Sahnelerin konuşmayan oyuncusudur, ama son sözü söylediğine inanılır. Hakkında çok şey söylenir, derin bilimin, yüksek sanatın, akçeli ölçekli, ürkütücü bütçeli araştırmaların konusudur. Bulgular, belirtiler, istatistikler, üstünde çokça kafa yorulmuş faraziyeleri doğrular. Neşe ve ıstırap içinde olduğu bilinmektedir. Kötülüğün hedefi olduğuna şüphe yoktur. “Halk” dediğiniz, varlık ve yokluk yükünü çekmeyi vazife bilmiş hoş sedalı kıymetli sessizliktir. Suçluluğunda suçsuzdur. Sorumsuzluğu, saflığının karinesidir. Her vakit masumdur; genel iyiliğin, belirsizliğe özelleşmiş anlamının yorgun taşıyıcısıdır. Yumuşak ve ılıman değerlerin olumlu yankısı olduğu sır değildir. Sıcak, kuşatıcı ve kavrayıcıdır. Dönüştürme gücünün asıl kaynağıdır. Bilgeliğin ve erdemin eksilmeyen pınarı olduğuna, kesinliğine keskin tarihten önce müphem dilliler kefildir. Hem düşselleştirilmiş hem de bedenselleştirilmiş bir varlık mertebesidir. Her görüş, bu yüksekliğin sislerinde temize çekilir. Çünkü ora bir kayboluştur, meçhul vasıfsızın muteber kimliğine erişim yoludur. Sisin güzel sessizliğidir. Bir doruktur ve lekesizdir, öyle de kalmalıdır. “Halk” dediğimizde “düşmüş” bir yapıdan söz etmemişizdir, yüceliklerden ışık, derinliklerden tatlı sular çekmişizdir. Çünkü o bizi de yetiştirmiş olan iyilerin en iyisidir…
İtiraz kaim, ama bozukluğun gelenek tutmasıdır. Bir görgü hatası, bir görüş bulanıklığı. Ağılanmış bir bataklıktır işin aslı, fakat kazara çiçeklenmiş birkaç lotus kokusu ve rengiyle adlandırılır. Orada en pis düşünce de en bozucu öğe de, en geniş eğilimler de en derin eylemler de aynı duyguda birleşir. Yalan ve aldanış, orada birbirine incinmiş zıt etkilerin ve bükülmez güçlerin, birbirindeki kesif kokuya incinmez inceliğidir. Birlikte güle oynaya aynı esnekliğin küf zeminsizliğinde içlere doğru inleyen zaaflarından birbirine çekilmeleridir. Görünmez diplerde o birkaç çiçek hatırına suç ve günahın kuluçka evresini tamamlaması beklenir. Serpilip büyüyen çirkinlik ve kötülük tam vaktinde tanımlanır; yeterince özelleştirilmiş suç ve tamah, riya ve çıkar adlandırılır da kişisel olan gerçek zarafet ve zenginlik öz taşıyıcısından arınıncaya genelleştirilir. Cesaret, özveri, içtenlik, hakikatle çarpışmada üstün gelen doğruluk, şuursuz koşturan adsız ve kimsesiz çocuklar gibi ortada kalışları başka sebepten değil. Üryan ve sahipsiz kalan her olumlu çağışımı üstlenebilir, süslenip takıştırmış her fenalığı boşayabilir. Sırf bu kabiliyeti sayesinde rıza üreten kötülüğün üreticisi olarak, cürmünün sonuçlarından en azılı yüzsüzden önce kendisi sıyrılır. Muaftır bütün sapkınlıklarından, biçimsiz yıkıntılarından. Zira o kendiliğindenliğin güzelliğidir ve hep öyle kalmaya yazgılıdır.
Anıtlar onun için dikilir, methiyeler onun için dizilir, şiirler ve destanlar onun için söylenir. Onun için ölür, onun için dirilir çiçekler. Balkıyan çiy tanesinin, düşen yıldız damlasının tüm hikmeti, yüzüne çarpıp dökülen suyun hürmetine. Güneşi o batırır, ayı o doğurur, şafağı parçalayıp indiren yağmuru o getirir. Ritmik ve dalgalı, sabırsız ve hırçın olan ancak onun dinginliğinde özlediği tekmil düzeni bulur. Tutulan bütün şarkılar zaten onun yapıtları. Doğanın sesleriyle sokaklarının seslerini kaynaştırıp kendine özgü cıvıltıları kattığı yepyeni müziği yalnızca o yaratabilir. Kâr ve haz ruhunun zaferini isteyen ona sığınır, onda dinlenir, onda izini yitirir, öz benliğine aykırı olarak onda belirir. Hepsi iyi, hepsi doğru. Eksiği var, fazlası yok. Ama sömürgede “halk” dediğimiz de en nihayetinde, iştah açıcı olarak akşam yemeğine çocuklarını mideye indirdikten sonra gece yarısı günah çıkarıp ertesi günün akşamına deliksiz bir uykuyla çıkandır. Çünkü ondan başkası başaramamıştır, aşkla hırsı yalnızca o birleştirebilir.
Yaşamı ve doğayı hem duyguyla hem de düşünceyle işlenmiş imgelerle anlatabilmek için dorukları seçen sanatçının gözünde, içinde hangi faciaları biriktirirse biriktirsin o hep derinliklere çöken güzel bir sis bulutudur. Onu hiç de çıkmak istemediği bir yüksekliğe çıkaran şairin ilk tutkusu, insan ölçülerini aşan yüce bir şiir olup çıkmıştı da son sözlerini duyan çıkmamıştı: “Hem çocuk hem vaşak, biz karşılarında gülmek isteriz, onlar bizi öldürürler…”