halini içerde Kürt düşmanlığıyla kapatmaya çalışırken, dışarıda da bir Suriye politikası ile önünü açmaya çalıştı.
Bugün Türk siyaseti kelimenin tam anlamıyla bataklığa sürüklenmiş durumda. Şuan siyaset çökmüş ve batmış durumda. Hem Türkiye’de hem Suriye’de Kürt düşmanlığı üzerinden toplumsal barışı yıktılar. Suriye’de Ortadoğu barışını dinamitlediler. Aslında bu mesele Türkiye’ye toplumsal barış, Suriye’ye barış yoluyla bu yüzyıllık sorun çözülebilirdi. Bunun nasıl çözüleceğine dair zaten Sayın Öcalan’ın açıklamaları, uluslararası siyaset ve HDP’nin ortaya koyduğu strateji çok netti. O kadar net ve iyi bir çözüm öneriyorduk ki Türkiye’ye, kör olmuş ve görmeyenlerin önüne koyduk bu çözümü. Demokratik siyasete düşen bu demokratik çözümü hayata geçirmek. Ama baktığımızda diğer siyasi partilerin peşinden koştuğu tek şey tezkere. Sonuçta görüyoruz ki sonuç olarak bu tezkere insanlık dramından başka bir şey yaratmıyor. Bu ateşkes metnine baktığınızda da bunu net olarak görebiliyorsunuz. Metne baktığınızda aslında bu iktidarın yapmış olduğu bütün hukuk dışı, bütün yapmış olduğu uluslararası hukuk dışı icraatlarının deşifresidir. Bu savaş değil, ateşkes değil ise, peki bu imzaladığınız o metin nedir?
Şuan dünya kamuoyunda Türkiye’ye yönelik bir “savaş suçu” ithamı var…
Evet, şuan artık dünyada savaş suçları konuşulmaya başlandı. Savaş, ateşkes ve en son savaş suçları noktasına geldik. Şuan nereye gittiğimiz artık herkes anlayabiliyor. Şuan herkes tedirgin. Ama biz hep uyardık ve o çözümü göstermiştik. Onlara tecridi kaldırmalarını Öcalan’la konuşmalarını, muhataplarılar bir araya gelmelerini söyledik. Demokratik siyasetin önündeki engelleri kaldırın dedik. Bizim siyasetçilerimizi, belediye başkanlarımızı tutuklayarak demokratik bir yol alamazsınız dedik. Onlardan sadece hukuk devletinin gereğini yapmaları istedik. Suriye meselesinin çözümünün demokratik bir siyaset olması gerektiğini söyledik. Suriye’deki tüm toplumsal yapıları masaya davet edin dedik. Ama iktidar bunların hiçbirini yapmadı, hatta bırakın yapmayı bunları söyleyenleri suçladılar, cezaevine attılar. Peki, dinlemediniz de şuan neredeyiz? Elimizde bir otoriter rejim ve o bataklıkta debelenen bir Türkiye var.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Kürt sorununu çözmezseniz, uluslararası bir sorun haline gelir” demişti. Bugün tam da Öcalan’ın söylediği noktaya mı gidiyor durum? Bu sorun uluslararası alanda mı çözülür?
Türkiye; ABD, Rusya ve diğer ülkelerle bu sorunları çözemez. Bu sorunları onlarla çözmeye kalkarsa sadece öteler ya da başka bir eksene geçici olarak kaldırabilir. Türkiye’nin sorunu Türkiye’de, Suriye’ninki Suriye’de çözülmesi gerekiyor. Herkes Dolmabahçe Mutabakatı’nı hatırlıyor değil mi? İşte o metni yırtıp atarsanız, o masayı devirirseniz o zaman ABD ile oturur o maddeleri imzalarsınız.
Akşama kadar ’emperyalizme karşıyız’ demek kolay ama emperyalizme karşı olmanın yolu çözümü kendin üretmekten geçiyor. Sen o Dolmabahçe Mutabakatı’nı yırtmayacaktın. Yırttın o zaman emperyalizmin bu talimatlarına uymak zorundasın. Adam (ABD Başkanı) her gün twit atarak adeta ülkeyle dalga geçiyor. Erdoğan’ın bu muameleye maruz kalmasının en temel sonucu o Dolmabahçe Mutabakat masasını devirmesiydi. Türkiye bir çözüm üretmeliydi. Eğer bu çözüm üretilmiş olsa, o çözüm sürecini demokratikleştirebilseydi Ortadoğu’da bu savaş, Suriye’de bu çözümsüzlük olmayacaktı. Bunu okuyamamış, idrak edememiş ve hatta tam tersi bir yola girmiş bu iktidar, halen mazlum halklar üzerinden iktidarını güçlendirmeye çalışıyor.
İktidar mensupları açıklamalarında sürekli “Biz kazandık” sloganını öne çıkarıyor, bazı medya grupları ise adeta bunu topluma, kutlama gibi angaje ediyorlar. Gerçekten Türkiye mi kazandı?
Şuan tüm TV’lerde saray soytarıları var. Ellerinde bir harita var ve kilometre hesabı yapıyorlar. Sanki orada insanlar yaşamıyormuş ve bir oyunmuş gibi planlar programlar yapıyorlar. Yine Erdoğan’ın kazan kazan siyasetini dinlendirmeye çalışıyorlar. Diyelim ki bu kazan kazan meselesi 10 yıl önce söylenmişse, 10 yıldır Türkiye kaybediyor. Hep kaybediyor ve ülkede kaybetmeyen kalmadı. Herkes şuan maddi ve manevi olarak çökmüş durumda bu ülkede. Tabi bunun en büyük yükünü Kürt halkı taşıyor. Bugün Kürtlerin içerisinde bulunduğu durumu tüm dünya kamuoyu görüyor. Bu saldırıda da kimse kazanmadı. Hem Türkiye hem de Suriye kaybetti. Dünya aslında bu saldırıyla huzurunu, barışını kaybetti. Nerden aklı başında bir açıklama gelse, iktidar bunu nefretle karşılıyor. Bunu dinlemek yerine, hala o hamaset yaklaşım, o yoz milliyetçi bir anlayışla bunlara karşı çıkıyor. Aslında bu uyarıları dikkate almaları lazım. O harita marita işleri çok yanlış işler. Bir kere her şeyden önce bu işgal.
Ateşkesin içerisinde yer alan maddeler uygulanabilir mi? En radikal ve demokratik çözüm ne olabilir?
En önemli çözüm biran önce Türkiye oradan çekilmeli. Hatta Türkiye Efrin’den de çekilmeli. Fakat çekilirken uluslararası kamuoyu, uluslararası güçler, IŞİD meselesini nihai bir şekilde çözüme kavuşturmalı. Bu sadece Kürtlere havale edilecek bir mesele değil. Bu güne kadar Kobani’deki o direniş IŞİD’i durdurdu. Kürtler orada inanılmaz şeyler gerçekleştirdi. Zaten dünyanın da bugün altını çizdiği önemli konu bu. Dünya ‘Bu Kürtlere yapılır mı?’ diyorlar. Artı bu ÖSO denen çeteler var, adına siz ÖSO deyince ya da Milli Ordu deyince bunlar ıslah olmuş olmuyor ki. İşte bunların işlemiş oldukları cinayetler bütün kamuoyu önünde savaş olarak yayınlanıyor. Şimdi bütün bunları halletmek gerekiyor. Bütün bunları halledebilmek için bir ortak aklı üreteceğimiz masayı yine kurmak zorundayız. Şimdi muhataplar oturup, bunu nasıl halledeceğini konuşmalı. Rojava’dan, Kuzey ve Doğu Suriye’den Türkiye’ye bir tehdit yok. Yani bir çakıl taşı bile atılmadı Türkiye’ye. Yok, ‘tehdit varmış, yok terör koridoru varmış’ gibi konuşmamak gerekiyor. Bir kere insanlara bu algıyı yarattıktan sonra bu algı duvarlarını kırmak, bu algıları aşmak çok zor. İktidar bunu yaparak Türkiye toplumuna nefret tohumları ekiyor ve Türkiye toplumunu ayrıştırıyor. Bir kere bu dilden, bu üsluptan vazgeçilmeli. Türkiye muhataplarıyla Suriye’de acil bu krizi önceleyecek bir çözüm arayışına geçmesi gerekiyor.
Türkiye’nin bu çözüme yaklaşacağını düşünüyor musunuz?
Suriye Anayasası için gerçekten katkı vermek, ama bu katkıyı siyasi çözümden yana vermek ve Kürtlerin de orada olmasını sağlayarak vermek gerekiyor. Öncelikle yapılacak olan bu ilk iki adım. Sonrası tabi gelişmelere bağlı olarak şekillenir. Anayasa çok çabuk yazılmayabilir ama Anayasa yazılıp, Suriye yeniden yapılandırılırken o süre boyunca bir kere her şeyden önce Rojava’daki halkların hakkını da savunmak gerekiyor. Kime karşı? Elbette ABD’ye, Rusya’ya, Şam’a karşı. Bakın çok iddialı bir şey söylüyorum, bu savunmayı yapmalıyız biz. Onları orada gidip bu şekilde savaşla ya da bu işgal girişimiyle mağdur etmek değil, onların savunmasını yapmalıyız.
Bakın şu ana kadar Rojava’da 275 bin insan yerinden, yurdundan edilmiş. Oradaki çözümün yolu Kürtlerle barışmaktan geçiyor. Yani bu kadar basit bir şey. Bakıyorsunuz Başur, Rojava, Bakur, Rojhilat barışmak istiyor. Yine demokratik çözüm için çaba gösteren Sayın Öcalan’ın bütün açıklamaları ortada. Demokratik siyaset bu konuda çaba gösteriyor. E artık bunu yapmamak için aklını yitirmiş olması gerekiyor iktidarın. Ama galiba akıllarını yitirdiler. Yani ortada bir şey var ama bu devlet değil. Devlet böyle olmaz, devletin kendi halkına, kendi toplumuna karşı sorumlulukları vardır. O sorumlulukların gereğini yerine getirmesi gerekiyor. Şimdi karşımızdaki iktidar kendi halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmek yerine onlara düşmanca saldıran ve bütün haklarını gasp eden, yok sayan bir yapıya dönüşmüş. Bu da aklın yitimidir başka bir şey değil.
En acil biçimde şuan Suriye’de ne yapılması gerekiyor? Ateşkes var ama açıklamalara göre halen saldırılar sürüyor.
En acil çözüm Türkiye’nin bir an önce oradan çekilmesidir. Türkiye’nin ‘120 saat sonra tekrardan görüşeceğiz’ ya da ‘Rusya’ya gidip görüşeceğiz’ gibi hiç oyalama sözlerine gerek yok. Şuan derhal insanı koridor açılmalı ve insanlar yaralılara ulaşmalıdır. Hem sağlık açısından hem de gıda açısından bir an önce o insanların ihtiyaçları giderilmelidir. Yerinden edilenler evlerine dönmesi acilen sağlanmalı ve oranın bir huzura kavuşturulması gerekiyor. Özellikle IŞİD dediğimiz o meseleyle ilgili olarak da çok ciddi tehditler var ve bunun önleminin bir an önce alınması gerekiyor. Bu Milli Ordu, ÖSO dedikleri şeyler hemen bölgeden uzaklaştırılmalıdır. Son olarak da bu ateşkes dediğimiz mesele gerçek anlamına kavuşturulmalıdır.
‘Ateşkes var ama ben buna uymuyorum’ ya da ateşkes varmış gibi davranmak olmaz. Bir an önce gereği yapılmalı. Fakat unutulmamalı ki ateşkes kimle yapıldı? Ateşkes Suriye Demokratik Güçleri’yle yapıldıysa o zaman onlar muhataptır. Türkiye’nin artık DSG’yi ciddi ciddi muhatap alması gerekiyor. Bu bir taviz vermek değil.
Türkiye kendini bu psikolojiden kurtarsın. Yani ‘biz taviz verdik’ demesinler. Barış için, huzur için, çözüm için bu durum taviz vermek değildir. Çözüme yönelik adımların atılması gerekir. Bu adımlar atılırsa Türkiye açısından da önemli olur. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kabustan çıkabilmesinin yolu da buradan geçiyor. Türkiye bunları yapabilir mi? gibi sorular soruluyor. Elbette yapamaz bunu biz de biliyoruz. Peki ne olacak? İktidar bunu yapamıyor diye, iktidar yönetme vasfını yitirmiş diye bir kenarda oturup bekleyecek miyiz? Hayır! Bir meclis var, meclis inisiyatif alacak, yasalar çıkaracak, iktidarın aslında Türkiye toplumuna yaratmış olduğu bu tahribatı nasıl ortadan kaldıracağını düşünecek. Aslında meclisin var olma hukuku budur.
Bu yönlü geliştirdiğiniz tüm eylem ve etkinlikler yasaklanıyor, parti binalarınız ise adeta abluka altında. Bu ablukadan nasıl çıkacaksınız? Bu durum böyle mi devam edecek?
Tabi ki bu böyle sürmez. Bakıyorsunuz ve devleti görmek istiyorsunuz ama artık devleti göremiyorsunuz. Şimdi emniyet müdürü geliyor ve açık açık anayasa suçu işliyor. Arkadaşlar kendisine anayasal suç işlediğini söylüyor ama o müdür; ‘Vali talimat verdi’ diyor. Yani vali anayasa suçu işlemiş ama emniyet müdürü de onun talimatını yerine getirerek iki suç işliyor. Yani burada iki suç işliyorlar. Şimdi anayasal suç ortaya çıktığı bir durumda artık devleti sorgularsın. Devlet nerede? dersiniz. Bu böyle devam edemez. Bir toplumu bir arada tutan o anlaşmanın kurumsal halidir devlet. E devlet bu anlaşmaya uymuyorsa kim devlete devlet diyecek. Peki bu durumu neden bize yapıyorlar? Çünkü başkaları konuşmuyor ya da konuşsa da hakikati dile getirmiyor. Hakikati tek seslendiren HDP’dir. Bu nedenle HDP’nin sesinin duyulmasını istemiyorlar. Ablukanın nedeni işte budur.
Medyada her gece HDP’ye yönelik suçlamalar var. Bir tek HDP’li çıkıp da cevap hakkını kullanamıyor. Bu da ablukanın başka bir boyutu. Polisiyle, medyasıyla bütün kurumlarıyla HDP’yi görünmez kılmak, sesini kısmak ve devletin şiddet aygıtıyla saldırıyorlar. Buna yargı da dahil. Peki bu sesi kısabiliyorlar mı? Hayır! Şuan bütün dünya bizi dinliyor. Her şeye rağmen HDP’nin sesi her yere ulaşıyor. Biz asla Türkiye halklarına, Türkiye toplumuna ihanet etmiyoruz. Gerçek neyse onu dile getiriyoruz. Hiç kimse ‘HDP’nin söylediği yalandır’ diyemez.
Bir de onların söylediklerine bakın. Her akşam televizyonlarda kendisi başta olmak üzere bütün medyasıyla yalan propagandası yapıyorlar. Bunu yapa yapa aldılar ülkeyi duvara çaktılar ve sonunda o yalan duvarında koca ülkeyi parçalayacaklar. Dolayısıyla HDP’ye tahammülsüzlüğün nedeni bu. Bizim sesimizi kısmak mümkün değil. Diyorlar ki ‘HDP’yi kapatacağız’. HDP bir bina değil ki kapısına kilit vurabilesiniz. HDP bir ruh, HDP bir sevda, HDP bir mücadele geleneği, HDP bir tarihtir. HDP dün ortaya çıkmış, 3-5 kişinin bir araya geldiği ve bir binadan oluşmuş bir parti değil ki. İşte bunu bildikleri için bütün Türkiye’yi tecritleştirdiler. Bakın Öcalan’ın da sesi duyulmuyor, görüşme yok. Herkes sanıyor ki tecrit sadece İmralı’da var. Ama bu tecritle bütün Türkiye tecritleştiriliyor.
Peki ne yapmayı planlıyorsunuz? Bir kararlaşmanız var mı?
Biz bu ablukayı kıracağız. Ablukayı kırmanın yolu bütün HDP’lilerin, HDP eş genel başkanları, MYK, PM ve milletvekilleri gibi çalışmalarıdır. Bu ülkede 7,5 buçuk milyon oy aldık. Bunun 1,5 milyonunu çalıyorlar biliyorsunuz. Bu ablukayı kırmak için 7,5 milyon insan sokakta olacak, kapı kapı dolaşacak, her yerde konuşacak. Herkese düşen görev bu. Yani her yere dağılacağız. Bir yerde toplanıp illaki orada bu ablukanın dayattığı şeye ‘eyvallah’ demeyeceğiz. Bu sesi kısamayacaklar.
Bu ülkede iktidar şu anda yüzde 35’e gerilemiş. Geriye yüzde 65 kalıyor. Bu yüzde 65 niye sessiz? sessiz olmayın konuşun! Çıkın konuşun hakkınızı arayın. Bu savaş herkesi mağdur ediyor ama sadece HDP’liler mi konuşacak? HDP sadece konuşmayla da kalmayacak. Faşizme karşı mücadelesini büyütecek, güçlendirecek. Sadece faşizme karşı mücadelesini de büyütüp güçlendirmekle de kalmayacak. Herkesle müzakere ederek aslında bu iktidardan sonrasına da hazırlanacak. Sabahtan akşama kadar abluka ve faşizme yakınacak halimiz yok.
Aslında bizim parti binalarındaki fotoğraf tecridin fotoğrafıdır. ‘Sayın Öcalan 21 yıldır tecritte’ dediğimizde tecridin ne olduğunu anlamayanlar için o fotoğraf iyi bir örnektir. Bu ablukayı mutlaka kıracağız. Yani onların bizi ittiği yere değil, biz istediğimiz yere gideceğiz. Mücadelemize devam edeceğiz ve her yerde olacağız. Bunun için bir yerde toplanıp, basın açıklaması yapmak gerekmiyor ki. Bunun için bir yerde toplanıp birbirimizle konuşmamız gerekmiyor ki. Biz sokaklarda, mahallelerde, kahveler, iş yerlerimizde, evlerde herkese ulaşacağız. Demokrasi için, barış için mücadelemizi her yerde büyüteceğiz. Savaşa karşı çıkacağız. Herkesi bu mücadeleye davet edeceğiz. Tam da bunu yapmanın zamanıdır. Kaygı ve korkuya hiç yer yoktur. Tam tersine onlar korkuyorlar. Ben 10 arkadaşımla parti binası önüne gidince 400 polis geliyor. Yani kişi başı 30-40 polis düşüyor. Bu durum bile onların bizden korktuğunu gösteriyor. Onlar korkmaya devam etsin.
Üçü büyükşehir 5 belediyenize kayyum atanmasını, Hakkari, Yüksekova ve Nusaybin belediyelerine atanan kayyumlar izledi. Bu durum artık süreklileşti. Bu konuda ne demek istersiniz?
Bu durumda iktidarın ne denli acze düştüğünü, tükenmişliğini rejimiyle gösteriyor. Bu rejim kayyum rejimidir. Kayyumsuz yönetemez hale gelmiş durumdalar. 2016’da da OHAL bahanesiyle kayyum atayıp, 31 Mart’a kadar kayyumla geldiler. Ülke bu rejimle inanılmaz bir felakete sürüklendi. 31 Mart’ta çıktık kayyumları süpürüp attık ve aslında Türkiye siyasetinin eksenini değiştirdik. Türkiye siyaseti bir diktatörlüğe giderken demokrasi umudu yarattık.
Buna tahammül edemeyen iktidar yine bütün şiddet mekanizmasıyla kayyum rejimini dayatmaya devam ediyor. Belediye eşbaşkanlarımız tutuklandı ve yerlerine acil kayyum atadılar. Ülkeyi böyle yönetebileceklerini düşünüyorlar. Hayır bu bir tükeniştir aslında. Bitiyorlar, gidiyorlar bu durum bunun emaresidir. Peki onlar kayyum atadı, bizim siyasi irademizi yok saydı diye biz kentlerimizi, belediyelerimizi aslında onlara mı veriyoruz? Hayır! Kayyum duvarlar zaten, betonlarla çevrili, bütün güvenlik güçlerinin arkasını saklanmış, sadece kenti talan eden, yolsuzluk, hırsızlık dediğimiz mekanizmanın içine girmiş bir fotoğraf veriyor Türkiye’ye. Belediye değimiz bir binadan ibaret değil ki! O belediye hizmetlerinin görüldüğü sokaklar, caddeler bizim. Onun kayyum atadığı yer o binadır. O binanın içinde kendi kendilerini tutsak etmişler. Tutsak oldukları şey işte o akılları ve siyasetleridir.
Bu halk tutsak değildir. Bu halk özgürdür, sokaktadır, meydandadır. Kayyumla da hiçbir hukuku yoktur. Halkın onlarla hukuku olmadı olmayacaktır da. İlk fırsatta kayyumlardan kurtulacağız. Ama bu sefer sadece kayyumları süpürüp atmayacağız bu iktidarı da süpürüp atacağız. Şimdi diyorlar ki ‘Gever’e, Nusaybin’e kayyum atandı’. Hayır aslında İstanbul’a, İzmir, Antalya, Adana, Mersin ve Ankara’ya kayyum atandı. Çünkü sessiz olan onlardır. Kayyumun hukukuna biat eden onlar, çünkü sesleri çıkmıyor. Sessizler ama onların konuşmaları lazım. Bu kayyum rejimine karşı çıkmadığımız zaman aslında kayyum size atanmış olur. Seçme ve seçilme hakkının en temel adımının gasp eden bir anlayışa karşı sessiz kalamazsınız. Buna sessiz kalıyorsanız o zaman kayyum size atanmıştır.
Belediye eşbaşkanlarının görevden alınması “gizli tanıklara” dayandırılıyor artık. Bu yeni bir strateji mi?
Aslında gizli tanık tam bir uydurma. Gizli tanık dosyada var ama bir süre sonra bakıyorsunuz ki öyle bir kişi yok. Gizli tanık dedikleri aslında İçişleri Bakanlığı’nın yazıp göndermiş olduğu, istihbaratın yazıp göndermiş olduğu uydurma şeylerdir. Hem de o kadar uydurma ki mesela Gever ile ilgili bir tane örnek vermek istiyorum. Gever’de tutuklanan eşbaşkanımız için diyorlar ki ‘ihale yapmış, ihaleyi normal bedeli üzerinden yapmış ve bu aradaki farkı yine Kandil’e göndermiş’ Şimdi bizim belediyelerimiz hep nedense Kandil’e para gönderiyor. Biliyorsunuz Van Belediye Eşbaşkanımız bu yüzden cezaevinde hala. Bunun ne kadar absürt, ne kadar akıl dışı, ne kadar ahlaksızca bir şey olduğu ortada. Şimdi gizli tanık bunu söylüyor, mahkeme de tutukluyor. Şimdi Gever’in bir bütçesi yok. Bütçesi olmayan bir belediye nasıl ihale yapsın? İhale bedelini konuşmanız için elinizde bir bütçe olmalı. Ne ihalesi Gever borçlarını bile ödeyemiyor. Ne olursa olsun biz cesaretle mücadelemizi yaymaya ve kayyum rejimi ile mücadeleye devam edeceğiz.