Batman’da bir barda sahne alan şarkıcı Dodan, Kürtçe şarkı söylediği anda sahneden polis zoruyla indirildi. Artan tepkiler sonrasında Batman Valiliği bir duyuru yayımlayarak meselenin dil yasağı değil, işletme ruhsatıyla ilgili olduğunu söyledi. Devlet yetkilileri nasıl ki “Türkiye’de gazeteci olduğu için tutuklu olan kimse yok” dediğinde doğruyu söylemiyorsa bu konuda da doğruyu söylemiyor. İşletmenin ruhsat problemi üzerine bir yasal süreç işletilmiş olsaydı ve “tesadüfen” Kürtçe şarkı söylendiği ana denk gelseydi eğer polis memurları işletmenin ruhsatını inceler, verilen hizmetle eşdeğer olmadığını tutanak altına alır, Batman Belediyesine ceza ve faaliyetten men kararı alınması konusunda tavsiyede bulunan tutanağı yollardı. Yani, polisin ruhsat sorunu sebebiyle bir hışımla baskın düzenlemesi, sahneden şarkıcı indirmesi yetki dahilinde değil, ancak “özel” bir amaç için yapılmış olabilir.
Dodan’ın polise “ben kırk iki yaşındayım, sen benden gençsin” savunmasına şahsen ben anlam veremedim. Mikrofonu elinden kapan polis kırk üç yaşında olsa mikrofonu alma yetkisine sahip mi olacaktı? Dodan’ın olay sonrası açıklamaları, tartışmaların odağından çekilme maksadının ötesinde, bilhassa “kimse dil üzerinden siyaset yapmasın” söylemi, apolitik söylemi dil ve hegemonya üzerine yazılmış onca külliyatı ıskartaya çıkardı. Ben kırk iki yaşında bir Türk olarak, Kürtçe ve bu coğrafyanın dillerine uygulanan yasaklara şahit olmuşken, kırk iki yaşındaki bir Kürt olan Dodan’ın, Kürtçe söyleyen bir sanatçı olarak, bu yasaklara yalnızca şahit olmadığını, çok defa maruz kaldığını tahmin etmek zor değil. Ses yarışmasında Dodan’ın anlamını soran jüriye “Kürtçe bir isim” diyememesi bile, “vermesi gereken doğru yanıtı” deneyimleyerek öğrendiğinin bir işareti.
Dil, hem ulus, hem de ekonomik-sosyal ilişkilerde hegenomik bir araçtır. Dil, şiddet aygıtlarından daha etkili bir istila aracı olarak kullanılabilir. Foucault’a göre dil ve iktidar ilişkileri kopmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Gramschi, ezilenlerin rıza üretme merkezi olarak kültüre bakar, Foucault ise burayı biraz daha deşer ve merkeze dili koyar. Dil aracılığıyla, toplumsal kültürel yapılarda oluşturulan temsiliyetler, örüntüler ve hepsinden önemlisi, neyin ne zaman sahneye çıkartılacağı ne zaman ıskartaya ayrılacağı ve sahneye çıkartılan ‘hakikatin’ hangi biçimlerde dolaşıma sokulacağı, dil ve iktidar ilişkisinin temel bağlamlarıdır. Böylelikle, dil aracılığıyla, yoksullar, egemen sınıf ve egemen ulus lehine düşünmeye ikna edilirler. Sermaye sınıfının televizyonları, gazeteleri, eğitim araçlarının etkisi altındaki bir emekçi, egemen sınıfın argümanlarıyla, jargonuyla konuşmaya başladığı an kendi sınıfına yabancılaşır. Kendi anadilinde konuşamayan, eğitim göremeyen, folklorunu, türkülerini unutmuş olan ezilen ulus asimilasyona yenik düşecektir. Çocuklara verilen isimler, şehir, köy isimlerinin Türkçeleştirilmesi politiktir. TRT ve diğer “ana akım medyada” Kürtçenin asla var olamamış olma durumu politiktir. Yıllar süren mücadele sonucunda ve Kürtçe uydu kanallarını engelleyememenin neticesinde tecridi olarak TRT-6’ın içeriği boşaltılmış Kürtçe yayınları dilin yasaklanmadığına kanıt olarak sunulması bir anlam taşımıyor.
Kürtçe bu topraklarda daima aşağılandı. Yok denildi, kuşdili, dağ Türkçesi, Farsça-Arapça karışımı, lehçe, diyalekt vb. sözlerle hep inkâr edildi. L. Zana, TBMM kürsüsünden Kürtçe selam verdiği için yer yerinden oynadı. Yasakların kalktığı iddia edilse de Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşacağı haberini alan AKP, TBMM TV’nin yayınını kestirdi. Cezaevlerinde, askeri kışlalarda Kürtçe yasağı en ağır biçimde uygulandı. Duvarlara “Türkçe konuş, çok konuş” yazıları yazıldı. Mamak cezaevine oğlunu ziyarete giden annenin görüş boyunca “Kamber Ateş nasılsın?” dışında başka bir cümle kuramamasını içimiz burkularak öğrendik. Sakarya’nın Hendek ilçesinde Kürtçe konuştuğu için öldürülen baba-oğul Kadir ve Burhan Sakçı’ya, Kürtçenin gelişmesi için çalışmalar yapan Kürt Enstitüsünün KHK ile kapatılmasına tanıklık ettik. 1990 Yılında İHD Genel Kurulunda yasaklı dil Kürtçe hitap ettiği için önce bir kısım “ilerici” Türkler tarafından protesto edilen ve kısa bir süre sonra gözaltında işkenceyle katledilen Vedat Aydın’ı hala unutmadık. Kayyım protestoları sırasında polisin Van milletvekili Murat Sarısaç’a “ortamı germeyin” demesinden sonra “koskoca bir halkın iradesini gasp ediyordunuz, insanlara işkence yapıyorsunuz… ortamı biz geriyoruz öyle mi?” haykırışından esinlenerek şöyle soralım: “yıllarca Kürtlerin anadilini yasaklayanlar değil de, yalnızca “Kürtçe vardır” diyen bizler, dil üzerinden siyaset yapıyoruz öyle mi?”