ABD Başkanı Donald Trump yine kendi dışında tüm kesimler için şaşırtıcı kararlarından birini aldı. ABD’nin çekilmesi Suriye ve Ortadoğu’da var olan belirsizlikleri ciddi anlamda artıracak, çekilme kararı denklemdeki tüm taraflar için önemli sonuçlar doğuracaktır. ABD açısından da bu böyledir. ABD’nin Suriye, Irak ve Afganistan başta olmak üzere nihai hedeflerini açık eden bir stratejisi yok. Büyük bir yıkıcı güç ancak girdiği bölgelerde aynı düzeyde bir inşa ve istikrar gücü olmadı ya da olamadı. Bulunduğu ülkelerde ciddi bir istikrarı sağlayamaması ve kalmanın mali külfetinin artması dışarda bulunan askerlerin çekilmesini bir iç politika malzemesi haline getirdi. Öte yandan ABD’nin Ortadoğu’da kalması hegemon güç olması ve bu pozisyonunu koruması için zorunludur. ABD yönetimleri uzun süredir dış müdahalelerin siyasi, ekonomik ve askeri külfeti ile hegemonyasının koruma ikilemiyle karşı karşıya. İkisinin aynı anda olmasının bir yolu olmadığından birini tercih etmek zorundadır. Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da son yıllarda strateji geliştirmemesinin altında yatan neden de bu.
Trump’ın tüccar kişiliği ekonomiyi hegemonyanın önüne koyan bir karakterde. Buna karşı kurumsal yapılarının kahir ekseriyeti hegemonyanın korunmasını ekonomiye öncelemektedir. Son BM Genel Kurul toplantısındaki konuşmasında Trump bu durumu küreselciler ve vatanseverler ikilemiyle ifade etti. Elbette bu politika yalnız Trump’la sınırlı değil. Kendisini aşan bir yelpazenin politikasını ifade ediyor.
Suriye’de çekilme kararı bir yandan içerde bu ikilem üzerinde yürütülen iç çekişmeyi alevlendirecek öte yandan dış politikada Afganistan ve Irak’a da yansıyacaktır. Afganistan ve Irak’ta yaşanan son gelişmeler gözetildiğinde karar bir domino etkisi yaratarak ABD’yi Ortadoğu’da oldukça etkisiz bir aktör haline getirebilir. Nitekim Trump’ın öngörülemez, gelgitli söylemleri daha şimdiden ABD’nin caydırıcılığını epey zayıflattı.
Suriye’den çekilme ile beraber ABD politikası ve Ortadoğu’daki müttefiklerinin zayıflamasına paralel olarak Rusya ve İran’ın bölgesel nüfuzu artacaktır. Bu aynı zamanda ABD’nin İran’a karşı geliştirdiği çevreleme kampanyasının da önemli oranda boşa çıkması demektir. ABD’nin hegemon güç olmaktan çıktığı tartışmalarını bir yönüyle fiilden kuvveye çevirecektir. Elbette bu durum bugünden yarına olacak bir gelişme değildir. ABD’nin küresel hegemonyadan vazgeçmesi kolay olmadığı gibi öyle bir niyeti de görünmüyor. ABD’nin kurumsal yapılarının bölgeden çekilme politikasına karşı çabalarına bakılınca Trump’ın başarılı olması oldukça düşük ihtimal. Özellikle azil sürecinde olması işini daha da zorlaştırıyor. Küreselciler ve vatanseverler karşıtlığı üzerinden yürütülen iktidar çekişmesinin kazananı sonucu belirleyecektir.
ABD’nin Suriye’den çekilme kararı Rusya ve İran’ın elini daha da güçlendirecektir. Arap halk ayaklanmalarıyla Suriye üzerinden bölgede beklediğinin çok ötesinde belirleyici bir konuma gelen Rusya’nın Ortadoğu’nun belirleyici aktörü olma durumu stabil hale gelecektir. Hali hazırda ABD’nin müttefiki olan Arap ülkelerinin Rusya ile daha yakın ilişkiler geliştirmeyi tercih etme ihtimali kuvvetlendi. Zaten Rusya bir süredir Kuzey Afrika ülkeleri ve Arap devletleriyle bu minvalde bir politika izliyor. Rusya’nın demokrasi ve özgürlükler gibi bir derdi olmadığından dün olduğu gibi yarın da kendisine benzer ve bağımlı otokratik yönetimleri tercih edecek ve güçlendirecektir. Bu, Ortadoğu’nun statükocu ulus devletlerinin yağmurdan kaçarken doluya yakalanması anlamına gelirken, halklar için de despotik yönetimler altında daha fazla acı çekmeyi ifade etmektedir.
İran ise bölgesel kaosun kazanan ve güçlenen aktörü Rusya’nın sadık müttefiki olarak Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen başta olmak üzere Arap ülkelerindeki Şii mezhepçiliği üzerinden bölgesel güç olma pozisyonunu güçlendirmeye hız verecektir.
ABD’nin Suriye’den çekilmesi ile Kürt korkusu nedeniyle arzulayan Türkiye açısından en öncelikli hedef elbette Kuzey ve Doğu Suriye yönetiminin ortadan kaldırılmasıdır. AKP-MHP iktidarı böylece içerde yaşadığı krizi bir süreliğine erteleme şansı bulmak istiyor. Ancak aynı zamanda Türkiye ve Türkiye halkları içinde cehennem kapılarının ardına kadar aralandığı bir süreç de olacaktır. Türkiye’nin stratejisi ve hayalleri farklı olsa da ABD’nin çekildiği bir Suriye’de kalma şansı yoktur. Muhtemel kazancı Kürtlerin kazanımlarını engelleme ihtimalidir. ABD’nin çekileceğinden emin olsa Rusya ve İran böyle bir operasyona izin vermeyecektir. Mevcut suskunlukları ABD’nin çekilmeme ihtimali ve Türkiye’yi Kürtlere karşı bir koz olarak görmelerindendir. ABD’nin çekilmesinden sonra Türkiye’ye yol göstereceklerdir.
Kuzey ve Doğu Suriye’nin olmadığı bir Suriye’de yeni bir anayasa yapılma sürecinin de durdurulacağı ve çöpe atılacağı aşikardır. Kürtlerle ilgili istedikleri olsa dahi günün sonunda Ankara’nın elinde kalan şey on binlerce radikal terörist, milyonlarca mülteci ve en önemlisi yeni bir elli yıla yelken açmış Kürtlerle daha kanlı ve sonu olmayan şiddetli bir savaş olacaktır.
Herkesin bir yönüyle kaçınacağı bu savaştan kaçınamayacak tek güç Kürtlerdir. ABD’nin çekilmesiyle seçenekleri azalıyor. Birincisi çok azla yetinerek rejimle anlaşmak. Böylece Türkiye ile karşı karşıya gelme durumu ortadan kalkar. Görünürde bu Türkiye’nin de istediği. Kürtler başından beri Suriye içi bir çözümden yana oldu ancak rejimin dayatmaları bunu imkansız kıldı. Rusya ve ortaklarının sunduğu seçenek rejimin taleplerinin kabul edilmesidir. Kürtlerin bu seçeneği ne kadar kabul edeceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak Kürtlerin direnişle elde ettikleri kazanımları kendi eliyle teslim etmesi mümkün olmadığından rejimin mevcut dayatmaları sürdürmesi aynı zamanda Kürtlerle savaş ihtimalini de güçlendirir. Kürtlerin haklarını kabul etmesi durumunda rejimle anlaşma anlamlı bir çözüm seçeneği olabilir. Kürtlerin rejimin çözümüne gelmesi durumunda Rusya’nın Türkiye sopasını kullanacağı aşikar. Bu durumda Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye girmesine yeşil ışık yakacaktır. Elbette girdiği yerleri daha önce denetiminde tuttuklarıyla birlikte rejime teslim etme vaadi karşılığında.
Hangi senaryoyu ele alırsak alalım Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi ve halklarını bir savaş hali bekliyor. Kendilerine yönelik saldırılara karşı savunma hakkını kullanacaklarını da defaatle açıkladılar. Kuzey ve Doğu Suriye savaşının iç savaş başladığından beri yapılan hiçbir savaşa benzemeyeceği aşikardır. Hem alan hem güç olarak Suriye’deki denklemler ve ülkenin geleceği üzerinde önemli yansımaları olacaktır. Dış güçlerin silah zoruyla dayattığı hiçbir çözüm ne kısa ne de uzun vadede çözüm olmayacaktır. Halkların içinde bulunmadığı herhangi bir çözümün çözümsüzlük olduğu, Afganistan, Lübnan, Irak başta olmak üzere birçok ülkede görüldü. Büyük kıyım ve yıkımlar pahasına kısa süreli denetimler sağlansa da Afganistan ve Irak gibi on yıllara yayılacak iç savaş derinleşecektir. Zira tarih çok sahih bir şekilde göstermiştir ki halkların özgürlük ve demokrasi talep ve isyanları bastırılıp zayıflatabilir ancak bitirilmesi mümkün değildir.
Suriye’deki iç savaş ve istikrarsızlıktan en fazla etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Rojava Kürtleriyle olası bir savaş Türkiye’nin Ortadoğu’da Kürtlerle on yıllarca sürecek savaşının başlangıcı olacaktır. Büyük acılar yaşatsa da bu savaşın nihai kaybedeni Kürtler olmayacaktır. Kürt ulusal bilincinin radikal milliyetçilik yönünde evirilmesi Türkiye’ye yönelik düşmanlık duygusunu beslemekten başka sonuç vermez. Kürtler arasında radikal örgütlenme ve mücadele yöntemleri giderek yaygınlaşacaktır. Nitekim AKP-MHP iktidarı döneminde hayata geçirilen uygulamaların başlattığı bu tartışmalar daha da derinleşecektir. Bu da var olan çatışma halinin çözümsüz kalması ve yeni on yıllara yelken açmasıdır. Türkler ve Kürtler başta olmak üzere bunun kazananının halklar olmayacağı kesindir. Maalesef Rusya’nın hakim olduğu bir Ortadoğu’da milliyetçilik ve mezhepçiliğe dayanan usul devletlerin bir çözüm bulmaya ne kapasitesi ne de gücü vardır. Yapacakları tek şey etnik ve mezhepsel fay hatları üzerinden halkları birbirine kırdırtmak; Irak’ta, Yemen’de, Suriye’de, Afganistan’da, Libya’da, Yemen’de olduğu gibi. Yegane çözüm ise ulus devletçi zihniyet tarafından sürekli bastırılsa da Irak’ta, Suriye’de, Sudan’da, Afganistan’da, Türkiye’de olduğu gibi halkların ayağa kalkarak direnmesidir; milliyetçilik ve mezhepçiliğe dayalı ulus devletçi zihniyeti yenilgiye uğratana kadar. Bu aynı zamanda Ortadoğu’nun Rönesans’ıdır ve bu süreç başlamıştır. Geciktirilebilir ama asla engellenemez.
Bu yazı Gazete Karınca’dan alınmıştır