Dayanışma, günümüzde en çok ihtiyaç duyulan insanlık değerlerinin başında yer alıyor. İnsanlık insan bedeninden ibaret olmadığını dayanışmanın ürünü olduğunu söylemek mümkündür. İnsan yaşamını dayanışma ile korumuştur. Toplumun dayanışma halinde olması insanların birbirini anlaması, anlamlandırması ve hayatı yaşamaları için gereklidir. Toplumda maddi-manevi huzurun ve barış ortamının sağlanması için dayanışmaya çok büyük ihtiyaç vardır. Ancak bu kavram günümüzde kapitalizm ile birlikte neredeyse tüketilmek üzere. İnsanı insan yapan en önemli değer olarak tanımlanan bu kavram kimileri tarafından sömürü mekanizmasına dönüşmüş durumda. Bunun örneklerini günümüzde sosyal medyada çokça görüyoruz.
Mesela geçtiğimiz haftalarda bir anne hasta olan çocuğunun tedavisini karşılamak için Sağlık Bakanlığı’na başvurmuş çocuğunun tedavisi için bir yardım kampanyası başlatmak istemişti. Ancak anneden önce davranan bir grup, bu kampanyayı başlatmış ve kendi çıkarları doğrultusunda para toplamaya başlamıştı bile. Hasta olan çocuğun sağlığı annenin dışında kimin umurunda ki. Bu ve bunun gibi sayamayacağımız çok örnek var. Elbette bu örneklerin tam tersi örnekler de var.
Yaşatan topluluklar var
Mesela hiç bir çıkar gütmeden dayanışmayı yaşatan birçok insan ve toplum var. Özel bir amaç gütmeden sadece insanlık gereği olması gerekeni yaparak kendine bunu dert etmiş ve dayanışmaya ihtiyacı olana elini uzatmış, azımsanamayacak kadar insan topluğu da var. Bu insanların yaşamda var olan tüm canlılar için aynı duyguyla hareket edebilen insanlar olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlık mirası Hasankeyf’i, Kaz Dağları’nı yaşatmak için buluşan insanları buna örnek verebiliriz.
Devletlerin yabancılaştıran oyunu
Dayanışma için insan topluluklarının bir araya gelerek çığlık attığını gören devletler ise bunun için özel bir gün ilan etmiş. 20 Aralık İnsani Dayanışma Günü. Bu günü de diğer birçok gün gibi Birleşmiş Milletler ilan etmiş. Elbette uygulanırlığı tartışılır. Yoksulluğu yaratan devletlerin yoksullukla mücadele ettiğini söylemesi ne kadar inandırıcıysa bu ilan edilen göstermelik günler de aynı şekilde o kadar inandırıcı.
Virüsü yaydıktan sonra ilacını bulmuş senaryosuna artık kimse inanmıyor. Bunun devletlerin ürünü olduğunu görmek zor değil. İnsanı insanlığa yabancılaştıranların devletler ve sömürü sistemi olduğu çok açık görülüyor. Bunun için devletler kapitalizm üzerinde hem var olmayı sürdürmek hem de buna karşı çıkanların ağzına bal çalmak için uluslararası bazı sivil toplum örgütlerini kurmuştur. Ancak bu örgütlerde belki hepsi değil ama birçoğu kapitalist düzene hizmet etmiş ve etmeye devam ediyor.
Yabancılaşma kavramı
Yabancılaşma kavramı ilk kez felsefi anlamda Hegel kullanmıştır. Hegel, bu terimi Rousseau’dan esinlenerek kullanırken, Feuerbach, yabancılaşmanın kökenini insana dayandırmıştır. Ancak yabancılaşma kavramını, bir olgu olarak Marx oturtmuş ve özel mülkiyet, emeğin yabancılaşmasından doğmuştu. Marx, Hegel’den alarak somut plana uyguladığı bakış açısıyla, insanın kendi kendisini ürettiğini ve bunun sonucunda da kendi öz doğruluğunu ürettiğini ortaya koymuştur. Marx’a göre yabancılaşma, insanın kendi kendisinden ayrılmasıdır.
İnsan insana yabancılaştırılıyor
Yabancılaşma kavramı, Marx’ın erken dönem yazılarında yer alır. Marx’a göre, (1844 El Yazmaları) yabancılaşmış emek, 1. Doğayı, 2. Kendi kendini, yaşamsal etkinliğini insana yabancılaştırır, 3. Kendi öz bedenini de insana yabancılaştırır, 4. Ve bunların sonucu olarak insan insana yabancılaşır. İnsan, artık aşk ve sevgiyi de daha az hisseder. Bu kavramlara da yabancılaşmıştır.
Çünkü kapitalist düzene getirilen ilk ve temel eleştiri, işçinin ve emeğin yabancılaştırılması üzerinden kurgulanmıştır. Kavram aslında kapitalist iktisadi düzenin toplumsal yaşama sirayeti sırasında kendiliğinden/doğal bir süreçmişçesine ortaya çıkar. Üretim ilişkileri içerisinde olan proleter, toplumsal yaşamda yabancılaşmaya maruz kalıyor. Unutulmaması gereken bir gerçeklik var ki o da yanı başında yaşanan haksızlıklara veya acılara göz yummak insanlığını yitirmektir.